Aslında gecikmiş bir bayram yazısı kaleme alacaktım ama yurdum insanının her yıl olduğu gibi bu yıl da “9 günlük bayram tatili” için psikopatoloji derslerine konu olacak şekilde sahil beldelerine akın etmesi üzerine fikrimi değiştirdim.
Bir süredir kendi kendime dert edindiğim, gerçekten beni huzursuz eden ama aslında cümbür cemaat hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren bir meseleyi kaleme almak istedim.
Hiç lafı uzatmayayım.
Bilinen evrende üzerinde hayat olan tek gezegeni, evimizi bilerek isteyerek yok ediyoruz.
Dünya inanılmaz bir hızla kirleniyor.
Özellikle sanayi devriminden sonra doğanın dengesi gözle görünür biçimde bozulmaya başladı.
Kitaplarda, makalelerde, haberlerde okuduklarımız, belgesellerde izlediklerimiz elbette meselenin ciddiyeti hakkında bir fikir veriyor ama insan bu kirlenmeye ve tahribata doğrudan tanık olduğu zaman zihninde alarm zilleri çalmaya başlıyor.
“Bilmediğimiz bir şey söyle” demeyin.
Elbette aklını, fikrini kiraya vermemiş; okuyan, araştıran, çevresinde olup biteni anlamak isteyen, ez cümle az buçuk akıl yürütme yeteneği olan herkes bunun farkında.
Meselenin birçok veçhesi var ama ben “endüstriyel turizme” dikkat çekmek istiyorum.
Nedir bu, diye soracak olursanız; TURSAB'ın akademisindeki bir makalede, “Tatil ya da seyahatleri tüketiciler adına seyahat işletmelerinin organize edip bütünsel (birleşik) bir ürün halinde sundukları 'kitle turizmi' kavramı endüstriyel turizmin belirleyicisidir” şeklinde bir tanımlama var.
Gelin işin pratiğine bakalım.
Boş vakitlerinizde, işe gitmek için metroyu beklerken, banka sırasında ya da sabah klozetin üstünde işinizi görürken, Instagram hesabınızın özellikle yaz aylarında coştuğunu görürsünüz.
Önünüze arka arkaya reklamlar düşmeye başlar.
Bir bakarsınız ki Uzakdoğu'nun, Hint Okyanusu'nun, Doğu Afrika'nın veya Kızıldeniz'in cennet-ül ala kıyılarına, kumsallarına, Mısır piramitlerine, Hindistan'ın tapınaklarına, Avrupa'nın tabloyu andıran ortaçağ kentlerine turlar var.
Üstelik bilmem ne özelliği olan filanca kredi kartına şu kadar taksit de yapıyor.
Neden olmasın diyerek kredi kartının dibini iyice sıyırırcasına satın alırsınız.
Sonra yola çıkarsınız.
Sabahın kör vakti havalanan sıkış tepiş uçaklar, üç yıldız diye pazarlanan ama öğrenci yurdundan beter oteller, “panoramik tur” diye yutturulan jet hızındaki otobüs yolculukları, her biri turist tuzağı olan “ekstralar”, üç kuruşluk akşam yemekleri, kreş müsameresinden hallice cart gecesi, curt dansları gibi gösteriler...
Tabi bir de mola veriyoruz diyerek durulan turist kazıklama mekanlarındaki bitmez tükenmez hanut operasyonları...
Devamı da gelir!
Sizin sosyal medyada gördüğünüz cennet misali plajlar hınca hınç doludur. Teknelerden sızan mazotun, bolca sürülen güneş kremi artıklarının, deniz analarının, bira şişesi kırıklarının arasında iki kulaç atabilirseniz sizden mutlusu yok. Hele bir de afilli bir Instagram pozu verdiyseniz...
Piyasa caddelerindeki kafelerde, restoranlarda oturacak yer bulamazsınız.
Tura dahil öğle yemeğini köpeğin önüne atsan yemez, içecekler zaten “excluded”, yani parasını veren ‘cola’sını içer.
Müze kapılarındaki kuyruk kilometreleri bulabilir, tapınakların, sarayların, kiliselerin, kalelerin çoğu ya restore edildiği için kapalıdır ya da sizin aldığınız tur buraları kapsamıyordur.
Şansınız olursa ve buralardan birinin içine girebilirseniz, Güneşevler-Kırkkonaklar otobüsünde yaptığınız yolculuktan farkı olmayacağı için ne adam gibi bir şey görürsünüz ne de rehberin anlattıklarını dinleyebilirsiniz.
5 gece 6 günün sonunda yorgun argın eve döndüğünüzde elinizde beş facebook paylaşımı, üç Instagram “story”si dışında pek bir şey kalmaz.
O an itibarıyla sosyal medya reklamlarında size pazarlananla turda gördüklerinizi karşılaştırıp “acaba nitelikli dolandırıcılığa mı kurban gittim” diye düşünmeye başlarsınız ama iş işten geçmiştir, her ay kredi kartı taksidini ödemeye devam edersiniz.
Sonra?
İşte zurnanın zırt dediği yer burası.
-Bana göre- küresel ölçekteki bu ne idüğü belirsiz turizm faaliyetleri aynı zamanda büyük çevre felaketlerine de neden oluyor.
Tarihi ve doğal değerlerini turistlere açarak bütçe açığını kapatma derdine düşen çoğu ülke, milyonlarca turistin arkalarında bıraktığı devasa çöp yığınlarını, binlerce yıllık eserlere verdikleri zararı,kalabalıkları kaldıramayan yetersiz altyapıyı, denizlere bırakılan lağımı, hava kirliliğini, trafiğin yarattığı kargaşayı görmezden geliyor.
Devasa otellerin, rezidansların yapımına doğayı katletme pahasına berdevam.
İnsan yığınları, kitlesel turizm faaliyeti diyerek binlerce yıldır korunmuş tarihi şehirleri, cennet gibi sahilleri, yemyeşil ormanları çekirge sürüsü gibi işgal ediyor.
Üstelik bunun bir turizm faaliyeti olduğunu düşünüyorlar. Aslında bütün mesele sosyal medyaya konulacak üç beş kare fotoğraftan fazlası değil. Yerel turist rehberleri, yolda Instagram ya da TikTok molası veriyor. Geri kalanı ile zaten çok fazla ilgilenen de olmuyor.
Ama burada 100 milyarlarca dolarlık bir ekonomik büyüklük söz konusu.
Bu pastadan pay almak istemeyen yok gibi.
Özellikle az gelişmiş ya da gelişme yoktu olan ülkeler için yeter ki para gelsin, yeter ki turistler ceplerindeki dolarları bıraksın vaziyeti söz konusu.
Bu mesele özellikle Güneydoğu Asya için kritik bir noktaya gelmiş.
Çevre kirliliği inanılmaz boyutlarda.
Cennet misali doğal zenginliklerini yok etme pahasına takıntılı biçimde sanayileşme gayreti içindeler.
Bunun, endüstriyel turizmin yıkıcı ve kirletici etkisiyle çarpılması, ülkeleri adeta toptan bir yok oluşa doğru sürüklüyor.
Mesela, Vietnam'ın Da Nang şehrinin sahilleri inanılmayacak güzellikte.
Kilometrelerce uzanan bembeyaz kumsalları var. Batı'dan gelen milyonlarca turist buralarda tatil yapıyor. Avrupa'nın büyük şehirlerinden kaçıp gelip yerleşenler de azımsanmayacak sayıda.
Hasbelkader buradan Saigon'a uçarken Da Nang Körfezi'ni havadan görme şansım oldu. Uçağın penceresinden aşağı baktığım zaman dehşete düştüm. Geminin biri arkasında kilometrelerce uzunluğunda sarı bir iz bırakarak ilerliyordu. Belli ki körfeze sintine çekmiş ya da kimyasal atık bırakmıştı.
O kumsalların hemen arkası, Miami'yi aratmayacak şekilde gökdelenlerle dolu. Bu binaları yapmak için güzelim palmiye ormanlarını yok etmişler.
Buralardaki gayrı menkulleri kimler alıyor, tabi ki açlıktan nefesi kokan gariban Vietnamlılar değil.
Zengin Çinliler, Araplar, Rus oligarklar, Avrupa'yı haraca kesen Sırp ve Arnavut mafyası buraların yeni sakinleri.
Ünlü Halong Körfezi'nde istiridye çiftliklerinin neden olduğu kirlilik öyle büyük boyutlarda ki gezi teknelerinin güvertesinden baktığınızda kilometlerce kirli atığın denizin üzerinde yüzdüğünü görüyorsunuz.
Buradaki istiridye çiftlikleri turistlere satılan incilerin üretildiği yerler. Avrupalı turistlerden ya da zengin Araplardan gelecek birkaç yüz bin dolar için dünyada eşi benzeri bulunmayan bir doğal güzelliği geri dönüşü olmayacak şekilde yok ediyorlar.
Malezya'da da durum çok farklı değil.
Mesela, Penang adasında lağım ortalık yerden akıyor ve denize dökülüyor. Burası Malezya'nın turizm merkezlerinden biri ve inanılmaz boyutta bir çevre kirliliği var.
Şehir merkezi George Town'a yarım saat uzaklıkta Penang Bayan Lepas Uluslararası Havalimanından George Town'a gelirken yol boyunca, Intel, Dell, Motorola, Hitachi, Bosch and Seagate gibi yüksek teknoloji firmalarının fabrikaları göze çarpıyor.
Avrupa kökenli şirketlerin fabrikalarını buraya kurması sadece ucuz iş gücü nedeniyle değil. Bunlar, Avrupa Birliği'nin atıklar, özellikle de kimyasal atıklar konusundaki ağır kısıtlamalar nedeniyle Güneydoğu Asya'ya gelmişler. Malezya'da böyle kısıtlamalar pek yok. Olanlar da son derece basit.
Yani, Yaşlı Kıta temiz kalsın, senin ülken pislik içinde yüzsün yaklaşımı söz konusu...
O yüzden etraflarını fütursuzca kirletiyorlar. Batılı ülkelerden gelen turistler, kendi bıraktıkları çöpler bir yana Batılı şirketlerin kirlettiği denizlerde yüzüyor, atıklarını boşalttığı ormanlarda yürüyüş yapıyor, kimyasallarla zehirlenen tarım arazilerinden yetişen ananasları, hindistan cevizlerini, muzları yiyor.
Bunun aksi yok mu? Mesela, tarihi ve doğal değerlerine sahip çıkıp aynı zamanda turizm faaliyetinden büyük paralar kazanan ülkeler bulunmuyor mu?
Elbette var ama sayıları az. Mesela bir tanesi, komşumuz Yunanistan. Sahillerini ve tarihi eserlerini büyük bir titizlikle koruyor. Midilli gibi bazı adaları kitle turizmine açık değil. Büyük gelir kaynağı olmasına rağmen adalardaki yatak sayısını arttırmıyor, yollarını genişletmiyor, buraları imara açmıyor, yabancılara gayrımenkul satışına izin vermiyor.
Yunanistan'da denizi kirlettiğiniz zaman son derece caydırıcı cezalarla karşı karşıya kalırsınız.
İtalya da kendine göre önlem alıyor. Ama yeterli mi tartışılır. Mesela endüstriyel turizm, Venedik'i perişan etmiş. Ama Roma'daki ünlü İspanyol merdivenleri zarar görmesin diye turistlerin buralara oturmasına izin yok.
Ünlü Pompeii'ye gelen turistlerin ağırlıklı olarak konakladığı Napoli ise tabiri caiz ise kulvar dışında koşuyor. Şehir hem güvensiz hem de pislik içinde.
Peki ya Türkiye...
O'nu da haftaya bırakalım. Yazıyı bağlamadan önce Salı günü için randevu verelim, geçmiş bayramınızı da kutlayarak yazımıza şimdilik noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
22 Kasım 2024 Cuma yayın akışı: Bugün TV'de neler var?
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza