Hamas'ın Gazze’den başlattığı saldırının ardından İsrail'in, insan haklarını, savaş hukukunu ve her türlü insani değeri hiçe sayarak orantısız misillemesiyle patlak veren savaş dün dördüncü ayını doldurdu.
Hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 30 bine dayandı.
Anadolu Ajansı'nın 3 Şubat'ta güncellenen verilerine göre 7 Ekim'den bu yana İsrail saldırılarında 27 bin 131 Filistinli öldü, 66 bin 287'si yaralandı.
561 İsrail askeri çatışmalarda hayatını kaybetti.
Bu sayılar savaş devam ettiği her saat artıyor.
Gazze adeta yerle bir oldu, yaşanmaz hale geldi. Kelimenin tam anlamıyla insani kriz baş gösterdi.
Savaşın bilançosunun her geçen gün ağırlaşmasına rağmen İsrail ordusu savaşın 2024 yılı boyunca devam edeceğini açıkladı.
Dünyanın gözünün önünde bir insanlık trajedisi yaşanırken ne uluslararası kamuoyunun tepkisi ne Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrail'i durdurabildi.
Ortadoğu bir kez daha kan gölüne döndü.
Yemen'den Ürdün'e, Irak'ta Suriye'ye, Filistin'den Lübnan'a kadar bütün bölge ABD’nin başını çektiği yeni dünya düzeninin, emperyalizmin acı gerçekleriyle yüzleşiyor.
Büyük satranç tahtasının Ortadoğu'ya bakan yüzü adeta kana bulanmış durumda. Savaşın İran'ı da kapsayacak şekilde yayılması ihtimali göz ardı edilecek gibi değil.
Bu, sadece bölge ülkeleri için değil, bütün dünya açısından adeta bir kâbus senaryosu.
Gazze meselesi, 7 Ekim'den bu yana gerek haber kanallarında gerekse sosyal medyada ayrıntılarıyla ele alındı.
Siyasi, stratejik, ekonomik ve ağırlıklı olarak da askeri yönüyle hemen her gün masaya yatırıldı. Ancak ucuz hamaset ve siyasal İslamcı zihniyetin propagandist yaklaşımları dışında meselenin İsrail açısından psikopolitik yönü pek fazla tartışma konusu olmadı.
Girizgâhı böyle yaptıktan sonra yakın gözlüğümüzü takalım.
Aslında, harici meseleleri analitik olarak değerlendirenler için perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
1 Kasım 2022'deki seçimlerin ardından İsrail'de en uzun süre başbakanlık koltuğunda oturmuş siyasetçi olan Binyamin Netanyahu, ülke tarihindeki en sağcı koalisyonu kurmuştu.
Ancak hükümetin arkasında güçlü bir çoğunluk yoktu.
Buna rağmen Binyamin Netanyahu’nun Adalet Bakanı yaptığı Yariv Levin, 5 Ocak 2023'te İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yetkilerini sınırlandıran, yargının yargıçların seçimi üzerindeki etkisini azaltan ve Meclisin mahkeme kararlarını geçersiz kılmasına izin veren bir yasa planladıklarını duyurdu.
Yeni düzenlemeyle hükümet, yargıçların atanmasında tek söz sahibi olacaktı.
Belli ki Binyamin Netanyahu bütün yetkileri elinde toplamak, yargının denetiminden kaçmak ve tek adam olarak İsrail’i yönetmek istiyordu.
Daha önce yolsuzluktan hüküm giymiş koalisyon ortağı Arye Deri’nin bakan olarak görev yapmasına izin veren tartışmalı yasayı onaylaması ülkede bardağı taşıran son damla oldu.
İsrail kısa süre içinde adeta barut fıçısına döndü. 8,5 milyon nüfusu olan ülkede, 80 bin kişi sokaklara çıktı.
İsrail halkının tepkisi aylarca dinmediği gibi artarak devam etti. Herkes, olmuş armut gibi Binyamin Netanyahu hükümetinin düşmesi beklerken, 7 Ekim'de birileri düğmeye bastı ve Hamas İsrail'e saldırdı.
Sonrasını biliyorsunuz.
Acımasızca bir misilleme ve yerle yeksan olan Gazze...
İsrail'deki dinci ve ırkçı kitle, yani toplumun azımsanmayacak bölümü Binyamin Netanyahu'yu iktidara taşımamış olsaydı, bunlar yaşanır mıydı?
Çok fazla sorgulanmadı ama Ortadoğu’da demokrasiyle yönetilen iki ülkeden biri olan İsrail’de siyaset çeyrek yüzyıldan kısa bir süre içinde nasıl bu kadar dinci, ırkçı zemine oturabilmişti.
Bunu sadece güvenlikçi politikaların sürekli gündemde tutulması ve korku ikliminin beslenmesiyle açıklamak mümkün mü?
Bu soruların cevaplarını yakın tarihte arayabiliriz.
Aslında İsrail kurulduğu günden bu yana hep koalisyon hükümetleriyle yönetilmişti. Bu nedenle İsrail siyaseti kısa tarihi boyunca hep “uzlaşma” üzerine şekillendi. Koalisyon hükümetleri, İsrail siyasi kültürünün esas unsuru oldu.
Yahudi toplumunun, İsrail devletinin kurulmasından sonra dünyanın hemen her bölgesinden gelen göçlerle çeşitlenmiş olması, uzlaşma kültürünü besledi.
Meseleyi siyasi, stratejik açıdan değerlendirirsek, Arap coğrafyası içinde varlığını sürdürebilmesi, güçlü kalabilmesi için İsrail’in uzlaşma kültürü geliştirmesi kritik önemi haizdi.
Zaten, Yahudilerin siyasi tarihinde “lider” veya “tek adam” anlayışı yoktu. Tarih boyunca Yahudi siyaseti, karar alma süreçlerini bir meclise ya da bir konvansiyona devretme, bunun bir norm haline gelmesiyle olgunlaştı.
Her ne kadar modern İsrail öncesinde siyaset, diasporadaki Yahudilerin sadece “cemaat işlerini” düzenleme çerçevesiyle sınırlı gibi görünse de kolektivizm ekonomiden siyasete, toplumsal yaşamdan bireylerin günlük rutinlerine kadar Yahudi toplumunun karakteristik özelliği oldu.
Yani Yahudi toplumu binlerce yıldır kolektif hareket ediyor; tartışıyor, karar alıyor, stratejik hedeflerini belirliyor, buna göre siyasi davranış kalıpları oluşturuyordu. Bu kolektif düşünme, karar alma ve uygulama biçiminin Yahudi toplumunun “genetik kodlarına” işlediğini söylemek yanlış olmayacaktır!
Ancak ne olduysa, Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra işler değişti. 90’lı yılların ortasından itibaren, İsrail siyasetindeki uzlaşma kültürü yerini yavaş yavaş kutuplaşmaya bıraktı.
ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında dayattığı kimlik siyaseti giderek öne çıktı. Bununla birlikte İsrail'deki dinci, ırkçı siyaset gücünü arttırdı. Ülkedeki sosyal ve siyasal fay hatları kırılganlaştı.
ABD’nin dayatmasıyla tıpkı Türkiye’de olduğu gibi İsrail’de de sınıf siyaseti bir kenara kondu. Siyaseten uzlaşma kültürünü benimsemiş toplum yerini din, mezhep, etnisite gibi alt kimliklere sarılan “güçlü bir lider” yönetimi altına girmeyi tercih eden kitlelere bıraktı.
Yaklaşık 25 yıl içinde İsrail siyasetindeki rasyonel yaklaşımlar ortadan kalktı, popülizm, dincilik ve ırkçılık öne çıktı.
Kritik bir çelişkiye işaret ediyor gibi görünse de ABD’nin kimlik siyasetiyle Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme, emperyalizmin dümen suyunda olmayan Arap ülkelerini, siyasal İslam üzerinden hizaya getirme yaklaşımı, dünyada gerçek anlamda iki stratejik ortağından biri olan İsrail’i tam kalbinden vurmuştu.
Ezcümle kimlik siyaseti ve bu siyasetin doğal bir sonucu olarak güçlenen popülizm Yahudi toplumunun binlerce yıllık uzlaşı kültürünü, kolektif karar alma, birlikte hareket etme geleneğini erozyona uğrattı, ülke siyasetini kutuplaştırdı, İsrail demokrasisini sağ, ırkçı, dinci siyasetin insafına terk etti.
Planlayarak mı yaptılar yoksa Arap coğrafyasına yönelik geliştirdikleri stratejinin bölgesel yan etkisi miydi, kesin bir değerlendirme yapmak zor ama ABD’deki siyasi oyun kurucular, kimlik siyaseti üzerinden İsrail toplumunun uzlaşıyı ve kolektivizmi önceleyen “genetik kodlarını” değiştirmiş oldular.
Yazıyı bağlamadan, on puanlık uzman sualini birkaç madde halinde soralım.
Yahudi toplumu için Gazze krizi bir dönüm noktası olabilir mi?
İsrail, yeniden rasyonel siyaset zeminine döner mi?
İsrail’in tekrar rasyonel siyaset zeminine dönmesi, ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin planlarını etkiler mi?
Ya da nasıl etkiler?
Bu, ABD’nin işine gelir mi?
Yukarıda, bölgesel ve hatta küresel gelişmeleri de yakından ilgilendiren soruların cevaplarını sonraki bir yazıya bırakalım ve şimdilik noktayı burada koymuş olalım.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
Arda Güler ilk 11'de var mı? Leganes-Real Madrid maçı ne zaman?
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Kerem Aktürkoğlu Benfica - Estrela maçında olacak mı? İlk 11'de var mı?
Immobile Beşiktaş-Göztepe maçında ilk 11'de mi? Beşiktaş- Göztepe maçı ne zaman?
Bolu'da kar yağışı kazaya neden oldu, otoyol ulaşıma kapandı
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı