İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında (!) hayatını kaybetmesinden sonra, haber kanallarındaki yorumcuları pür dikkat izlerken, zihnimin zaman makinası birden beni 2006 yılına götürdü.
İsrail'in Hizbullah'a yönelik 33 gün süren “Yaz Yağmurları” operasyonu sırasında Lübnan'daydım.
İran'ın kayıtsız koşulsuz desteğini arkasına almış olan Hizbullah, İsrail'e adeta kök söktürüyordu.
Örgütün, bir devriye aracına saldırı düzenleyip iki İsrail askerini kaçırmasıyla bombanın pimi çekilmiş, İsrail ordusu hızla Lübnan'a girmiş, son 10 yılın en şiddetli hava ve deniz saldırısını başlatmıştı.
İsrail, meseleyi fazla uzatmadan Hizbullah'ı hareketsiz bırakmak ve anlaşmaya zorlamak istiyordu.
Ama evdeki hesap bir türlü çarşıya uymadı.
Her ne kadar Hizbullah sahnede olsa da bu aslında İran'ın gövde gösterisiydi. Şii hilali bir hançer gibi İsrail'in bağrına saplanmıştı.
Bu kanlı oyunda “asıl oğlan” ise Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'tı. İsrail'e karşı direnişin sembolüydü ve hatta Vahabi el Kaide'nin bile takdirine mahzar olmuştu.
Ortadoğu'da sokaklar, Nasrallah'ın posterleriyle “İsrail'e ölüm” sloganı atan insanlarla dolup taşıyordu.
Lübnan'da adeta “kutsal” ve “dokunulmaz” bir lider mertebesine yükselmişti. Hakkındaki efsanelerin bini bir paraydı.
Kimse nerede olduğunu, savaşı nereden yürüttüğünü, ne yiyip ne içtiğini bilmiyordu ama her açıklaması Şiiler arasında büyük bir heyecan dalgası yaratıyordu.
Hizbullah'ın, İsrail'e karşı kuşkusuz bir kahramanlık hikayesi vardı ama Nasrallah gereğinden fazla parlatılıyordu. İran ve Ortadoğu'daki İran destekli basın, bütün başarının Nasrallah'ın hanesine yazılması için büyük bir gayret içindeydi.
Ama Ortadoğu meselesini az buçuk kıraat etmiş olanlar bir türlü taşları yerine oturtamıyordu.
Şimdi kaseti biraz geri saralım...
Şiiler Lübnan'da hiçbir zaman siyaseten güçlü olmamışlardı. Ne vakit ki mollalar İslam Devrimi sonrasında Ortadoğu'da nüfuz alanları oluşturmaya niyetlendiler, ondan sonra Lübnanlı Şiiler ön plana çıkmaya başladı. İran, İsrail'e karşı ileri karakol görevi üstlenmesi için siyasi, askeri, ekonomik hiçbir yardımı esirgemedi.
Ama ortada bir sorun vardı.
Lübnanlı Şiiler, bir anlamda Şii siyasal İslamı’nın temeli olan ve siyasetin din kurallarına göre uygulanmasını isteyen “velayeti fakih” anlayışında değillerdi.
Lübnanlı Şiiler, Farsi bir yaklaşımdan çok Arap köklerine uygun davranıyorlardı.
Ruhani liderleri ise Büyük Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadallah'tı. Ancak Fadallah, İran İslam Devrimi'nin mimarı Ayetullah Humeyni'nin velayeti fakih mirasını sahiplenmiyordu. Üstelik, “Hiçbir Şii lider, Humeyni bile, hakikat üzerinde tekel sahibi değildir” diyerek tavrını açık açık ortaya koymuştu.
Aynı zamanda Iraklı Şiilerin Taklit Mercii olan Büyük Ayetullah Ali el-Sistani'yi ön planda tutuyordu. İran'ın Dini lideri Ayetullah Ali Hameney'e karşı mesafeliydi.
Ahval ve şeraitin bu mahiyette tezahür etmesi, 1990’ların başında İran'ı Lübnan siyasetinde yol ayrımına getirdi. Ya, bir şekilde Fadallah'ı ikna edip ona göre yola devam edeceklerdi. Ya da kendilerine yakın, velayeti fakih anlayışı ile sorunu olmayan yeni bir isim bulup onu parlatacaklardı.
Ancak, “Büyük Ayetullah” sıfatı taşıdığı için Fadallah'ı aşmak kolay olmadığı gibi Lübnanlı Şiiler dini liderlerine de bağlıydı.
İşte, İsrail'in Yaz Yağmurları Operasyonu İran'a istediği fırsatı verdi. 1992 yılında Hizbullah'ın Genel Sekreteri olmasına rağmen yıldızı bir türlü parlamamış olan Hasan Nasrallah, 33 gün süren savaşta İsrail'e diz çöktürmese bile kayda değer başarı elde etti.
İran'ın bunu köpürtmesiyle Fadallah, ikinci plana atıldı. Lübnanlı Şiiler, dini hiyerarşide çok arkalarda olmasına rağmen Nasrallah'ın arkasında hizalanıverdi.
Bu aşamadan sonra Nasrallah İran'ın borusunu daha rahat öttürmeye başladı.
Batılı bir zaviyeden bakıldığında buraya kadar meselesinin İran ve Hizbullah arasındaki ilişkilerin dinamikleri ve niteliği ile ilgili olduğu söylenebilir. Ama Ortadoğu gözlüğünü taktığımız anda molla rejiminin Makyavel'e bile rahmet okutacak pragmatizmi ile karşılaşıyoruz.
İş, İran'ın Ortadoğu siyasetindeki somut çıkarlarına geldiğinde, molla rejimi dini hiyerarşiyi çok da dikkate almıyor ve hatta bunu kendine göre şekillendirebiliyordu. Üstelik bunu binbir türlü siyasi manevra ile yapıyordu. Askeri ve siyasi stratejilerini tam bir pragmatizm üzerine kurgulayabiliyordu.
Denilebilir ki, Nasrallah sadece askeri faaliyetlerden sorumlu bir komutandı. Ama öyle olmadığını, Lübnan'daki gelişmeleri takip edenler çok iyi biliyor. Çünkü, Hizbullah içinde dini liderlik ve askeri liderlik arasında belirli bir ayırım olsa da öyle kalın çizgiler bulunmuyor.
Gelelim bugüne...
Haber kanallarında İbrahim Reisi sonrasına ilişkin senaryolar konuşulurken, molla rejiminin oyun içinde oyun kurmakta son derece usta olduğunu düşündüm. Yani, mesele sadece Ali Hamaney sonrasında dini liderliğin kime geçeceği üzerine kurgulanmış bir komplonun çok ötesinde olabilir.
Bundan sonraki süreçte hiç beklenmeyen sürpriz gelişmeler ortaya çıkarsa şaşırmayalım diyerek yazımıza noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
2025 emekli maaşı zammı belli oluyor: En düşük maaş ne kadar olacak?
Çilli Bom’un bestecisi Kenan Küçüközcan kimsesizler mezarlığına defnedildi
AKP'nin ittifak ortağı MHP'den asgari ücret ve emekli maaşı önerisi geldi
Petlas, Abdülkadir Özcan için kararını verdi
THY kara listeye aldı: Abdulkadir Özcan kimdir?
'Çember daralıyor' açıklamasının ardından Narin Güran'ın cansız bedeni bulundu
300-400 bin TL fiyat aralığında alınacak 8 araba
Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan uçakta olay çıkardı! Petlas'tan açıklama geldi
Çiçekçi cinayetinde sanık için istenen ceza belli oldu
BEDAŞ 14 Aralık Cumartesi elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı