Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,9216
Dolar
Arrow
34,0763
İngiliz Sterlini
Arrow
45,0830
Altın
Arrow
2804,0000
BIST
Arrow
9.975

Kıbrıslı Rumlar tetiği çekerse...

1997 yılıydı; Avrupa Birliği, “Gündem 2000” ile Türkiye'yi dışlamış, amiyane tabiriyle “enseye tokat...” olduğu Rumların gönlünü hoş etmenin derdine düşmüştü.

Genişleme listesinde Türkiye yoktu.

Rumlar, “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak ilk etapta genişlemeye dahil edilecek ülkeler arasında yer almıştı.

İki yıl önce Gümrük Birliği Anlaşması karşılığında önlerini açmıştık.

Rüzgar onlardan yana esiyordu.

Konsey kararını görünce Ankara'dakiler cümbür cemaat karalar bağlamıştı.

Çillerin, “1998'de Avrupa Birliği'ne tam üyeyiz” demesini pek ciddiye alan olmamıştı ama yine de kimse bu kadar erken gol yemeği beklemiyordu.

Rumlar, güle oynaya yola çıkmışken bize reva görülen dış kapının dış mandalı muamelesiydi.

Balgat'ta ışıklar sabaha kadar yanıyor, Hariciye vaziyeti kurtarmak için harıl harıl çalışıyordu.

Rumların tek başına ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ni temsilen Avrupa Birliği üyesi olması, Türkiye açısından kelimenin tam anlamıyla kabus senaryosuydu.

Bunun ortaya çıkaracağı muhtemel sıkıntıları ve sonrasına dair ihtimaliyat planlamalarının teknik analizini dinlemek bile hükümet üyelerinin tansiyonunun fırlamasına neden olmuştu.

Hatta, kafalarında kırk tilki dolandırıp kırkının da kuyruğunu birbirine deydirmemekte pek mahir olan diplomatların bile tadı öylesine kaçmıştı ki, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, kendisine verilen brifingde ortaya koyulan tabloyu dinlerken üç saat içinde birbirine kuyruk yaptığı sigaralarla üç paket Marlboro'yu bitirmişti.

Yani, ahval ve şerait böylesine namüsait bir mahiyette tezahür etmekteydi.

Morali yerle yeksan olanlar sadece Ankara'dakiler değildi. Kıbrıs'ta Denktaş'ın yüzünden düşen de bin parçaydı.

Ankara'da diplomasi kazanı kaynarken bir yolunu bulup Lefkoşa'ya, yanına gittim. Gerçekten morali çok bozuktu.

Lafa neresinden gireceğimi düşünüyordum ki Denktaş, “Çok söyledim, Gümrük Birliği başka, Kıbrıs meselesi başka diye ama dinletemedim” diye başladı.

Çiller ve Karayalçın'a yaptığı uyarılar sır değildi.

Ardından uzun uzun vaziyetin ne kadar büyük sıkıntılara gebe olduğunu anlattı. Hem Türkiye'nin hem KKTC'nin fena halde köşeye sıkışacağını vurguladıktan sonra “Rum, arkasını güvenceye alırsa, silahını bize çevirmekten hiç çekinmez” dedi.

Çok şaşırmıştım, “Cesaret edebilirler mi?” diye sordum.

“Hiç kuşkun olmasın. Yeter ki, arkalarına alacakları kim varsa, Türkiye'nin müdahalesini engelleyecek gücü olsun” cevabını verdi.

O dönemde Avrupa Birliği'nin hem askeri olarak Rumlara güvence vermeye niyeti yoktu hem de Türkiye'yi açıktan karşısına alacak cesareti.

Üstelik Türkiye, yaşlı kıtanın savunmasını emanet ettiği NATO'nun en güçlü ülkelerinden biriydi. Ayrıca Kıbrıs'ta güvenlik ve garanti anlaşmaları yürürlükteydi ve Türkiye'nin KKTC üzerinde fiili koruması vardı.

Ama Denktaş'ın kastettiği Avrupa Birliği değil, ABD'deydi. Bunu sonraki yıllarda anlayacaktım.

O zaman açık açık ABD'ye işaret etmemişti ama beş yıl sonra kurduğu bir cümle ile hızlı bir aydınlanma yaşamıştım.

11 Eylül saldırılarından sonra uluslararası dengeler değişmiş, ABD önce Afganistan'ı ardından Irak'ı işgal etmişti.

BOP'la beraber bölgeyi yeniden şekillendirmeye başlamıştı.

Ortadoğu'da kazan kaynarken 2004 yılı başında diplomasinin merkezi Kıbrıs olmuştu. Annan Planı müzakerelerinde tabiri caiz ise kan gövdeyi götürüyordu. Hem Türkiye'deki siyasal İslamcı iktidar hem Avrupa Birliği hem de ABD, sıkıştırıyordu ama Denktaş, üç cepheye karşı da büyük bir dirençle mücadele ediyordu.

Bir akşamüstü Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın kapısının önünde turalarken, avluda Denktaş'ı gördüm. Koşarak yanına gittim, güncele dair bir iki soru sordum.

Laf lafı açtı sonra, “Eğer ABD, Kıbrıs'taki taraflara eşit mesafede durmaktan vazgeçip Rumlarla işbirliğine giderse, işimiz çok zor olur” deyiverdi.

Denktaş, Irak işgali sonrasında dengelerin değiştiğinin, Kıbrıs'ın öneminin çok daha fazla arttığının farkındaydı. ABD'nin Doğu Akdeniz'de gücünü fazlasıyla gösterme niyetinde olduğunu biliyordu. “Türkiye'ye rağmen” Rumlarla stratejik bir yakınlaşma içine girmesini pek mümkün görmüyordu ama kafasının bir köşesinde böyle bir ihtimalin olduğu belliydi.

Aradan 20 yıl geçti, devran döndü.

10 Eylül'de Kıbrıslı Rumlar ve ABD, ikili savunma işbirliğine dayalı yol haritasının belirlendiği bir anlaşmaya imza attı. Pentagon'un açıklamasını okuyunca “Acaba” dedim, Denktaş'ın o zaman korktuğu şimdi bizim başımıza mı geliyordu!

Atılan adımın Doğu  Akdeniz'de dengeleri alt üst edeceğini görmek için yakın gözlüğü takmaya gerek yok.

ABD'nin bundan sonra Kıbrıs meselesinde artık açık bir şekilde taraf olacağı ortada.

Yol haritasında, ayrıca iki tarafın askeri güçlerinin “birlikte çalışabilirliğin ilerletilmesi” hususu da var. Bütün bunlar, Rumların fiilen  ABD'nin güvenlik şemsiyesi altına alınması demek.

Washington'daki çok bilenlerin tüm riskleri göze alarak Rum tarafına neden böylesine bir destek verdiği sorusunun cevabını bir başka yazıya bırakalım ama meseleyi Yunanistan'ın ABD ile yaptığı askeri işbirliğiyle birlikte okuduğumuzda vaziyetin son derece ciddi olduğunun da altını çizelim.

Ez cümle öyle görünüyor ki kısa bir süre sonra ABD, Akdeniz ve Ege'de Türkiye'yi adeta kıskaca alacak.

Anlaşma, sözüm ona iki taraf arasında temel güvenlik kaygıları ile ilgili yapılabilecek işbirliği unsurlarını kapsıyor. 

Rumların “güvenlik kaygısının” ne olduğu zaten malum. Onlar için bütün mesele Ada’daki Türk askeri.

Denktaş'ın dediği gibi “Rum eğer arkasını ABD'ye yaslarsa ve buna güvenip tetiği çekerse” ne olur; aslında zurnanın zırt dediği yer burası. İşte o zaman Türkiye, ABD ile karşı karşıya gelir ki, bugünkü şartlar dikkate alındığında sonrası bizim hiç de kolay olmaz.

O çok sevdikleri Abdülhamit'in 1878'de İngilizlerin insafına terk ettiği Kıbrıs Türkleri, 1974'te Ecevit'in kararlı tutumu sayesinde yok olmaktan kurtulmuştu.

Bugün Türkiye'yi idare edenler, Kıbrıs Türkü’nün bekası söz konusu olduğunda, iktidarlarının garantisi olarak gördükleri ABD'yi karşılarına alma cesaretini gösterebilirler mi? Bunun sonuçlarına katlanabilirler mi?

Yoksa mevcut neo hamidyen rejim zorda kalırsa ağababaları gibi Kıbrıs’ı gözden çıkarır mı, diye soralım, cevabını okuyucunun ferasetine bırakıp yazımıza noktayı koyalım.