Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.367

Omurgasız diplomasi, tornistan ve saygınlık üzerine

Beklenen oldu!

Erdoğan, defalarca "darbeci", "katil", "zalim", "firavun", "tiran", "asla görüşmem" dediği, üstelik 2019 yerel seçimlerine siyasi malzeme yaptığı Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ile Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da biraraya geldi.

Biraraya gelmekle de kalmadı, "Sisi'nin Gazze için gayretleri takdire şayan" diyerek kendisine övgüler yağdırdı.

Oysa daha önce katıldığı bir televizyon programında "Ben böyle bir kişiyle asla görüşmem. Her şeyden önce onun bir defa genel afla içerideki bütün bu insanları serbest bırakması lazım. Serbest bırakmadığı sürece biz kalkıp Sisi’yle görüşemeyiz. Görüşenler de tarihte farklı bir şekilde değerlendirilecektir" demiş, kapıları kapatmış, üstüne kilit bile vurmuştu.

Sonra gün oldu, devran döndü, genel af çıkarmadığı, hiç kimseyi serbest bırakmadığı halde kendisi ile masaya oturdu. Sisi'nin dönüp "Arkadaş, arkamdan o kadar attın, tuttun, demediğini bırakmadın, şimdi gelip hangi yüzle karşımda duruyorsun" demiş midir, bilmiyoruz ama Erdoğan'ın görüşme sonrası kameralara yansıyan görüntüsü kuşkusuz dünya siyasi tarihine geçmiştir.

Sisi örneğinde olduğu gibi diplomaside bugün ak dediğine yarın kara demesini artık kimse yadırgamıyor.

Hatta az buçuk Erdoğan'ı tanıyanlar, şaşıranlara şaşırıyor.

Amma velakin, asıl şaşırtıcı olanın Erdoğan'ın dış politikada tornistan etmesi değil; etmemesi, herhangi bir sözünün arkasında dirayetle durması, sözünden geri adım atmaması, ilkeli davranması olduğunu artık hepimizin öğrenmiş olması gerekiyor.

Maalesef en iyi ihtimalle toplumun en az yarısı bu meselelere ilişkin umursamazlık içinde. 

Balık hafızalılık deyip geçmeyelim, toplumun kahir ekseriyeti, Erdoğan'ın dış siyasette yaptığı açıklamaların içeriği ile hiç ama hiç ilgilenmiyor.

Erdoğan'ın dün kime ne dediği, onlar için çok önemli değil; önemli olan bugün söyledikleri.

Efsane dansöz Nesrin Topkapı'yı bile solda sıfır bırakan kıvraklığıyla saray medyası, Banker Bilo'daki o muhteşem repliği tekrar eder gibi "Söyledi, evet söyledi. Ama bir sor bakalım neden söyledi?" diyerek zaten inanmaya gönüllü olan AKP seçmenini ikna etmek için her daim görevinin başında.

Reis'in dönüş hızına ümmetin yetişmesi için ellerinden geleni yapıyor, hakkını teslim edelim. 

Bolca din, iman, bayrak, ezan hamasetiyle doyurduğu, tatmin ettiği ve hatta uyuşturduğu seçmeninin kafasında bugüne kadar herhangi bir soru işareti filizlenmedi. Filizlendiyse bile yeşerip büyümedi.

Süleyman Demirel'in pragmatizmin kitabında ön söz olacak nitelikteki, "dün dündür, bugün bugündür" sözünü kendisinin iç siyasetteki manevra kabiliyetine bağlasak bile dış siyasette son derece hassas olduğu, kılı kırk yararak konuştuğu biliniyor.

Oysa Erdoğan, tek adam rejimiyle kendisini eleştiriden ve sorgulamadan azade kıldığı için dış siyasette sürekli topun gelişine vuruyor.

Gol olup olmaması hiç önemli değil.

Tribünlerden gelen alkışlar nasıl olsa seçim sandığına oy olarak yansıyor. 

Sonrası Allah kerim.

Erdoğan, 22 yıldır bu alanda istediği gibi at koşturdu, dış siyasetten topladığı malzemeyi bir güzel iç siyasete tahvil etti. 

Siyasi felsefesini anlamak için sadece üç gün önce söylediği sözlerden beş gün sonra nasıl geri atım attığını, zoru görünce nasıl geri vitese taktığını incelemek yeterli!

Bütün bu yalpalamasının, dün söylediğini bugün inkar etmesinin, sıradan sokaktaki vatandaşın bile ağzına almakta imtina edeceği cümleleri bir başka ülkenin liderine söylemesinin, hamasetin dozunu arttırıp azaltarak diplomasi yaptığını sanmasının faturası kendisine hiç çıkmadı. 

Ama bu fatura öyle ya da böyle Türkiye'nin önüne konuyor. 

Ödemek her halükarda bize kalıyor.

Siyasi algoritması sadece seçim kazanmak olduğu için dış siyasete bu zaviyeden bakıyor. Diplomasiyi kendi iktidarını sürdürmesine yarar sağlayıp sağlamayacağından öte bir bakış açısıyla ele almıyor.

Türkiye'nin stratejik konumunun önemi, ülkenin ulusal çıkarları, onuru gibi kavramların öyle pek fazla bir kıymeti harbiyesi yok kendisinin gözünde!

İktidara geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün dış politika birikimini haylaz bir mirasyedi gibi har vurup harman savurdu.

Türkiye'nin dengeli, güven üreten, akılcı dış politikasını bitirdi.

Sonuç ortada!

Ne yazık ki Türkiye'nin artık ne küresel ne de bölgesel ölçekte bir ağırlığı sözkonusu. İçeride "Dünya lideri" safsatası zemin buluyor olsa da Türkiye'nin uluslararası alanda saygınlığı dibe vurmuş durumda. 

Bunu anlamak için sadece yabancı ülkelerin sınır kapılarında Türk vatandaşlarının maruz kaldığı muamelelere bakmak bile yeterli.

Pasaportumuzun değeri neredeyse hiç kalmadı. 

Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyanlar, sadece Batılı ülkelerin değil, haritadaki yerini çoğu insanın bilmediği ülkelerin pasaport polisleri tarafından itilip kakılıyor.

Avrupa ülkeleri, bırakın Schengen vizesini, başvuru için randevu bile vermez oldu.  

Danimarka, açıkça Türkiye'den turist de olsa hiç kimseyi istemiyoruz dedi. 

Avrupa Birliği üyesi olmayan Moldova bile Türkler ülkelerine gelsin istemiyor. Moldova, şarap festivali izlemek için gelen gastronomi yazarı Ebru Erke ve gazeteci arkadaşı Paul Benjamin Osterlund'u kapıdan içeri almadı, geri gönderdi. "Burası turistik bir ülke değil, bir daha gelmeyin" dediler.

Türkiye ile arasında vize muafiyeti olan Nikaragua Türk vatandaşlarını ülkesine sokmuyor, eğer ki pasaportlarında ABD ya da Schengen vizesi olmasın. Gerekçesi, Türk vatandaşlarının Orta Amerika üzerinden Meksika'ya geçip ABD'ye sığınıyor olması. 

Resmi olarak vize istemeyen Japonya ve Güney Kore, Türk vatandaşlarına pasaport kontrolünde kök söktürüyor.

İnsanlar, sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıdıkları için sınır kapılarında horlanıyor, küçük düşürülüyor. 

Yakın dönemde, Sırbistan, Karadağ ve Bosna Hersek de Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlayacak.

Tablo bu!

Türk insanı açık hava hapisanesine mahkum ediliyor.

Maalesef, harici işlerde ahval ve şerait son derece namüsait bir mahiyette tezahür etmekte.

Meselenin Türkiye'nin bekasını da ilgilendiren stratejik boyutu ise çok daha vahim bir tabloyu ortaya koyuyor.

Bunu da başka bir yazının konusu yapalım diyerek şimdilik noktayı koyalım.