Tayyip, koltuğunu bırakmamak için Kürtçüler'le ince ince pazarlık yaparken bir baktık ki meğerse Barzani de işin içindeymiş.
Öyle, böyle değil!
Hatta denilen o ki Apo, İmralı'ya gelecek heyete Ahmet Türk'ün dahil edilmesini isteyince, bizimkiler Barzani'ye, “zatı alileriniz tensip buyuyurlar mı?“ diye sormuşlar, O da “münasiptir“ cevabını vermiş!
Sadece bu mu; yine bizimkilerin ricası üzerine PKK'nın Suriye'deki terör devletçiğinin başındaki Mazlum Kobani'yi huzuruna kabul ettiğini biliyoruz. Ne konuştular, hangi talimatları verdi filan şimdilik meçhul ama bu süreci iktidar ile birlikte yürüttükleri ortada.
Yılların kurt siyasetçisi ile iş tutmak öyle kolay değil. Kimse, dünyadan bihaber ihtiyar aşiret reisi filan diye düşünüp aldanmasın!
Nasıl mı, yakın tarihten küçük anektodlarla anlatmaya çalışalım.
24 yıl öncesi;
11 Eylül saldırıları olmuştu.
Bütün dünya dehşet içindeydi.
Ecevit hükümeti, ilk şoku atlatır atlatmaz, bu meseleyi öncelikli gündem maddesi yapmıştı.
O vakit, daha sosyal medya hayatımıza zuhur etmediği için gazetelerde ve haber kanallarında, Amerika'nın Saddam'ı hedef tahtasına koyduğu, Irak'a müdahale edeceği ve bağımsız bir Kürt devleti kurduracağı yorumları yapılıyordu.
Amerika, Ortadoğu'daki varlığını pekiştirmek için Irak'ı hedef almaya çoktan karar vermişti. Üstelik, planlamaları içinde Iraklı Kürtler en kritik noktada yer alıyordu.
Ecevit hükümeti son derece rahatsızdı.
Apo'nun yakalanıp hapse atılmasının üzerinden iki yıl geçmiş, terör neredeyse bitme noktasına gelmişti. Amerika, Kürtler üzerinden Ortadoğu'da kendi alî çıkarlarını önceleyen yeni bir düzen kurmanın derdine düşmüştü.
İşte bizim açımızdan zurnanın zırt dediği yer burasıydı.
Ayrılıkçı siyaset yeniden hareketlenebilir, terör hortlayabilirdi.
Kritik günlerden geçiyorduk.
O vakit, Türkiye'den pek fazla yüz bulamayan Barzani ilk elden böyle bir projelerinin olmadığı konusunda Hariciye'yi ikna etmek için çırpınmaya başlamıştı. Türkiye ile doğrudan cepheleşme içine girmek istemiyordu. Bizimkileri pişpişleyip uyutabilirse, vakit kazanabilirdi.
Yeğeni Neçirvan'ı 2 Ekim 2001'de Avrupa'ya gönderirken, “Ankara'ya da uğra, Türkleri ikna etmeden dönme“ diye tembihledi.
Amcasının talimatı üzerine Müsteşar Uğur Ziyal'e, "Kürt devleti kurma planımız yok" dedi.
Gazetecilere, "Özellikle medyada bizim bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmayı amaçladığımıza yönelik bir kampanya yürütülüyor. Bizim durumumuzda ve pozisyonumuzda bir değişiklik yok. Biz, Kürt sorununun Irak'ın bütünlüğü içinde demokratik olarak çözümünü istiyoruz" açıklaması yaptı.
Pek inandırıcı değildi. Yine de ertesi gün gazeteler, "Iraklı Kürtlerden Ankara'ya güvence" manşetleriyle çıktı.
Barzani, bu tarihten 16 yıl sonra bağımsızlık referandumu yapmakta bir sakınca görmeyecekti.
Neçirvan'ın söylediklerinin aksine meseleyi, Irak'ın toprak bütünlüğü içinde çözmek istemedikleri aşikardı.
Yani, ortada hep bir "vaktini bekleme" vaziyeti vardı. Gün olacak, devran dönecek ve eski çamlar bardak olacaktı.
Bunlar, gizli saklı değil, o vakit çıkan gazetelere bakan herkes görebilir.
Devam edelim...
Saddam da Türkiye ile benzer kaygıyı taşımaktaydı.
Aynı yılın yaz aylarında, BM ambargosunun kıskacından kurtulmak için Barzani ile Talabani'ye diyalog çağrısında bulunmuştu. Kürtler'le Bağdat arasında kurulacak temasın Amerika'yı tamamen durdurmasa da elindeki bahanelerden birini ortadan kaldıracağı, bunun da savaşı önlemede kendisine yarar sağlayacağı hesabını yapıyordu.
Evde yaptığı bu hesabın çarşıya uymadığını anladığında zaten çoktan iktidarını kaybetmiş olacaktı.
1991'deki Körfez Savaşı'nın ardından başlayan isyan sonrasında merkezi yönetim ile Kürtler arasında iplerin tamamen kopmuş olması Amerikalıların işini kolaylaştırıyordu.
Saddam, Kürtlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak Talabani ve Barzani'yi yeniden Bağdat'ın yörüngesine almak istemekteydi.
Böyle düşünerek Barzani'yi Bağdat'a çağırdı.
13 Kasım 2001'de masaya oturdular. Kürtler, topu taca atıp meseleyi zamana yaymanın derdindeydi. Nasıl olsa Amerika gelip Saddam'ın tepesine binecekti. Sorunların diyalog, çalışma ve karşılıklı ikna yoluyla çözümlenebileceği filan diye gevelediler.
Diplomatik üslupla kurulan cümlelerin çok fazla anlamı yoktu.
Saddam hepsini dinledi ve sonra açık açık dedi ki:
"Siz bizimle diyalog kurmak yerine, Amerika ve Siyonistlerle diyalog kuruyorsunuz. Bizim amacımız, Kürt halkıyla diyalog kurmaktır. Kuzey bölgesindeki Kürt halkının yabancı ajanlara olan inanç ve bağlılıklarının sarsılmasını bekliyoruz"
Sıra, Ortadoğu'ya has tiyatronun ikinci perdesine gelmişti.
Barzani tayfası, Saddam'ı dinledikten sonra kendisine Irak'ın birlik ve bütünlüğünü simgeleyen (!) bir kılıç ile kalkan hediye etti.
Oysa, Irak'ın birlik ve bütünlüğüne en büyük tehdidin, bizzat kendisi olduğu gerçeği bugün olduğu gibi o gün de ortadaydı.
Saddam aynı ayın sonunda Kürt gruplara diyalog çağrısını tekrarladı. Amerikan tehlikesinin yaklaşmakta olduğunu görebiliyordu. Elini çabuk tutması lazımdı.
Kısa süre sonra Kürt ileri gelenleriden Fuad Arif‘e "Önemli olan diyalog. Kürt halkı bizim halkımız ve Iraklılar arasında nifak tohumu ekmeye çalışanlar eleştirilmelidir“ demiş, 29 Kasım'da da Barzani'den olumlu cevap gelmişti:
"Kürt sorununu çözmek için Bağdat ile diyaloğu kabul ediyoruz. Biz barıştan yanayız. Savaş istemiyoruz. Biz sorunların barış ve diyalogla çözülmesini istiyoruz. Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurmaktan yana değiliz“
Ne kadar tanıdık cümleler değil mi!
Sanki ortada bir bahar havası, bir balayı muhabbeti vardı!
Tabii, bunu farkeden Amerikalılar hızlıca harekete geçti, Hariciye'nin cin gibi diplomatlarından biri olan Ryan Crocker alelacele Irak'ın kuzeyine gitti, “sakın haaa“ diyerek Kürtlerin kulağını bir güzel çekti.
Ondan sonra oturup Saddam'ı nasıl deviririz diye konuştular, planlarını, projelerini revize ettiler.
Oysa Barzani'nin başından beri merkezi yönetimle anlaşmak gibi bir derdi yoktu. Bağdat'la yakınlaşma görüntüsü verip işi biraz ağırdan alan Amerikalıların acele etmesini sağlamak istiyordu.
Başardı da.
Amerikalılar, “eyvah, bunlar anlaşıyor galiba“ diyerek paçaları tutuşmuş halde soluğu Erbil'de almışlardı.
Ama asıl dikkat çekici olan bütün bunların, Kürtlerin Saddam'a Irak'ın birliğini ve bütünlüğünü simgeleyen kılıç ile kalkan hediye etmesinden sonraki bir ay içinde olmasıydı.
Barzani, rejimi devirmek için bölgeye gelen Amerikalı yetkilileri ağırlamış, onlarla işgal planları yapmakta sakınca görmemişti. Üstelik diyalog çağrısını kabul ettikten bir ay sonra, "Baas rejiminin Araplaştırma politikasının önlenmesi" için komisyon kurulması talimatı vermiş ve sonrasında Bağdat'a karşı nefret dolu açıklamalar yapmaya başlamıştı.
Burası Ortadoğu'ydu, verilen sözlerin çok fazla değeri olmadığı gibi herkesin cebinde tuttuğu gizli bir ajandası vardı.
Sonrasını zaten hepimiz biliyoruz. Amerika, işbirlikçi Kürtlerin desteği ile Irak'ı işgal etti, Baas rejimini devirdi. Saddam ömrünü darağacında tamamladı.
Barzani adım adım resmen ilan edilmemiş Kürt devletini kurdu. Üstelik bunu yaparken, Türkiye'deki siyasal islamcıların desteğini de bir güzel aldı.
Şimdi, aynı oyunun ikinci perdesi oynanıyor.
Barzani bu kez yardımcı erkek oyuncu değil, sanki başrolde!
Emperyalizmin "Büyük Kürdistan Projesi" için geri sayım sürerken, yurdum insanı gelişmeleri çekirdek çıtlayarak seyretmekle yetiniyor.
Yazıyı bağlamadan, dünü bilmeyen bugünü anlayamaz, bugünü anlamayan yarını göremez, diyelim ve noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
Beşiktaş kazandı, UEFA ülke puanı sıralaması güncellendi
BEDAŞ 23 Ocak'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
23 Ocak Perşembe günlük burç yorumları: Bugün burçları neler bekliyor?
Yakın tarihten çıkarılacak dersler: Barzani, Saddam'ı nasıl ters köşeye yatırdı!
Hacı Sabancı'nın oğlu 4 yaşındaki minik Uzay'ın yüzü ilk kez görüntülendi
Grand Otel'in ortağından tepki çeken paylaşım!
Grand Kartal Otel yangınının göz göre göre geldiği diyalog ortaya çıktı
Narin Güran cinayetinde yeni gelişme!
Hesap sormadıkça, sanırsınız ki, hep tanımadıklarınız ölecek!
AKP'li Tayyar'dan Bolu'daki faciayla ilgili partisini kızdıracak çıkış