Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6287
Dolar
Arrow
34,8925
İngiliz Sterlini
Arrow
44,3362
Altın
Arrow
3006,0000
BIST
Arrow
10.125

Araştırmanın geleceği, geleceğin araştırması

Geçtiğimiz hafta Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinde İLab’ın (İletişim Araştırmaları ve Uygulama Laboratuvarı) resmi açılış etkinliklerini gerçekleştirdik. Üç gün boyunca çok güzel oturumlar, sunumlar ve atölye çalışmaları gerçekleştirildi. 

Ben otuz altı yıl önce asistanlığa hocalarım Ateş Vuran ve Ahmet Lütfü Orkan’ın kurduğu İSKAR’da (İstatistik ve Kantitatif Araştırmalar Merkezi) başlamıştım. Kapandığı 1997 yılına kadar bu merkezde üniversite içinden ve dışından yüzlerce araştırmacıya bilgisayar destekli analiz desteği hizmeti verdik. Orada araştırma konusunda çok tecrübe edindim ve bunları elimden geldiğince öğrencilerim ve meslektaşlarımla paylaşmaya çalıştım. Ama o merkezde gerçekleştirdiğimiz kollektif çalışmanın ve iş birliğinin eksikliğini hep hissettim. 

Şimdi, fakültemizde açtığımız bu laboratuvar ile sosyal bilimler alanında ve özellikle iletişim bilimlerinde çok önemli olan iki unsuru yerine getirmeye çalışacağız. 

Birincisi, araştırma yöntemlerini karma yöntemler yaklaşımıyla ele alarak projeler yapmak ve özellikle lisansüstü eğitim alan gençleri bilgilendirmek. İkincisi de dönüşen (ve büyük oranda dijitalleşen) sosyal hayatımızı ve bunun görünür olmasında ve paylaşılmasında başrolde olan (dijital) medya sektörünü daha iyi anlamaya çalışmak. 

Bunları yapabilmek için ise sosyal yaşantımızın birbirine bağlı olaylar ağı olduğunu anlamak ve bu ağdaki örüntüleri (pattern) görerek içgörü (insight) oluşturabilmemiz gerekiyor. 

Peki bunu nasıl yapacağız? Bu çok genel soruyu şöyle daha belirli hale getirebiliriz: İletişim araştırmaları eğitimini akademide nasıl veriyoruz, nasıl vermeliyiz?

Bunun hızlı ve kısa cevabını vermek gerekirse, nicel ve nitel yöntemleri birlikte kullanan karma yöntemler yaklaşımıyla diyebiliriz. Henüz sosyal olaylardaki sevgi, öfke, niyet, korku, inanç, bağlılık, kıskançlık ve bunlar gibi belki yüzlerce çeşit duyguyu (değişkeni) tam olarak hassas bir şekilde ölçemiyoruz. Ancak çok kabaca, “daha az – daha çok – en az – en çok” diye sıralayabiliyoruz. Bu tür verilerin analizleri yapıp örüntüleri ortaya çıkarmak için Bilgisayar Destekli Nitel Veri Analiz Yazılımları kullanıyoruz. 

Öte yandan, internette ve sosyal medya platformlarında giderek daha fazla zaman geçirdiğimiz için bu mecralardaki dijital izlerimiz yani paylaşımlarımız nicel olarak ölçülebilir hale geliyor. Genel yapay zekâ teknolojileri bu konuda önemli ilerlemeler kaydediyor. OpenAI firmasının son ürünü GPT-4o buna güzel bir örnek oluşturuyor. İsmindeki o harfi “omni” yani “her şey” anlamına geliyor. Nicel verilerin analizlerini yapıp örüntüleri ortaya çıkarmak için de İstatistik Yazılımları kullanıyoruz. 

Bu iki tür analiz yönteminin kesişim kümesinde ise sosyogramlar da dediğimiz Sosyal Ağ Analizi Yazılımları yer alıyor. Bu kaçınılmaz çünkü sosyal ilişkilerimizi bağlantıda olduğumuz kişi ve kurumlardan oluşan ağlarda yaşıyoruz. Aktivist hareketlerin gelişimi, toplumsal kutuplaşma, gözetim kapitalizmi ve veri ekonomisi, reklam ve müşteri ağları, pazar yapıları ve eşitsizlikler gibi çalışma alanları bu kapsamda yer alıyor. Sosyal ilişkileri anlamak, ağları anlamak ile eş anlamlıdır. 

O zaman bütün bunlar bizi nereye götürüyor? Yani araştırmanın geleceğinde ne var? Geleceğin araştırması nasıl olacak?

Nereye gideceğimizi bilmek için önce nereden geldiğimizi bilmemiz lazım. 1950’li yıllarda bilimsel araştırma yöntemleri alanında yaşanan önemli gelişmelerden biri de bilgisayar devrimi ve John Tukey’nin öncülük ettiği “keşifsel veri analizi” idi. İkinci devrim, İnternet devrimi oldu ve yavaş da olsa sosyal hayattaki “bağlantısallık” sanal ortama da kaymaya başladı. Üçüncü devrim ise hemen ardından gelen sosyal medyadaki “etkileşim” devrimi ile oldu. Şimdi ise dördüncü devrim sürecinin başlangıcındayız: Genel yapay zekâ ve bu durumdan büyük endişe duyuyoruz. 

Bütün bu devrimler geleceğin araştırmasının nasıl olacağı hakkında bana şöyle bir fikir veriyor: Artık “geleneksel” sosyolojinin “dijital” sosyolojiye dönüşmesi kaçınılmaz oldu. Bunun ayak sesleri de var. Hesaplamalı Sosyal Bilimler (Computational Social Sciences) diye bir alanda çok önemli çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalarla bir anlamda ölçme hassasiyetimizi arttırıyoruz. Daha iyi ölçebiliyoruz ve böylece daha iyi anlayabiliyoruz. Belki de bu Arşimet’in “bana bir kaldıraç verin dünyayı yerinden oynatayım” sözündeki kaldıraç olabilir…