Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Atatürk’ün güvenlik politikaları

Güvenlik meselesi Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son yüzyılında kronik bir sorun olagelmiştir. Osmanlılar, 19. Yüzyılın başından itibaren ülkenin toprak bütünlüğünü korumaktan aciz hale gelmiş ve ardı ardına gelen saldırılar ve milliyetçilik temelli isyanlar yüzünden ellerindeki toprakların büyük çoğunluğunu zaman içerisinde kaybetmişlerdir. 1912’den 1922’ye kadar süren savaş dönemi de Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karışmasıyla son bulmuştur.

Osmanlı’dan kalan bu karanlık güven(siz)lik mirası, cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda ülkedeki tüm vatandaşları kaygılandıran bir unsurdu. Ancak Mustafa Kemal Atatürk dış politika tarzıyla güvenlik sorununu kökten çözmüş ve bu sayede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Osmanlıların yaşadığı acıları hiçbir zaman yaşamamıştır.

Atatürk, Türkiye’nin güveliğini garantiye alan temelleri ilk olarak Lozan Antlaşması’nda attı. Lozan Antlaşması tamamen eksiksiz, tartışmaya yer bırakmayacak bir askeri zafer üzerine bina edilmiş bir sözleşmeydi. Bundan dolayı da imzalayan tüm taraflar için tatmin edici olmuş ve Stalin’in 1946 yılında Kars ve Ardahan’ı talep etmesi haricinde Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü hiçbir tarihte dış güçler tarafından sorgulanmamıştır. Stalin’in bu hamlesi de Stalin’den sonra gelen Sovyet liderleri için yersiz bir girişim olarak nitelendirilmiş ve tekrarlanmamıştır.

Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra da güvenlik sorununun çözümünü dış politikada aradı. Atatürk, hiçbir ülkenin güvenliğini dolaylı veya dolaysız yoldan tehdit etmeyen bir dış politika benimsemiş, bunun karşılığında da aynı dış politikayı diğer ülkelerden Türkiye’ye karşı beklemiştir. 1931 yılında dış politikasının tarzını “yurtta sulh, cihanda sulh” mottosuyla bir doktrin haline getirmiştir. Bu doktrin ile Lozan’da atılan temeller daimi hale gelmiştir. “Yurtta sulh cihanda sulh” doktrini her türlü emperyalist, şovenist ve maceracı tutumu yasaklamaktadır. Diğer ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması üzerine kuruludur ve diğer ülkelerden de aynı yaklaşımı talep etmektedir. Ancak Türkiye’nin toprak bütünlüğüne göz diken bir güce karşı geri adım atılmayacağının da altı net bir şekilde çizilmiştir. Türkiye, bu doktrinle bütün dünyaya barış vaat etmektedir, bundan dolayı da barış içinde yaşamayı hak etmektedir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” doktrini Atatürk’ten sonra başa geçen liderler tarafından da başarıyla uygulanmış ve 1961 tarihinde anayasaya girerek resmi hale gelmiştir. 

“Yurtta sulh, cihanda sulh” doktrinin yerel olduğu kadar uluslararası boyutu da bulunmaktadır ve Türkiye’nin barış içinde yaşaması kadar milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını da hedefler. Atatürk, doktrininin tüm dünya tarafından özümsenmesini arzu etmiş ve “yurtta sulh, cihanda sulh” pek çok ülkenin devlet adamları tarafından takdir edilmiştir. Ancak nihai olarak Atatürk’ün arzusunun yerine geldiği söylenemez. “Yurtta sulh, cihanda sulh” dünya genelinde kabul görmemiş ve dünya öncekinden çok daha şiddetli bir dünya savaşına sürüklenmiştir.

Türkiye nezdinde ise “Yurtta sulh, cihanda sulh” son derece başarılı olmuş ve Atatürk, dış politikaya olan yaklaşımıyla Osmanlıların çok uzun yıllardan beri çözemediği güvenlik sorununu tamamen çözmüştür. Türkiye, 1930’ların buhranlı yıllarında tüm tarafların dostu olmayı becerebilen birkaç ülkeden biri olmuş, İsmet Paşa’nın bu doktrini başarıyla uygulaması sayesinde İkinci Dünya Savaşı’ndan da uzak durmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Türkiye’nin yöneticileri Atatürk’ün izinden şaşmamış, Türkiye hiçbir zaman tehdit kaynağı bir ülke olmadığı gibi toprak bütünlüğü de tehdit altına girmemiştir.