Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Atatürk’ün medeni hukuk devrimi

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli devrimlerinden biri hukuk alanında gerçekleşti. 17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Hukuku’nun mecliste kabul edilmesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti, dine dayalı ilkel Osmanlı hukukunu terk etti ve gerçek manada çağdaşlarına denk kanunlara sahip oldu.

Osmanlı’da modern hukuka sahip olma amacıyla ilk reformlar 1838 Tanzimat Fermanı’yla yapıldı. Tanzimat reformları cumhuriyete giden süreçte son derece kilit bir rol oynamış olsa da Osmanlı İmparatorluğu dini bir devlet olduğu için Tanzimat dönemindeki hukuk düzenlemeleri İslam dininin izin verdiği ölçüde gerçekleşti. Tanzimat reformları da Atatürk’ün reformları gibi vatandaşların eşit haklara sahip olmasına yönelikti. Ancak bu amaca Osmanlı döneminde tam olarak ulaşılamadı. Yapılan değişiklikler daima bir hedefe ulaşma özlemiyle sınırlı kaldı ve hiçbir zaman hedeflenen sonuç elde edilemedi. Tanzimat reformcuları ve daha sonra iktidara gelen II. Meşrutiyet reformcuları da bu gerçeği inkar etmeyerek yaşadıkları dönemi bir “ara dönem” olarak kabul ettiler.

Atatürk geçmişteki deneyimlerden gerekli dersleri çıkarmıştı ve kendi döneminde iradesini kullanarak reformların yarım kalmasına göz yummadı. 

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra yeni bir aile kanunu hazırlanması için çalışmalar başladı ve birden fazla eş almak gibi modern dünyaya ait olmayan dini kanunlar hukuktan tasfiye edilmeye çalışıldı. Tasarı 1923’ten 1924’ün ortalarına kadar mecliste tartışıldı ve son kertede reddedildi. 1924 yılında aile kanunu hala İslam fıkıhına göre dizayn edilmişti. Bir erkek dört adet kadınla evlenebiliyordu ve poligami meselesi aile kanunun meclisten geçmemesinin temel sebebiydi.

Atatürk de kendisinden önceki reformcular gibi toplumsal bir direnişle karşılaşmıştı. Eğer meclisin kararına razı gelseydi Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemlerinde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti 1920’lerde uygar ülkelerin seviyesine çıkamayacak ve yapılan reformlar Osmanlı dönemindeki gibi “patinaj” seviyesinde kalacaktı. Ancak bu noktada Atatürk kararlı davrandı ve ipleri eline aldı. 1 Mart 1924 tarihinde mecliste verdiği söylevde hukukun ve kanunların uyulması gereken çağın koşullarıyla uyumsuzluk içinde olması halinde geleneksel olanın tasfiye edilmesi gerektiğini belirtti ve yüzyıllık inançlara bağlılıkla izlenecek bir yolun “ulusların uyanışının karşısına çıkan en vahim engel” olduğunu ekledi.

 Atatürk’ün yönlendirmesi doğrultusunda yeni bir medeni kanun hazırlanmaya başlandı ve iki yıllık bir çalışmadan sonra 17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu meclis tarafından kabul edildi. 

İsviçre Medeni Kanunu 1912 tarihinden itibaren İsviçre’de uygulamaya konulmuştu. Bu kanun Roma hukukunun ve doğal haklar felsefesinin başarılı bir sentezi varsayılarak pek çok toplum tarafından zamanının en modern medeni hukuk örneği olarak kabul edilmiştir. Türkiye’den önce ve sonra da başka ülkeler tarafından resmi olarak benimsenmiştir. 

İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulüyle ile birlikte kadın-erkek eşitliği, resmi nikah zorunluluğu, tek eşlilik, kadınların hiç kimsenin onayı olmadan istedikleri işe girebilmeleri, mahkemede tanıklık, miras ve boşanma gibi hukuki meselelerde kadın-erkek eşitliği resmi olarak devlet tarafından tanındı. Patrikhaneler dahil olmak üzere din adamlarının hukuk ve adaletin uygulanmasına yönelik yetkileri ellerinden alındı. Şeriat mahkemeleri kaldırıldı ve hukuk işleri tamamen profesyonel kişilerin eline bırakıldı. Din kuralları, gerek Müslüman gerekse gayr-ı Müslim olsun hukuk nezdinde vatandaşların aralarındaki ve devletle olan ilişkilerinin dışına itildi.

Hukuktaki reform, saltanat ile hilafetin kaldırılması ve 1908’de gerçekleşen anayasal yönetime geçiş sürecinin tamamlayıcısı olmuştur. İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmemesi halinde Osmanlı’nın çağ dışı kanunları hala geçerli olacağı için saltanatla hilafetin kaldırılmasının teknik olarak çok bir manası olmayacaktı. Medeni hukuk reformu ile Türkiye’nin çağdaşlaşması önündeki en önemli engel kalkmış oldu.  

Atatürk’ün kendisinden önceki reformculardan farkı hiçbir şekilde ideallerinden taviz vermemesi ve sonuçları her ne olursa olsun yapılması gereken reformları eksiksiz bir şekilde yapmasıdır. Hukuk reformu belki de Atatürk’ün en sert direnişle karşılaştığı devrimiydi. Ancak Atatürk önceki reformcuların aksine hiçbir reformu yarım yamalak kabul edecek bir lider değildi. Kararlı tutumuyla medeni hukuku eksiksiz bir şekilde meclisten geçirtti ve bu sayede Türkiye – ilk üç yılı hariç - hukuk açısından bir “ara dönem” yaşamadı. 1926’da uygulamaya konan İsviçre Medeni Hukuku ufak tefek güncellemeler ve 2001-2002 arasında gelen genel güncelleme haricinde günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır.