Sokak köpekleri daima Osmanlı İstanbul’unun ön plana çıkan özelliklerinden biri olmuştur. İstanbul halkı kedi ve köpeklere özel bir muhabbet besliyordu ve özellikle sokak köpeklerini beslemek şehrin kültürel adetlerinden biriydi. Gerek 16. yüzyılda İstanbul’da görev yapan Avusturya Büyükelçisi Ogier Ghiselin de Busbecq’in anılarında, gerekse 19. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden İtalyan yazar Edmondo De Amicis’in seyahatnamesinde benzer şeyler yazması bu adetin yüzyıllar boyu süregelen bir kültür olduğunu göstermektedir. İstanbul’u ziyaret eden pek çok Avrupalı anılarında ve seyahatnamelerinde İstanbul halkının köpeklere duyduğu sevgiyi zikretmeyi ihmal etmemiştir ve bundan dolayı 20. yüzyıla kadar gelen Batı literatüründe sokak hayvanları Osmanlı İstanbulu’nun pozitif imgelerinden biri olarak ön plana çıkar.
Günümüzde olduğu gibi Osmanlı İstanbulu’nda da sokak hayvanları kontrolsüz bir şekilde beslenmekteydi. Çiftlik hayvanlarının aksine sokak hayvanlarının kontrolsüz ve düzensiz bir şekilde beslenmesi nüfuslarının da kontrolsüz bir şekilde artmasına yol açmıştır. Kedilerin aksine köpekler insanlara karşı saldırganlaşabilen bir hayvandır. Bunun yanı sıra organize olma ve çete kurma eğiliminde olmaları ve özellikle çeteleşen köpeklerin saldırganlaşma eğiliminde olması ciddi bir sorundur. Bu doğrultuda köpek sayısındaki kontrolsüz artışın bir takım toplumsal ve İstanbul’un önemli bir metropol olduğu göz önünde bulundurulacak olursa zaman zaman milletlerarası sorunlar doğuracağı barizdi. Osmanlılar, İstanbul’daki köpek nüfusu baş edilemeyecek boyutta arttığında çoğu zaman köpekleri toplayarak şehirden uzak yerlere bırakma yoluna başvurmuşlardır. Padişahın emriyle icra edilen bu sürgünler çoğunlukla şehirdeki yabancı sayısının arttığı 19. yüzyılda gerçekleşmiştir.
Bu sürgünler daima yerel halkın muhalefetiyle karşılaşmıştır. Halk, köpeklerin şehirden kovulmasının uğursuzluk getireceğini iddia ederek ve İstanbul’da yaşanan yangın ve deprem gibi felaketleri tanrının sokak hayvanlarına yapılan zulme cevabı olarak kabul etmiştir.
Osmanlı’daki son ve en büyük köpek sürgünü 1910 yılında gerçekleşmiş ve sürgün edilen hayvanların tamamın ölmesiyle sonuçlanmıştır. 1910 yılına kadar İstanbul’daki köpek nüfusu daha önce görülmedik bir boyutta artış göstermiş ve bu tarihten yıllar önce başa çıkılabilecek boyutu geçmiştir. 20. Yüzyıla gelindiğinde köpek sayısındaki aşırılık ve çeteleşen köpekler İstanbul’un modern yüzüne zarar veren bir unsur haline gelmişti. Yönetim (II. Abdülhamid ve 1908’den sonra İttihat ve Terakki Fırkası) uzun zamandan beri köpek sorununa çözüm aramaktaydı. II. Abdülhamid, kendisinden önceki padişahlar gibi köpeklerin toplatılarak İstanbul’dan uzak bir noktaya bırakılması kararı almış, ancak bu karar halkın muhalefeti sayesinde uygulanamamıştı. Yönetimi devralan İttihatçılar ise bu konuya çok daha kararlı bir şekilde yaklaşacaklardı.
İttihatçıların aldığı ilk karar Topkapı’da bir köpek barınağı kurmak yönünde oldu. Ancak köpeklerin bitmek bilmeyen sayısı yüzünden yapılan barınak yeterli gelmemiş ve kalitesiz malzemeden yapılan pek çok kafes köpekler tarafından tahrip edilmişti. Barınağın köpek sorununu çözmekte yetersiz kalacağı anlaşılınca İstanbul Belediyesi hayvanları Marmara Denizi’nde bulunan Sivriada’ya sürgün etme kararı aldı.
Sivriada’ya götürülen köpek sayısı tam olarak belirsiz olsa da resmi belgelere göre rakam otuz bin ila seksen bin arasındadır. Hiçbir insanın yaşamadığı bu adaya köpekleri beslemek üzere iki adet memur atandı ve bunun yanı sıra duyarlı vatandaşlar da kayıklarla adaya yiyecek götürdüler. Ancak köpek dışkılarının yarattığı kirlilik kısa süre içerisinde adayı yaşanmaz hale getirdi ve köpeklerin beslenmesinden sorumlu memurlar bir süre sonra adayı terk ettiler. Açlığın yarattığı çaresizlik öncelikle hayvanları birbirlerine saldırmaya sevk etti. Memurların adayı terk etmesinden sonra bazı vatandaşlar adaya su ve yiyecek götürmeye devam etmiş olsalar da birbirlerini yemeye alışan köpekler sahile bırakılan ekmeklere dokunmadı. Bir süre sonra da güneşte çürüyen köpek cesetleri yüzünden ada yaklaşılamaz hale geldi ve sonuç itibarıyla tek bir köpek dahi sağ kalmadı.
1910’da yaşanan katliam uzun yıllardan beri biriken şikayetler sonucunda gerçekleşti. 1910 yılında İstanbul’un nüfusu 800.000 kişiden azdı. Sivriada’ya gönderilen köpek sayısına bakıldığında gerçekten de nüfusa oranla köpek sayısının o günün İstanbulu’nun başa çıkamayacağı bir boyuta ulaştığı görülmektedir. Kontrolden çıkmış köpek nüfusu her ne kadar acilen çözüm bulunması gereken bir sorun haline gelmiş olsa da mesele olabilecek en kaba şekilde çözüldü ve Sivriada’da yaşanan dram bir utanç kaynağı olarak tarihimizdeki yerini aldı.
Şu an 1910 yılına giden bir sürecin benzerini yaşamaktayız. Yıllar süren şikayetler sonucunda sokak köpeği sorununa yönelik tartışmalar şu an zirve noktasında ve yönetimin bu konuda kısa süre içerisinde bir karar alacağı artık kesin gibi. Umarım bu karar doğrultusunda yeni bir Sivriada yaşanmaz ve mesele insani bir şekilde çözülür.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi