Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,3825
Dolar
Arrow
36,0438
İngiliz Sterlini
Arrow
44,8984
Altın
Arrow
3357,0000
BIST
Arrow
9.848

Jeopolitik tükenişin doğurduğu sürdürülebilir çatışmalar

İsrail-Filistin çatışmasının da dahil olduğu kriz ortamına küresel boyutta bakarsak, farklı coğrafyalarda kendini sürekli benzer şekilde tekrarlayan planlı bir siyasal döngü görüyoruz.

Ukrayna'dan Asya Pasifik'e, Ortadoğu'dan İskandinav Yarımadası'na kadar bu oluşumun en dikkat çeken niteliği, potansiyel bir çatışma ortamına zemin hazırlaması ve kendi yarattığı yıkımdan beslenmesi.

Cevabı sadece NATO ve AUKUS gibi askeri ittifaklarda arayan bu konjonktürde, diplomasi bileşeninden koparılmış savaşların barış getirememesi doğal bir durum. Diplomasiye tümüyle sırtını dönen bu siyaset anlayışı 'barış' hedeflemiyor, aksine, normalde müzakere ile çözülebilecek anlaşmazlıkları silahlanmanın da önünü açarak kontrollü ve sürdürülebilir sıcak çatışmalara dönüştürüyor.

Amaç, ortaya çıkan krizi yöneterek gerek iç gerekse dış siyasette avantaj elde edilmek. ABD ve müttefikleri açısından bu, Çin, Rusya ve Hindistan'ın başını çektiği yeni küresel oluşumlara ve yeni bir dünya düzenine karşı statüko'yu korumak anlamına geliyor. Savaşla farklı bir dünya düzenine geçilmez, fakat mevcut siyasi konjonktürü değiştirmek ya da korumak için savaşlar körüklenip bahane olarak kullanılabilinir. Bugün buna tanıklık ediyoruz.   

HEDEFLENEN BARIŞIN TESİSİ DEĞİL

Biden'ın 20 Ekim 2023'de yaptığı ulusa sesleniş konuşması iki yönden dikkat çekici. Birincisi, Amerikan müesses nizamının kimliğini yansıtan ve dış politikasını tanımlayan 'liberal hegemonya' kavramına, Madeleine Albright'ı da anarak yaptığı güçlü vurgu.

Biden, 250 yıl önce özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi veren ABD'nin bugün aynı mücadeleyi veren insanlar için bir umut teşkil ettiğine, ABD'nin insanlığa yol gösteren tepedeki bir ışık görevini üstlenmeye devam ettiğini belirtiyor.

İkincisi, ağırlıkla Ukrayna ve İsrail'in desteklenmesi için Kongre'nin onayına sunacağı, toplamda 106 milyar doları bulan askeri ve ekonomik yardım paketi önemli bir detay.

Kongre'den kabul görmesi beklenen bu destek İsrail için 14 milyar, Ukrayna için 60 milyar doları içeriyor.  

Sahadaki silahlanma ve silahlanmanın niteliği gerçek bir barıştan çok sürdürülebilir çatışmaların daha çok arzulandığı mesajını veriyor. ABD Dışişleri Bakanlığında Siyasi-Askeri İşler Bürosu'nun (the State Department's Bureau of Political-Military Affairs) 11 yıldır direktörlüğünü yapan ve İsrail'e silahlar gönderme konusunda hükümetle fikir ayrılığına düşen Josh Paul 19 Ekim'de görevinden istifa etti.

23 Ekim'de Washington Post için kaleme aldığı yazısında Paul, silah transferi konusunda İsrail söz konusu olduğunda tüm protokollerin göz ardı edildiğine dikkati çekiyor. Normal şartlarda İsrail'in insan hakları siciline sahip başka hiçbir ülkeye yapılamayacak silah yardımlarının hiçbir tartışma ve konsültasyon olmadan Kongre onayını aldığını belirtiyor. 

Paul yazısında şu ana kadar İsrail'e verilen silahların barışa her hangi bir katkı yapmadığına değiniyor. Yollanan bazı silahların mevcut durumda uygulanabilirliğinin sorgulanması gerektiğine fakat soru önergelerinin bir oldubittiye getirilerek cevapsız bırakılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor.

Olası 'iki devletli çözümde' Filistin Devleti toprağı olacak yerlere yeni yerleşim birimlerinin altyapısını oluşturulması ve genişletilmesinde kullanılan silahların anlamlı bir çözüm sürecini olanaksız kıldığına da dikkat çekiyor.

Paul isyanında milyonlarca insanı yerinden etmeden, savunmanın başka bir yolu olması gerektiğine değiniyor. Hamas'ın 7 Ekim saldırısını kendi 11 Eylül'leri olarak tanımlayan Netanyahu'nun saldırgan tutumu Paul'ün eleştirilerini doğrular nitelikte. Netanyahu'nun Afganistan, Irak, Suriye, Libya ve Ukrayna'da yıkıma sebep olmuş bir dış politikayı benimsemesi siyasetin tümüyle rafa kalktığını gösteriyor.                     

ÇATIŞMA ORTAMINDAN BESLENEN ABD DIŞ SiYASETİ: UKRAYNA ÖRNEĞİ 

21 Mart 2014'te Rusya'nın Kırım'ı ilhakı ile başlayan ve Şubat 2022'de Ukrayna'ya müdahalesiyle devam eden süreç kolaylıkla önlenebilirdi. Romanya ve Bulgaristan 2004'te  NATO'ya ve 2007'de Avrupa Birliği'ne üye yapıldı.

Bunun üzerine 8 Şubat 2008'de Münih Güvenlik Konferansı'nda konuşan Putin, Gürcistan ve Ukrayna'nın Rusya'nın kırmızı çizgisi olduğunu ve NATO'nun doğuya, Rusya sınırına doğru genişlemesine kayıtsız kalınamayacağını söylemişti.

Nitekim, 2-4 Nisan tarihlerinde Bükreş'te gerçekleşen NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna'nın bir gün mutlaka NATO'ya dahil edileceği açıklaması, siyasete realist bir pencereden bakan Rusya açısından bir varlık tehdidi niteliğindeydi.

Öyle ki, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından NATO'nun genişlemesini değerlendiren birçok diplomat ve strateji uzmanı, bu senaryonun Rusya için ciddi bir provokasyon anlamı taşıdığı ve siyasi ve askeri anlamda bunun bir karşılığının olacağını da vurgulamıştı. 

NATO'nun genişlemesi fikri üzerinde 1996'da yazan SIPRI'nin eski direktörü Frank Blackaby, bu senaryonun Avrupa'yı ikinci bir soğuk savaşa sürükleyeceğini söylemişti. Aynı yıl dönemin Savunma Bakanı olan William Perry, bunun Rusya ile ilişkileri baştan bozacağını yazmıştı.

Nitekim, 2 Mayıs 1998'de Amerikan Senato'su NATO'nun genişlemesine ilk yeşil ışığı yaktığında, ABD Soğuk Savaş stratejisinin mimarı 94 yaşındaki George Kennan, bu kararı "trajik bir hata" olarak değerlendirmişti. Kennan, bu kararın yeni bir soğuk savaşı ateşleyebileceğini belirtmişti.

2008'de ABD'nin Moskova Büyükelçisi William Burns değerlendirmelerinde ve 2015 yılında ABD eski Savunma Bakanı Robert Gates anılarında NATO'nun genişlemesiyle alakalı yapılan stratejik hataya dikkat çekmişti. 2008'deki NATO zirvesinin Ukrayna ile ilgili tutumuna atıf yapan Britanya'nın Moskova eski Büyükelçisi Sir Roderic Lyne, 2021'de "eğer Rusya ile savaş istiyorsanız, bunu başarmanın en iyi yöntemi budur" diyerek durumu özetlemişti. 

Esas olarak, Trump döneminde işlevi tartışılmaya başlanan NATO ve ciddi nüfuz kaybı yaşayan ABD'nin dünya sahnesine geri dönebilmesi için bir savaş gerekiyordu.

'Amerikan milliyetçiliği' ve 'liberal hegemonya' fikrinin oluşturduğu, Madeleine Albright'ın ifadesiyle, dünyadaki "Amerikan ayrıcalığını" (American exceptionalism) tekrardan hakim kılmak için Soğuk Savaş'ın ideolojik kutuplaşma ortamına geri dönmek gerekiyordu.

Nitekim, Biden 10 Haziran 2021'de Boris Johnson'la Cornwall sahilinde, Roosevelt ve Churchill arasında 1941'de imzalanan Atlantik Bildirisi'ni kameralar karşısında güncellemişti. Batı ittifakı ve NATO'nun oluşumunda tarihsel bir temel taşı olan Atlantik Bildirisi'ne 80 yıl sonra yapılan bu atıf sembolik bir önem arz ediyordu. 

Biden, Soğuk Savaş parametreleri üzerinden Hint-Pasifik ve Avrupa siyasetini sözde Çin ve Rus 'tehdit algısına' karşı yönlendirmeye çalışıyordu.

Haziran 2021'den itibaren America is back! (Amerika geri döndü!) sloganını dilinden düşürmeyen Biden için Rusya'nın Ukrayna'yı işgali beklenen ve gerekli bir çatışmaydı.

Ve bu süreçte savaşı engelleyebilecek her türlü diplomatik adımdan kasıtlı olarak kaçınıldı. Esas itibariyle Ukrayna hiçbir zaman NATO nezdinde korunması gereken stratejik bir unsur olmadı. Zelensky'nin diplomasi yerine Rusya'ya en baştan sırtını çevirmesi ve bitmek bilmeyen kışkırtıcı üslubu ABD'nin de cesaretlendirmesiyle Ukrayna'yı ateşe atmış oldu.

Savaşın kazananı gerek Avrupa'da gerekse Hint-Pasifik jeopolitiğinde tekrardan nüfuz sahibi olan Amerikan dış politikasıydı.  

Dr. A. Murat Şener