Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

ABD 2025 / Weimar Cumhuriyeti 1933

TRUMP, DEVLET KURUMLARINA KARŞI BİR İHTİLAL GERÇEKLEŞTİRİYOR

Trump, 20 Ocak'ta başlayan ikinci başkanlık döneminde altı ayı geride bırakırken, ABD'nin içinden geçtiği siyasi girdap bize neyi anlatıyor?

Görünen şu ki, Trump devlet kurumlarına karşı bir ihtilal başlatmış durumda ve amacı devlet yapısını kendi kişiliğinde tekrardan şekillendirmek. Sokaklarda 'Göçmenlik ve Gümrük Kolluk Kuvvetleri'nin' (ICE) baskınları ve ülkede yarattığı anayasal kriz; yüksek eğitim kurumlarına ekonomik ve hukuki baskılar, muhalif yayın kurumlarına ve onları savunan hukuk bürolarına karşı tehdit niteliğinde davalar gündemi meşgul ediyor.

Demokrat Partili vali ve belediye başkanlarına tutuklama tehditleri, yargıda kitlesel boyuta varan işten çıkarmalar, vatandaşlıktan atmalar ve intikam güden siyasi davalar mevcut resmi tamamlıyor. Bu tablo, ABD'de liderlik ve tiranlık arasındaki çizginin kaybolduğu yeni bir siyasi oluşumu gösteriyor. Her biri kendi başına bir uyarı niteliği taşıyan bu gelişmeler, 'güçler ayrılığı' ilkesinin bozulduğunu ve Trump'ın olağanüstü yetkilerle tüm devlet gücünü kendi bünyesinde toplamaya çalıştığına işaret ediyor.

Trump, hükümetle ideolojik bir uyum içerisinde olması için Harvard Üniversitesi'ne tüm eğitim bölümlerini ve dersleri denetleyecek federal müfettişlerin atanmasını istemiş, bu teklifin reddedilmesi üzerine üniversitenin alacağı 2.2 milyar dolar federal bağış ve 60 milyon dolar değerinde kontratı dondurmuştu.

15 Nisan'da durumu değerlendiren hukuk profesörü Andrew Manuel Crespo, bu manzaranın ancak diktatörlerin başa geldiği ülkelerde görülebileceğini söylemişti.

22 Nisan'da San Francisco'da yaptığı konuşmada, ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore, Trump'ın demokratik kurumlar üzerindeki tahribatına vurgu yaparken, Trump'ı, "ne pahasına olursa olsun daha fazla güç elde etmek isteyen biri" olarak nitelemiş, Amerikan Anayasası'nın kurucu babalar tarafından tam da "Trump'la özdeş tehditlere karşı" ülkeyi korumak için yazıldığını hatırlatmıştı.

Trump, tek adamlığa giden yolda nasıl bu derece başarılı?

YAPAY KRİZLER, OLAĞANÜSTÜ YETKİLER

Trump'ın yönetim biçiminde, değişmeyen ve kendini devamlı tekrarlayan en belirleyici unsur, bitmek bilmeyen 'krizler'.

Trump, yürütme organına sunulmuş olan, kendisini 120'den fazla 'acil durum' yetkisiyle donatan '1976 Ulusal Kriz Kanunu'nu (The National Emergencies Act of 1976,) amacı dışında kullanarak şuana kadar sekiz farklı acil durum ilan etti. Bu şekilde Kongre'yi ve Federal Bürokrasi'yi pas geçerek kendi yetki aşımını meşrulaştırmış oldu.

Diğer bir ifadeyle, 'acil durum' ilan ederek ve teşvik ederek, krizin yarattığı yıkım üzerinden kendisine hedeflediği siyasi manevra alanını açıyor. Trump'ın 'acil durum' emirlerini hukuken geçersiz saymak mümkün. Fakat veto için Kongre'nin her iki kanadının 3/2'sinin desteğine ihtiyaç var ve Cumhuriyetçilerin hâkim olduğu mevcut parlamento aritmetiğinde bu mümkün değil.

Fentanil krizi, enerji krizi ve ticaret savaşları krizi derken Trump, en kaygı verici hamleyi Haziran ayında ICE tutuklamalarını protesto eden kalabalıklara karşı gerçekleştirdi. California Vali'si Gavin Newson'dan talep olmamasına rağmen, Trump 4000 Kaliforniya Milli Muhafız'ını kendi yetkisine alarak Los Angeles'a yolladı. Üstüne, 9 Haziran'da 700 deniz piyadesini sokaklarda konuşlandırarak Amerikan ordusunu kendi isteği doğrultusunda siyasallaştırmış oldu.

Tam bir gün sonra, Fort Bragg Amerikan üssünde verdiği siyasi bir propaganda havasında geçen konuşmasında Trump, "Los Angeles'ı kurtaracağız, tekrardan özgür, temiz ve güvenli yapacağız. Bir Amerikan şehrinin yabancı düşman tarafından işgal ve fetih edilmesine izin vermeyeceğiz" dedi.

Demokrat yönetimleri ABD'yi sevmemekle suçladı ve 'işgal' karşısında kayıtsız kaldıklarını hatta bunu desteklediklerini vurguladı.

Amerikan ordusunun içeride bir istilaya karşı savaştığı söyleyerek, kendisinin Los Angeles şehrini "yok olmaktan" kurtardığını belirtti. Tarihte, Amerikan ordusunu en çok seven Başkan'ın kendisi olduğunu söyleyen Trump, ihtiyaç duyduğunda orduyu tekrardan "suçun hüküm sürdüğü" Demokrat'ların yönetimindeki şehirlere çağırabileceğinin sinyalini verdi.

3 Temmuz'da Iowa'da yaptığı bir konuşmada, Chicago, New York City ve Los Angeles yönetimlerini hedef alarak, "tüm şehri suçlular ele geçirmiş durumda" çıkışını yapmıştı. Kendi vergi yasasına oy vermeyen Demokratları kastederken, "onlardan nefret ediyorum. Onlara tahammül edemiyorum çünkü onların gerçekten ülkemizden nefret ettiğine inanıyorum" ifadeleri dikkat çekmişti.

9 Temmuz'da ise, New York City ve Washington D.C. hakkında, "suçun olduğu yerlerde doğru kişileri seçerek yönetime el koyabiliriz" ifadesini kullanmıştı.

Bu noktada, Trump için 'yasa dışı göçmen' konusu esasen stratejik bir bahane. Asıl amacı, orduyu ve ICE'ı provokasyon maksatlı kullanmak, protestoları alevlendirmek ve ortaya çıkan yağma ve şiddet görüntüleri üzerinden Demokrat yönetimleri yetersiz ve etkisiz göstermek. Bundan ötürü, gaz maskeli protestocuların arabaları yakması ve Meksika bayrağı açması tam da Trump Hükümeti'nin arzu ettiği görüntüler.

Öyle ki, anonim kalmak şartıyla konuşan bir üst düzey Beyaz Saray yetkilisi, Los Angeles'da yaşananlar hakkında durumu, "kendimiz yazsak bundan daha iyi bir senaryo çıkaramazdık" diyerek özetliyor. Trump'ın hedefi, "acil durum" yasasının sunduğu olağanüstü Başkanlık yetkilerini kullanarak, siyasi menfaat gördüğü yerde eyalet yönetimlerine el koymayı sıradan ve meşru gösterebilmek.

Trump'ın izlediği siyaset tarihsel bir çerçeveden bakıldığında, 27 Şubat 1933 'de Reichstag yangınıyla başlatılan ve Adolf Hitler'in kendisine bağlı paramiliter, fırtına birliklerinin çıkarttığı toplumsal karışıklıkları bahane ederek Bavyera Eyaleti'ne 15 Mart'ta el koymasıyla sonuçlanan süreci hatırlatıyor. Bu açıdan, 70 milyar dolarla, Fransız ordusundan (47.2 milyar dolar) daha büyük bir bütçeye sahip, özünde sadece Trump'a bağlı sivil bir kurum olan ICE'ın yetkileri ve faaliyetleri şüphe uyandırıcı.       

9 Temmuz'da konuşan Los Angeles Belediye Başkanı Karen Bass, Los Angeles'ın bir deney sahası olarak kullanıldığını, eyalet yönetime dışarıdan bir müdahaleyle esasen genel toplumun tavrının test edildiğini söylüyor. ABD'nin en büyük ikinci şehrinde toplumsal bir direnç görmeden yönetime el koyabiliyorsanız, bunu her zaman başka bir şehirde benzer bir şekilde tekrarlayabilirsiniz. California Vali'si Gavin Newson'da bu noktada, California'nın bir ilk olduğunu, fakat son olmayacağını dile getirirken, Kongre'nin kayıtsızlığına ve yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler dengesinin kaybolduğuna vurgu yapıyor.  

KASIM 2026 ARA-SEÇİMLERİ BİR TEST NİTELİĞİNDE VE OLAYLI GEÇECEK

Kasım 2026 ara-seçimleri Trump'ın siyasi kariyeri açısından hayati bir önem taşıyor. Kongre'deki sayı aritmetiğinin Demokratlar lehine değişmesi durumunda, Trump'ın yargılanmasının önü açılacak, anayasa ihlalleri ve görevini kötüye kullanma suçlamaları Demokratlar tarafından gündeme getirilecek. Bu sebepten ötürü, Cumhuriyetçilerin Kongre'nin her iki kanadında da sayı üstünlüğünü koruması gerekiyor. Fakat 70 milyon Amerikalıyı ilgilendiren ulusal sağlık sigorta programında (Medicaid) yapılan 1 trilyon dolarlık bütçe kesintisi ve yeni bürokratik engellerden sonra, 2026 ara-seçimlerinin Cumhuriyetçilerin elinde patlaması büyük bir olasılık. Her beş Amerikan vatandaşından birinin faydalandığı bu programda yapılan değişiklikler, 2034 yılına kadar 17 milyon insanın sağlık sigortasını kaybetmesine sebep olacak. Gelir düzeyi düşük 42 milyon insanın faydalandığı 'yemek pullarına' (food stamps) erişimi zorlaştıracak, yaşlı bakım-evleri ve kırsal kesimlerdeki hastanelerin kapanmasına sebep olacak bu yasanın ardından, Cumhuriyetçilerin 2026 seçimlerinde sandalyelerini koruyabilmesi normal şartlarda çok zor. Peki, Trump, seçimleri zora sokacağını bilmesine rağmen bu yasayı nasıl geçirdi?  

2020'de kaybettiği Başkanlık seçimlerinin ardından, seçimlerin çalındığını iddia ederek sonuçları değiştirmeye çalışan ve tahrik ettiği çetelerin 6 Ocak 2021'de Kongre binasını basmasına göz yuman Trump, 2026 ara-seçimlerini riske eder mi?

Trump hükümeti, Los Angeles örneğinde gördüğümüz gibi, bir kriz ortamı yaratarak "acil durum" yetkileriyle seçimlere müdahale etmeyi meşrulaştırabilir. Örneğin, yerel yönetimlerin bilgisayar sistemlerini yeteri kadar koruyamadıkları yönünde görüş bildirirse, seçimlerin ertelenmesi, eyaletlerde yönetime el konması ve seçim görevlilerinin tutuklanması gündeme gelebilir. 2020 Başkanlık seçiminde yapamadığını bu sefer gerçekleştirebilir. Kaldı ki, Trump, ilk Başkanlık döneminden farklı olarak her emrini sorgusuz yerine getirecek bir kabineye sahip. FBI, Savunma Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı Trump'a sadık bürokratlardan oluşuyor.

Trump Mart ayında Adalet Bakanı Pamela Bondi'den önceki seçimlerde usulsüzlük yaptığı şüphesiyle bazı eyalet seçim görevlilerinin araştırılmasını istedi. Bondi, 9 eyalete yolladığı mektupta, eyalet ve yerel yönetimlerin kullandıkları seçim cihazları da dâhil olmak üzere, seçim yönetim prosedürleri hakkında doküman ve tüm seçmen listelerini 'kişisel bilgileri' de içerecek şekilde Adalet Bakanlığı'na yollamalarını talep etti. Colorado Eyalet Sekreteri, Jena Griswold, tespitlerinde, "büyük resme bakarsak, Donald Trump 2020 seçimlerini tekrardan yaşatmaya çalışıyor, önümüzdeki 2026 ve 2028 seçim süreçlerini de karıştırmak ve istikrarsızlaştırmak amacında" diyerek seçim belirsizliğine dikkat çekiyor.

Trump kendisine siyasi hareket alanı açmak için rakibini neyin tetikleyeceğini çok iyi biliyor. Güç ve kontrol ihtirasıyla yürüttüğü politikalarına, 'mavi eyaletler Amerika değil' görüşü yön veriyor. Bu noktada, Kasım 2026 ara-seçimleri Amerikan siyasetinin toplumsal ve ideolojik evrimi açısından bir test niteliği taşıyor.