Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Gerçek ve Yalan Arasındaki Bulanıklık

Demokrasi: Meşrutiyet Problemi Değil, Kültür Problemi

İçinde yaşadığımız coğrafyada da gördüğümüz, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kalktığı ve hiç bir denetime bağlı olmayan diktatöryel rejimler, günümüzde karşımıza farklı otokratik yönetim biçimleri olarak çıkıyor. Diğer bir değişle, seçimlerin sonuçta bir anlam ifade etmediği, muhalefet unsurlarının gerektiğinde hapse atılabildiği, öldürüldüğü veya sürüldüğü totaliter rejimlere 21. yüzyılda pek rastlanmıyor.

Fakat rekabet unsurlarının devam etmesine rağmen, siyasi sürecin, seçim kanunu değişiklikleri, propaganda ve Yargı eliyle sistematik olarak muhalif unsurların aleyhine çevrildiği bir dönemden geçiyoruz. Gücü, ne pahasına olursa olsun ürettiği pratik "çözümlerle" elinden bırakmayan otoriter ve hibrit yönetim biçimleri, bugün totaliter rejimlerin yerini almış durumda. 

Toplum içinde artan otoriter eğilimlerle kendini gösteren demokrasiden kopuş süreci, din ya da bir ideolojiyi meşrutiyet aracı olarak kullanan siyasi irade ve bunu sorgulamayan seçmen kitleleriyle gelişir. Belirli bir mesafe kaydettikten sonra, geri dönüşü çok zor bir evreye girer. Çünkü bu kopuş, geri dönüşü mevcut kılacak hukuki ve kurumsal mekanizmaları, bunu gerçekleştirebilecek aydın kesimi ve ona duyarlı halk kitlelerini de beraberinde büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Kurumlar tekrardan düzenlenir ve yeni kanunlar çıkartılabilinir fakat işin özünde kültürel bir değişim gerekmektedir. Kuşaklar sürecek kültürel değişimi, iç siyasetten bağımsız olarak dışarıdaki gelişmeler ve hâkim konjonktürde şekillendirecektir.   

Demokrasi doğal bir netice değildir. Aksine, insanların çıkar ve menfaatlerini kolladığı, birbiriyle rekabet ettiği ve karşısına çıkan engelleri bertaraf etmeye çalıştığı, otoriter eğilim, doğal olandır. Demokrasi, belirli prensipler çerçevesinde işleyen, eğitim ve etik gerektiren bir düzendir. Diğer bir ifadeyle, demokrasi bir meşrutiyet problemi değil, kültür problemidir. Seçmen-kitleleri ve oy-vermek gibi mekanik egzersizlerin ötesinde; demokrasi, özünde kültürel bir olgudur. Toplum nezdinde oluşan, kendisini besleyecek ve koruyacak bir siyasal kültürün eksikliğinde, demokratik rejimler hayatta kalamaz. Kendilerini gerçek demokrat olarak resmeden popülist liderler öncülüğünde, otokrasiler demokrasinin yerini alır. 

Otoriter liderlerin bir toplumda taraftar bulması ve beğeni toplaması, o toplumda demokratik normlar açısından ciddi bir kültürel yozlaşma ve dağılmanın yaşandığını gösterir. Kaldı ki, kendilerini olmazsa-olmaz gören, narsistik kişilik özellikleriyle ön plana çıkan bu tip liderler, siyasi eğilimleri, motivasyon ve hedefleri konusunda hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek kadar açık sözlü olurlar. Bu noktada asıl soru, toplumun bu popülist tehdit karşısında nasıl bir tutum takınacağıdır.   

Demokrasiden kopuş sürecinde, siyasi liderler hakkında uyarı niteliği taşıyan üç belirleyici kişilik özelliğinden bahsedebiliriz. Liderin kendi etrafında yarattığı kült bir benlik sayesinde kendisine her koşulda sorgusuz itaat edecek kitleleri oluşturması, devleti kendiyle özdeşleştirerek baştan yaratmasının önünü açacaktır. Teyit ve doğrulamanın olmadığı, irrasyonelin her fırsatta tekrar edilerek efsanevi gerçeklere dönüştürüldüğü bir ortamda üretilen "gerçekler", mantıktan uzak, sadece yarattığı duygu ve heyecanla kitlelerin desteğini alacaktır. Akılcı ve somut ifadelerin yerini, "bizi kıskanıyorlar", "bizim yüzyılımız", "milli şahlanış", "milli kader" ve "bizi tekrardan muhteşem yap" gibi, artık sorgulama yetisini kaybetmiş kitlelere hitap eden, sloganlar alacaktır. 

Yaşanan sorunlar "dış güçlere" bağlanırken, bunu sorgulayan muhalif ve karşı fikirler "halk ve toplum düşmanı" olarak hedef gösterilecektir. Artık komplo teorileri ve paranoya ile beslenen siyaset, yanlışlara kayıtsız kalan ve duygularını okşadığı müddetçe aldatılmaktan rahatsız olmayan kitleleri, "gerçeklikten" daha da uzaklaştıracaktır. Bunun akabinde, tek-adam devletinin başarılması, kendi iradesine tehdit olarak gördüğü muhalif kişilik ve unsurların meşrutiyetinin reddini mümkün kılacak ve adil bir rekabeti ortadan kaldıracaktır.              

Öncelik, Seçim "Kazanmak" Değil, Demokrasinin Devamlılığını Sağlamaktır

Oy kullanacak ve demokratik siyasi kültürü özümsemiş bir seçmen için öncelikli hedef, kazanmak ya da kaybetmenin ötesinde, demokratik rejim ve kurumların devamlılığıdır. Bu bağlamda demokratik bir siyasi kültüre sahip seçmen, tercihini yaparken ilkesel duruşunu, her türlü siyasi vaat, proje ve kişisel çıkar ve ihtirasın üstünde tutar. Demokrasi için bu hayati tutum, özellikle seçmene şirin gözükmeye çalışan ve her istediğini vermeyi vaat eden popülist alternatiflerin olduğu bir yarışta daha da önem kazanıyor. 

Siyasetçinin kişilik özellikleri ve karakteri politik eğilimleri hakkındaki en belirleyici göstergedir. Demokrasiyi özümsemiş bir seçmen, seçim vaatlerine ve görüşlerine katılsa bile, demokratik ilke ve normlara kavgalı, söylemlerinde otokratik eğilimi görünen ve cahilliği ve narsistik kişilik özellikleri ön plana çıkan bir adayın her zaman karşısında oy kullanacaktır.

Farklı bir ifadeyle, demokrasi açısından bakıldığında, bir liderin kişiliği her zaman siyasi vaatlerinden ve politikalarından daha önemli ve belirleyicidir. Bu noktada, demokratik siyasi kültürün yerleşmiş olduğu toplumlarda, seçmen kendi kişisel çıkar ve siyasi tercihlerini bir kenara bırakarak, demokratik rejim için tehdit gördüğü lider karşısında birleşecektir. Çünkü öncelik, belirli çıkar ve politikalar doğrultusunda seçimi "kazanmak" değil, demokrasinin devamlılığı ve kurumların korunmasıdır. 

Demokratik Siyasi Kültür: Jacques Chirac / Jean-Marie Le Pen, 2002 Başkanlık Seçimleri

21 Nisan 2002'de gerçekleşen Fransa'daki Başkanlık seçimlerinin ilk turunda, Başbakan ve sosyalist aday Lionel Jospin, Başkan Jacques Chirac ve aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen'in ardından üçüncü gelmiş ve başkanlık umudunu yitirmişti. Sol oyların 7 büyük parti arasında bölündüğü ilk turda, favori olan Sosyalist Parti adayı Jospin'in, Milli Cephe adayı Le Pen'e takılmasıyla Fransız solu beklenmedik bir darbe almıştı. 

Fakat gelinen noktada Fransız kamuoyunu rahatsız eden asıl sorun, Sağ/Sol rekabetinden öte, aşırı sağcı Le Pen'e karşı rejimi savunmak ve bir anlamda "Fransa'nın onurunu kurtarmaktı". 21 Nisan akşamı seçim sonu konuşmasında, Jospin gelinen durumu, "Fransa ve demokrasimiz için çok kaygılandırıcı bir tablo" olarak değerlendirmiş, aynı gün sokaklarda spontane gelişen protestolar başlamıştı. Ertesi gün, Sağ-eğilimli Le Figaro ilk tur seçimlerini "Deprem" başlığıyla değerlendirirken, France Soir haberi "Le Pen Bombası" olarak geçmişti. 

Tüm sosyalist partiler 5 Mayıs'ta gerçekleşecek olan Başkanlık seçimlerinde kendi seçmenlerini rejime tehdit gördükleri Le Pen'e karşı, ezeli rakipleri Chirac 'ı desteklemeye davet etti. Tehdidi iyi kavrayan Fransız seçmeni, ideolojik ve siyasi farklılıklarını bir kenara bırakarak, Le Pen'in Milli Cephe'sine karşı "Cumhuriyetçi Cephe" koalisyonunu oluşturdu. 1 Mayıs günü Fransa sokakları, 1.3 milyon insanın katıldığı protestolarla ülkenin NAZİ işgalinden kurtuluşunun ardından en büyük kalabalığı gördü. 5 Mayıs'ta Fransız seçmeni, Le Pen'e karşı Jacques Chirac'a %82.2'lik tarihi bir zafer kazandırırken, gösterdiği uyum ve siyasal refleksle aynı zamanda bir demokrasi dersi veriyordu.