Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6207
Dolar
Arrow
34,8656
İngiliz Sterlini
Arrow
44,4914
Altın
Arrow
3046,0000
BIST
Arrow
10.137

Devrimin onuru: Kadına Seçme ve Seçilme hakkı

90 yıl önceydi. Türk kadını pek çok Batı ülkesinden önce Seçme ve Seçilme hakkına kavuştu.

Kadını sadece anne olarak değil, toplumun yarısını temsil eden bir “birey” olarak gören, “aydın ve önder kadın projesi” ile dünyaya örnek olan Mustafa Kemal Atatürk, “kadın çağ”ını başlattı.

Uygar Dünya(!), kadın-erkek eşitliğini yıllarca tartışmış, kadın beyni ile erkek beynini kıyaslayacak araştırmalara bile girişmiş ancak özellikle siyasal haklar konusunda çok kıskanç davranmıştı. Genç Cumhuriyet ise kadın-erkek eşitliği tartışmalarını bir çırpıda aşarak, kadını ulusun yöneticileri, önderleri arasına katmıştı.

Bu, Devrimin zaferiydi, yüz akıydı, onuru ve umuduydu…

Kadınların eğitim oranları hızla artıyordu. Kadın artık okulda, üniversitede, sosyal yaşamda, bilimsel yaşamda görünürlük kazanıyordu. Avukat, mühendis, öğretmen, doktor, kimyager oluyor, hatta göklere yükseliyordu; tıpkı Dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen gibi.

1935 Genel Seçimlerinde 18 kadın milletvekili  TBMM’ne girdi. Bunların içinde biri çok özeldi. Türkiye’nin ilk ve hala tek olmayı sürdüren köylü kadın milletvekili; Satı Çırpan. “Satı Kadın” Ziraat Komisyonuna da üye yapıldı.

Türkiye’nin siyasal yaşamında 18 kadın milletvekiline ulaşmak için ne yazık ki 64 yıl geçmesi gerektiği o günlerde hayal bile edilemezdi.

Oysa gün geldi, karşı devrimciler harekete geçti. Temiz ve berrak sular tersine akıtılmaya başlandı.

Taze bir filiz olan kadın haklarını bile kadına çok görenler onu sosyal yaşamdan dışlamaya çalıştı. Kimi zaman yaşam hakkını, kimi zaman özgürlüklerini “fıtrat” diyerek budamak için kollar sıvandı.

Kadını “fitne odağı”, “aklı ve dini kıt”, “cehennemlik”, “şeytanın ortağı” ilan eden tarikatlarla yol yürüyenler, hatta onları “demokratik kitle örgütü” sayanlar oldu.

Kadın Hareketinin birlik ve bütünlüğü yara aldı. İdeolojik ve etnikçi  bölünmeler, direnişin gücünü de bölmeye başladı.

Eğitimli ve bilinçli kadın hakları savunucuları, kendi dünyalarının dışında yer alan, yalnızlığa terk edilmiş, tarikatlarca esir alınmış kadınlara el uzatmakta zorlandılar. Çünkü onlar “başka dünyaların kadınlarıydı”.

Şimdi “başka dünyaların kadınlarından” bir ses vermek istiyorum. 

Onlar eğitimsizler, okur-yazar olmayan ya da sadece okur-yazar olanlar çoğunlukta, yoksul bölgelerde yaşıyorlar. Hakları olduğunun bile bilincinde değiller. Küçük dünyalara tutsak edilmiş, aşağılanmış, değer görmemişler. Yalnızlar, toplumdan dışlanmış ve çaresizler. 

Tarikata girme nedenlerini bir sosyalleşme fırsatı olarak açıklıyorlar.

İstanbul’da bir kadın şunları söylüyor:

“Hem yeni arkadaş ortamlarına girme, hem de başka semtleri görme şansımız oldu. Yaşadığım muhitten dışarı çıkmayı bu sayede başardım. Kocalarımız da izin veriyor.”

“Tarikatlar kadınların statü alabildiği hatta takdir edilebildiği yerler.”

Bir anne, kız çocuğunu hemen Kuran Kursuna gönderdiğini ve bu sayede toplumdan takdir gördüğünü anlatıyor ve “ bu bir gururlanma hali oluyor” diyor.

Bir diğeri, “tarikatlarda gördüğümüz rüyalarla mertebe alıyoruz” diye övünerek anlatıyor.

Yeni taşındığı mahallesindeki yalnızlığını tarikata girip, yeni arkadaşlar edinerek aştığını anlatan da var, cemaatlerin düzenlediği kermesler, sohbetler, seminerler ile yaşamda kendisini önemli hissettiğini söyleyenler de… Yanılgılar, yaratılan sahte algılarla  tarikatlara akan yüzbinlerce kadın…

Tarikat ve cemaatlerin, müritlerine bir sosyal kimlik kazandırdığı, aidiyet duygularını beslediği, sosyalleşme fırsatı yarattığı, başkalarından ilgi görmelerini sağladığı, yardımlaşma ve güven duygularını pekiştirdiğini iddiaları algı operasyonlarının başarısını kanıtlıyor. Televizyonlarda boy gösteren tarikat ve cemaat önderleri de “tarikat olgusuna” meşruiyet kazandırıyor, onları güvenilir kılıyor.  

Bu tehlikeli ve karanlık dünyaya sığınmaktan başka çaresi olmayan pek çok kadının tarikatları bile bir “özgürleşme ve kimlik kazanma aracı” olarak görmesi ne kadar acı. Yaşadıkları ortamın dünyadan kopuk ve tehlikelerle dolu olduğunu anladıklarında  çok geç kalmış oluyorlar. Sapkın şeyhlerin buyruğunda uğradıkları zihinsel ve bedensel ablukanın tüm yaşamlarını alıp götürdüğünü,  hurafelerle dolu tarikat eğitiminde “din” diye öğretilenlerin din olmadığını onlara kim anlatacak?  Kim el uzatacak? Onlara değerli olduklarını öğretip, haklarının bilincinde bir kimliğe sahip çıkmalarına kim yardımcı olacak?

Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının verilişinin 90. Yılında, “Devrim’in Kadınları” bu büyük soruna bir çözüm üretmek zorunda. Atatürk’ün Kadın Devrimine sahip çıkmak için toplumun tüm kesimlerinde yer alan kadınları kucaklamanın yöntemlerini  bulmak zorundayız. Onlarla aynı dünyada buluşmak çocuklarımızı da kurtarmanın yollarını açacaktır.