Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8510
Dolar
Arrow
34,2182
İngiliz Sterlini
Arrow
45,4500
Altın
Arrow
2925,0000
BIST
Arrow
9.067

"Hangi din?" - "Kimin dini?"

Dünya nüfusunun dinler arasındaki dağılımı % 56’ya yakınının semavi dinlere inananlardan oluştuğunu ortaya koymaktadır. ( Hristiyanlık % 30, İslamiyet % 25, Yahudilik % 0,2) Hinduizm ise Hindistan’ın hızla artan nüfusu nedeniyle % 15,5 ile üçüncü, Budizm ise % 6,5 ile dördüncü  sırada yer almaktadır.

Ancak dikkat çekici gelişme “Dinsizliğin” % 15, 5 ile Hinduizm’le birlikte üçüncü sırayı paylaşmakta oluşudur.

İnananların ait oldukları din grubunda  “Benim Dinim” konusundaki ödünsüz mücadelelerini mezhep ve tarikatlar boyutu ile değerlendirmekte yarar vardır.

Mezhepler genellikle inanç ve uygulamaya yönelik ayrılıklardan ve siyasi nedenlerde ortaya çıkmıştır.

Örneğin Yahudilikte; Reformist, Muhafazakar, Yeniden Yapılanmacı, Ortodoks, Yeni Ortodoks, Hasidilik, Kabala, Neturei Karta, Siyonizm vb.çeşitli mezhepler vardır. Bu mezhepler Kutsal Kitabın yorumları dahil, Yahudi inancını da kapsayan birçok alanda önemli farklılıklar içermekte, yaşam biçimleri, siyasi amaçları ile ayrışmaktadırlar.

Hristiyanlıkta ise; bilinen üç büyük mezhep, Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık farklı Kiliselere, tarihsel yorumlara, inanç ve uygulamalara sahiptirler. Nesturilik ise Mesihsel bir doktrin olarak varlığını sürdürmektedir.

Protestanlık kendi içinde ; Lüteryanizm, Kalvizim, Presbiteryenizm, Kongregasyonalizm, Anglikanizm, Baptizm, Metodizm, Adventizm, Pentakostalizm, Evangelizm vs. gibi alt gruplara bölünmüş olup Mormonlar ve Yehova Şahitleri de Protestanlığın alt grupları içinde yerlerini almışlardır.

Bu grupların her biri de alt dallara ayrılmış olup, günümüzde Protestanlığın 150 kolu olduğu ve ABD’de 350 bin dini grup bulunduğu Hartford Institute tarafından açıklanmıştır.

Bu grupların her biri, kendileri dışındakilerin kurtuluşa erişmeyeceğini hatta kendileri gibi düşünmeyenlerin aforoz edilmesi gerektiğine inanmaktadırlar.

Örneğin Yehova Şahidi bir aile kan nakli gereken çocuğuna kan verilmesine inancı gereği karşı çıkarak onu ölüme yollarken, bir diğeri buna şiddetle karşı çıkıyor ancak tümü aynı dinin çatışı altında yer alıyor.

O zaman sormak gerekiyor; “Hangi Din?” “Kimin Dini?” 

İslam Dininde Orta Doğu coğrafyasını da yakından ilgilendiren mezhep ayrılıklarının da diğer dinlerden farkı yok.

İslam dinine inanların mezhep dağılımına bir göz atalım. 

İnanç açısından mezhepler ; Sünni ve Şii (Şia) olarak ikiye ayrılsa da bir de Hariciler var.

Hariciler de kendileri İslam kimliğinde tanımlıyorlar. Bunlar Hz. Ali’nin ordusundan ayrılıp, halifeye baş kaldıran ve cemaatten çıkanlar. Günümüzde Umman, Cezayir,  Tunus’un bazı bölgeleri, Afrika’da varlıklarını sürdürüyorlar. 9-10 alt kola ayrılmışlar ve farklı inanç yorumlarına sahipler.

En büyük mezhep ise SÜNNİLİK . 

Sünnilik, inanç açısından Maturidilik ve Eşarriye olmak üzere iki ayrı gruba ayrılmış. İslami yayınlarda Selefiliğin de bu grupta anılmasından yana olanlar var. Selefilik ise kendi içinde üç dala ayrılmış; Suudi Vehhabiliği- Cihadi Selefilik (El Kaide- IŞİD- DAİŞ)  ve Siyasi Selefilik.  Her birinin de alt kolları var.

Sünnilik  Fıkıh açısından ise; Hanefilik- Şafiilik- Malikilik- Hanbelilik olarak bölünmüş ve ayrışmış. Yani İslam Hukukuna ilişkin yorumları yaşam biçimini de etkiliyor.

İkinci mezhep ŞİİLİK:

Şiilik; Caferiyye- İsmailiyye- Zeydiyye olarak üç farklı fıkıh yorumuna sahip.

İsmailliye’nin alt kolları var ( Şia- Batiniyye- Sabbahiyye- Karmatiler- Müsta’lliye- Dürzilik)  Bunlar da daha kendi içlerinde alt gruplara ayrılmış.


Neden ayrılmışlar? Her biri adeta yeni bir din icat etmiş. Her birinin başındaki kutsal(!) kişi dini kendine göre yorumlamış, yeni kurallar koymuş. Her biri bir diğeri ile kavgaya koyulmuş.

Oysa hepsi Müslüman, hepsinin kutsal kitabı, peygamberi aynı.  Ama hepsi kendi iktidar gücünü pekiştirmek için kendi dinini üretmekte yarışmış.

Gelelim Tarikatlara; Türkiye’de adı belli 88 tarikat var. Tümü Anayasaya aykırı. Cehaleti ve korkuyu kullanarak  topladıkları mürit ordusundan besleniyorlar.

Diyanete, İmam Hatiplere, İlahiyat Fakültelerine karşılar. Başlarındaki Şeyhler olağanüstü güçlere sahip. Gaybı biliyor, hava ve karaya hükmediyor, ölüyü diriltecek keramet gösterebiliyor, asla hata yapmıyorlar. Müritleri açısından Şeyhlerin konumu Allah’tan bile yüce bir makam olarak kabul ediliyor. Bu nedenle müritler kendilerini onlara bir ölünün, ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim ediyorlar.

Tarikatlarda yaşanan tam bir Orta çağ manzarası. Din adına gerçekleştirilen sömürü ise bir Çok Tanrıcılık uygulaması. Çünkü şeyhler kendilerini Tanrı’ya eş koşuyorlar ki bunun İslam’da adı “Şirk”…

Her birinin kendi dini var. Kimin dini, hangi din? Şeyhin Dini…

Ancak siyaset bunları izlemekle kalmıyor, el etek öpüyor, oy alma sevdası ile demokrasinin bir gereği ilan ediyor.

Hinduizm, Şintoizm, Budizm gibi dinleri incelerseniz benzeri mezhep ve yorum farklılıklarının bunlar da bulunduğunu görürsünüz.

Çevresine bir grup insan toplayarak “Kendi Dinini” ilan edenlerden oluşmuş bir inanç coğrafyasında en büyük kaybı DİN’in  yaşadığını görmemek mümkün değil. İnanç gruplarının birbirilerine düşmanlaştırıldığı ve her birinin diğerini sapkın olarak nitelediği bir sosyo-kültürel düzende inançsızlığın hızla yükselmesini olağan kabul etmek gerek.

Gelelim Türkiye’yi Aydınlanmanın ışığı ile buluşturan Büyük İnsan’a …

Günümüzde yapılan araştırmalar Türkiye’de Nüfusun % 74’ünün Sünni, % 12,5’inin Alevi, % 3’ünün de Caferi, Nusayri ve Onikinciler olduğunu bunun dışında kalan % 10,5 lik kesimde de Hristiyan, Musevi, Keldani, Mormon, Bahai, Budist vs inanç gruplarının yaşadığını ortaya koymaktadır.

Laiklik her dini grubun kendi inancını özgürce yaşamasının önünü açarken, çoğunluğu sünni olan insanların da doğru yorumlanmış bir din anlayışına kavuşmasını sağlamıştır.

Daha doğru bir ifade ile dini kendi çıkarları için kullanan cahil ve fırsatçı sözde din adamlarından kurtararak temiz bir İslami öğretiyi halkla buluşturmuştur.

Farklı mezhep ve tarikatların dinin özüne aykırı yorumlarına ses çıkarmayanların laik devlet anlayışı ile dini güvence altına alınmış olmasına kıyameti koparmalarının nedenleri üzerinde düşünmek gerekmez mi?

Allah’a şirk koşan tarikatlara suskun kalanların İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ı  ve Peygamberin sözleri olan “Hadisleri” en doğru ve temiz kaynaklardan  Türkçeye çevirterek toplumun dinlerini öğrenmelerini sağlayanları lanetlemek hangi kirli vicdanlara hizmet eder?

Atatürk sadece vatan topraklarını değil, dini de işgalden kurtardığı için mi suçlanmaktadır?

Dini, kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı ile yozlaşmaktan koruduğu için mi Diyanet İşleri Başkanı tarafından lanetle anılmaktadır?

Dini siyasetin ve kendilerine din adamı kimliği yakıştıran kara vicdanlıların kişisel iktidar alanından kurtaran Mustafa Kemal Atatürk, günümüzde yaşanan inanç kaosundan ulusunu kurtaran bu büyük devrim ile birçok İslam ülkesinin önünde bir yol açmıştır.

İki ülkeden örnek verelim; günümüzde köktendinciliğin ana vatanına dönüşen Afganistan ve İran İslam Cumhuriyeti.

Afganistan Emanullah Han döneminde “Ağabeyim” dediği Atatürk’ü örnek aldı. 1923’de kabul ettiği yeni Anayasa ile ülkesini laik ve çağdaş bir ülke yapmak istedi. Çağdaş kıyafet normları getirdi. Şapka ve kravat takmayı zorunlu kıldı. Çarşaf ve peçeyi yasakladı. Kadınların çalışma yaşamına katılımlarının hatta siyasete girmelerinin önünü açtı. Ancak laikliği İslam ülkeleri için tehdit olarak gören İngiliz emperyalizminin başlattığı isyanlarla devridi.

Diğer örnek İran.  Rıza Şah 1925’de  taç giydi. Devlet politikasını değiştirdi. Kadınların çarşaf giymesi ve erkeklerin sakal bırakması dahil dini inancın kamuya açık yerlerde gösterilmesini yasa dışı ilan etti. Şii din adamlarının  hükumet ve toplum üzerindeki etkilerini ortadan kaldırmayı amaçladı. Laikleşmeyi öngördü. İngiliz ve Sovyet güçlerince tahttan indirilip sürgüne gönderildi. İran’da laiklik dönemi sona erdi. İkinci deneme oğlu Şah Rıza Pehlevi tarafından başlatıldıysa da  sergilenen aşırı otoriter yönetim onunda sonunu getirdi.

Ardıllarının hiçbiri Mustafa Kemal Atatürk gibi laik bir devleti kalıcı kılmayı başaramadı. 

Cumhuriyet döneminde işgalden kurtarılan Türk İslam’ı tüm ilkel ve karanlık girişimlere rağmen hala kendisini korumakta ve  ülke sosyolojisine kültürel bir bütünleşme sağlamaya devam etmektedir. 

Dipsiz kuyulardan fışkıran kuzu postuna bürünmüş köktendincilik 21. Yüzyılın genç beyinlerini yeniden formatlamak gücüne sahip değildir.

Türk Ulusu “kimin dini ve hangi din?” sorusunun yanıtını 100 yıl önce Atatürk’ten almıştır çünkü…