Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,7722
Dolar
Arrow
34,8220
İngiliz Sterlini
Arrow
44,4341
Altın
Arrow
2975,0000
BIST
Arrow
10.099

Osmanlı'dan Cumhuriyete kılık-kıyafet tartışmaları

Bir Siyasal İslamcı ile Cumhuriyeti ve devrimleri tartışıyorsanız, kurduğu ilk cümleler arasında Şapka Devrimi ve kılık-kıyafet düzenlemelerinin yer alması kaçınılmazdır.

Cumhuriyetin bu konudaki “dayatmacılığına” vurgu yapılır hatta tartışma şapka giymeyenlerin idam edildiği yalanına kadar uzanır.

Sanırsınız ki Osmanlı bir özgürlükler rejimidir ve halk istediğini giymekte tamamen özgürdür.

Oysa Osmanlı’da kılık kıyafet,  daima fermanlar ve nizamnamelerin konusu olmuş, uymayanlara da cezai yaptırımlar uygulanmıştır.

16. yüzyılda halifeliğin kabulü ile özellikle kadın giysilerine yönelik kısıtlamalar artarken, gayri-müslimlerin kıyafetleri de ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

Kadınların feracelerinin, peçelerinin kalınlığı, rengi, desenleri, çarşaflarının etek boyları fermanların konusu olmuş ve siyaset sorunu olma özelliğini yüzyıllar boyu korumuştur.

Ülkenin en yakıcı sorunlarının yaşandığı dönemlerde bile kadın kıyafetinin gündemde öncelik taşımasının en ilginç örneklerinden birisi, Çanakkale Savaşı döneminde yaşanmıştır.

Çanakkale Savaşı'nda düşmana karşı verilen olağanüstü mücadele ve su gibi akan şehit kanları bile kadın kıyafetinin  öncelikli durumunu etkilememiştir.

Savaşın en kritik günleri yaşanıyordu.  İtalyanlar İtilaf Devletleri tarafına geçerek Osmanlı’ya savaş ilan etmişti. Harbiye Nazırı Enver Paşa ise bu süreçte İstanbul’da oturmuş, ne ile ilgileniyordu dersiniz?

Kadınların çarşaflarının boyu ile…

Kadının çarşafının boyu, İtalyanların savaş ilanından bile önemliydi.

Derhal İstanbul Merkez Komutanını çağırıp, emrini verdi.

“Osmanlı kadınları böyle giyinemez! Kadınların çarşaf boyu ayak bileklerini gösterecek kadar kısa olamaz! Bu emri dinlemeyeneler göz altına alınacak !”

Kadın kıyafetinin  kökten dinciliği tahrik ederek gündeme oturtulması ve  ülkenin yaşadığı ağır tablonun gölgelenmesi Türkiye’ye de miras kalan eski bir Osmanlı  yöntemidir.

BİR SOSYAL DİSİPLİN ARACI OLARAK KILIK-KIYAFET YASALARI:

Osmanlı’da Kılık-Kıyafet Yasaları devletin tebasını kontrol altında tutmak amacını taşıyordu.

Dinsel kimliği görünür kılıyor

Toplumsal statüyü belirliyor

Meslek gruplarını ayrıştırıyor

Hiyerarşik yapıyı tanımlıyordu.

Halkın istediği kıyafeti giymesi, başlığı takması fermanlarla yasaklanmıştı.

III. Murat döneminde çıkarılan yasalar, III. Selim’in fermanı ile sürdürüldü.( 1568)

Müslümanların, gayri- müslimlerin giydiği kıyafetleri giymesi, gayri- müslimlerin de, Müslümanların giydiği kıyafetleri kullanması yasaklandı.

Çıkartılan Fermanda “Müslümanların kafir suretine girip şapka ve kafir libası (giysisi) ile dolaşmaları yasaktır” hükmü getirildi.

 Gayri- müslimlere; atlas, kemha, kutnu, samur kürk, elvan, çuha gibi kaliteli kumaşları kullanmak yasaklandı.

Kakum, vaşak kürk sadece vezirler, ulema ve devlette çalışanlar tarafından kullanılabilirdi, halka yasaktı.

Yahudiler kırmızı şapka, siyah ayakkabı, Hıristiyanlar siyah şapka kullanmak zorundaydı. Giysilerinin renkleri ise koyu mavi veya siyah olmak zorundaydı. Asla sarık takamazlar, sarı ayakkabı ve fes kullanamazlardı.

Sarı ayakkabı ve fes sadece Müslümanlar için zorunluydu.

III: Selim döneminde gayri-müslimlerin üstlükleri (manto) sadece kül rengi karaca çuhadan olacak, bellerine sardıkları kuşağın değeri 30-40 akçeden fazla olmayacak, ayaklarına Müslümanların giydiği” başmak” denilen ayakkabıları giyemeyeceklerdi. İpek kumaşların kullanımı yasaktı.

Gayri-müslim kadınların kıyafetleri de dinlerine göre farklı renklere ayrılmıştı. Asla ferace giyemezlerdi.

Gayri-müslim halkın kıyafetlerinin kaba kumaştan ve ütüsüz olması gibi kurallar bulunmaktaydı.

BİR STATÜ GÖSTERGESİ OLARAK BAŞLIKLAR:

Müslüman halk da giyim konusunda belli kurallara bağlanmıştı. Özellikle Başlıklar onların toplumsal statüsünün göstergesiydi.

KAVUK kullanmak hakkı olanlar; saray personeli, askeriye, kalemiye( katipler),  İlmiye sınıfı, tarikat mensupları idi. Ancak bunlar da statü ve derecelerine göre farklı kavuklar takarlardı. Örneğin  sadrazam, vezir, kaptan-ı deryalar Kallavi Kavuk kullanırlardı ve bu kavukları başkası takamazdı.

Devlet erkanı Müceveze Kavuk, üst düzey yeniçeriler , kapıkulu görevlileri Katibi Kavuk kullanırlardı.

Ayrıca sarık, börk, örf adlı başlık türleri de bulunmaktaydı.

19. YÜZYILDA BATILI MODA AKIMLARI

Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemleri ile birlikte Batılı Moda akımları Osmanlı’da kıyafet kullanımı etkiledi.

Erkekler İstanbulin, redingot ve pantolon kullanmaya, saray kadınları Avrupa tarzı  giysiler ve topuklu ayakkabı giymeye başladılar. Moda dergileri yayınlandı.

Askeri kıyafetlerde değişim gerçekleştirildi.

Kadınlar renkli feraceler ve ince yaşmakla sokağa çıktılar. Hatta manto ve ceket kullananlara, başlarını açanlara rastlandı.

Bu durum üzerine kadın kıyafetleri ile 1909 da Dahiliye Nezareti yeniden kısıtlama başlattı ve açık-saçık dolaşan kadınların nezarete alınacağını bildirdi.

Ancak I. Dünya Savaşı'nda erkeklerin askere alınması ile kadınların çalışma hayatına katılımındaki zorunlu artış, giyimde kullanışlılık ve rahatlığın esas alınmasına yol açarak kadının giyim özgürlüğüne katkı yaptı.

1900’lü yıllarda kadınların kıyafet tercihlerinin yanı sıra açık saçla dolaşmaya başlamaları ve saçlarını Avrupa’daki kadın modasına uyarak kısa kestirmelerinde saray kadınlarının öncülük yaptığı da açıktır.

DİNİ İNANCI KIYAFETE YÜKLEMEK ve CÜPPELİ DİNDARLIK/ TAKKELİ MÜSLÜMANLIK

Osmanlı dönemi halkın dini inancına göre giysileri aracılığı ile ayrıştırıldığı hatta nitelikli giysi kullanma hakkının bile elinden alınarak, aşağılandığı bir dönemdi.

İnancın kıyafete yüklenmesi, toplumdaki ayırımcılığın görünür kılınması ile sonuçlanıyordu.

Günümüzde bu anlayışın hala devam etmekte oluşu da esef vericidir.

Cüppeli Dindarlık, Takkeli Müslümanlık kara cehaletin göstergesidir.

Sırtına cüppeyi, başına takkeyi geçirip din bezirganlığı yapanlara ve Şapka ve Kıyafet Devrimini “dinsizlik” ilan edenlere  Cüppe ve Takkeyi anlatalım mı?

Cüppe aynı zamanda bir manastır giysisidir. Farklı kumaş ve renklerde olmakla birlikte Roma Katolik, Anglikan, Luteryen veProtestanayinlerinde din adamlarınca kullanılır. Hatta Yahudilikte bile kutsal günlerde giyilen Kittel adlı giysipamuklu bir cüppedir.

Tüm dinlerde dini ayinlerde kullanılan ortak bir özelliğe sahiptir. Hatta Tevrat’ta bile cüppeden söz edilmektedir.

Şamanizm’de Kam’ların da cüppe kullandığı bilinmektedir.

1321’de Columbia Universitesinden başlayarak tüm dünyaya yayılan bir akademik kıyafet olarak da kullanılmaktadır. Akademik kıyafete “papaz cüppesi” diyenlerin kendi tarikat cüppelerini kutsallaştırmaları da ayrı bir gaflettir.

Takke de ortak bir dini giysidir. Yahudilerin Kipası, Papa’nın takkesi gibi tüm dinlerde var olan bir başlık türüdür.

Dini kutsamak yerine dini giysiyi putlaştırıp, kutsamak aslında dindar değil “dini dar” olanların çıkar odaklı yaklaşımını simgeler.

ŞAPKA DEVRİMİ

Şapka Devrimi ( 25 Kasım 1925) ve Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun( 13 Aralık 1934)  bir Batılılaşma göstergesi olmanın çok ötesinde anlam taşır.

Laik Cumhuriyetin bir tamamlayıcısıdır.

Türkiye Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olmayı esas alan ulus kavramının ayırımcılığa meydan okuyuşudur.

Milletini dinine, mezhebine, mesleğine, sosyal statüsüne  göre ayrıştırmayan Cumhuriyetin, halkını kucaklamasıdır.

Dini baskı aracı olarak, kendi çıkarları için kullananlara, cüppesi ve sarığı ile halkı ezenlere kapıların kapatılmasıdır.

Şapka ve kıyafet düzenlemesinin sadece Devlet Memurları ile TBMM mensuplarını kapsaması, sonradan buna Adliyenin de katılması Devletin ve Yargının tüm inançlar karşısında eşitliği esas aldığının ifadesidir.

Kadınların hiçbir zorlamaya tabi kılınmayışı, Cumhuriyetin yerleşik kültüre ve sosyal düzene duyduğu saygının kanıtıdır.

Atatürk’ün  Türk Ulusunu uygar dünya ile bütünleştirme çabasının ürünüdür.

Osmanlı’nın aşağılayıcı ve baskıcı fermanlarını ve yasaklarını görmezden gelen ve iftiralarla Devrimleri yıpratmaya çalışanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük dehasını hedef alarak karanlık dünyalarında yaşamaya devam ederken, Türk Ulusu O’nun ışığında aydınlığa yürümeyi sürdürecektir.