Tam altmış altı yıllık arkadaşım Taha’yı birkaç gün önce toprağa verdik. Mezarı başında söylediğim gibi onu bir miktar kıskanırdım. Tersten giderek açıklayayım. Yine aynı yıllardan sınıf arkadaşım sevgili Niyazi Dalyancı’yı ise iki yıl evvel kaybetmiştik. Niyazi kızınca, muhteşem güler Taha ise kızınca, yine muhteşem, susardı. İşte yıllar boyu, birinin gülmesini diğerinin susmasını kıskanıp durdum. Mezarı başında, giderayak oradakilere ne olur artık Taha’yı kızdırmayın diye de salık verdim.
Taha’yı ilk 1959’da tanımıştım. Bir akşam telefon etti. “Hasan, ben Moda’da teyzemin evindeyim, atlayıp gelsene.” Mühürdar’da bir apartman dairesiydi. Kapıyı açar açmaz duvara asılı bir Atatürk fotoğrafı dikkatimi çekti. Atatürk’ün, zamanın YÖN dergisinde de sık sık kullanılan, benim her nedense Lenin’e benzettiğim bir fotoğrafı vardı. Gözüm takılmıştı, Taha açıkladı “Hasan, İlhan Selçuk eniştemdir.”
Taha’nın birkaç gündür basında çıkan yaşam öyküsü şöyle: “Sırasıyla ilk ve orta öğrenimini Ankara'da, lise ve üniversite öğrenimini ise İstanbul'da yaptı. Master ve doktora yapmak için gittiği New York'ta Columbia Üniversitesine devam etmiş ve burada akademik çalışmalarına ilk adımını atmıştır. 1976-1982 ile 1991-2007 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyeliği ve daha sonra bölüm başkanlığı görevlerinde bulundu.” Bu öyküyü onu eminim az da olsa kızdırmak pahasına biraz açayım. Taha İstanbul’daki lise ve üniversite öğrenimini Robert Kolej Lisesi ve Robert Kolej’de yaptı. 1963’te liseden 1967’de Robert Kolej’den mezun oldu. Sonra da Columbia Üniversitesinde mastır ve doktora unvanlarını aldı. Doktora tezi Ziya Gökalp ve Korporatizm üzerinedir. Taha hocanın çok sayıda yayını hakkında güzel bir değerlendirmeyi Prof. Evren Balta yayımladı (4 Aralık, T24). Hoca hakkında diğer güncel ve güzel bir yazı, öğrencisi, CHP İzmir milletvekili sayın Yüksel Taşkın tarafından yazıldı (5 Aralık, Birikim). Ancak bu yazıda bir yanlış yapılmış. Taha zamanın 1402 sayılı sıkıyönetim yasası uyarınca üniversiteden atılmadı. 12 Eylül 1980 karabasanına tüy diken üç kepazeliğin tarih sırası şöyledir: YÖK, 1981; Anayasa, 1982 ve 1402’ler olayı, 1983. Taha gerek YÖK gerekse de ısrarla plebisit diye nitelendirdiği Anayasa referandumu sonucu kabul edilen 1982 Anayasa’sına olabildiğince muhalifti. Bildiğim kadarıyla Taha 12 Eylül uygulamalarına kızıp üniversitelerimizden ayrılan ilk hocadır. Konuyu kapatmadan, demin değindiğim tüy dikme olaylarına bir tane daha ekleyeyim. İstanbul Üniversitesi’nin Kenan Evren’e fahri hukuk doktorası vermesi Ocak 1983’tür ve 1402 uygulamaları ise ondan hemen sonra, Şubat 1983’te başlamıştır. Çok özetle Taha, istifa ettiğinde sadece 12 Eylül zorbalığına değil onun şakşakçısı üniversitenin ahlakına da çok içerliyordu.
İşte tam buradan özeleştiriye geleyim. Birkaç yıl evvel bir konuşmamda ülkece özeleştiri yoksunluğumuzdan söz ediyor ve güncel uygarlığın temeli olan Aydınlanmanın ana ögesinin özeleştiri olduğundan söz ediyordum. Bir öğrencim, değindiğim kimi noktadan alınmış olacak, söz aldı ve özeleştiri hasreti duyanların önce kendi özeleştirilerini yapmaları gerekliliğinden söz etti. Dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Aydınlanmanın kastettiği özeleştiri içine bir yerde doğal olarak kişisel özeleştiri de girer amma esas aranan özeleştiri kişinin yaşadığı çevreyi, meslektaşlarını, kendisini yönetenleri yani vatanını eleştirmesi esastır. Bunun klasik örneği de Aydınlanmanın belki de en önemli düşünürü Jean-Jacques Rousseau ünlü eseri Emile ile cihana ahlaklı evlat yetiştirme dersi verirken dört çocuğunu yetimhaneye yerleştirmesidir. Sakın bu dediklerimden sevgili Taha’nın bolca kişisel sorunu vardı çıkarımı yapmayın. Yıllarca çok sigara içmesi ve kimi durumda aşırı sessiz kalması dışında sesli veya sessiz yerdiğim bir yönü olmamıştı.
Taha’nın Kemalizm eleştirilerini ben de çok iyi biliyorum. Ancak bir önerim var, gelin bu eleştirileri değerlendirirken bir de olaya değişik bir açıdan bakalım. Acaba bu eleştirilerde bir başka boyut daha yok mu? Yoksa toplumu oluşturanlar, yani bireyler, kendilerini yönetenlerden tüm iyiyi bekledikleri gibi tüm kötülükleri de yönetenlere yüklemenin sinsi kurnazlığına mı yatıyorlar? Diğer bir deyişle bir darbeciye fahri hukuk diplomasını uygun gören İstanbul Üniversitesini Kenan Evren kurmamıştı, yönetmiyordu da. Dediğim, YÖK’ten sonra istifasını tez elden basan sevgili arkadaşımın istifasının bence esas nedeni söz ettiğim sinsi kurnazlığa tahammülsüzlüğüydü.
Gelin bir de Taha’nın ömür boyu kızgınlığını, o tüm yazdıklarını bir de bu açıdan değerlendirin veya değerlendirmek cesaretini, dürüstlüğünü gösterin.
Çok Okunanlar
AKP'nin kalesinden Erdoğan'a kötü haber!
Hande Erçel ile Hakan Sabancı ayrılığının perde arkası
Ahmet Çakar iddialara cezaevinden yanıt verdi!
İstanbul'un ilçe sayısı artıyor: Mahalle isimleri bile belli oldu
Ali Yerlikaya'ya bir tepki de MHP'den geldi!
5 partinin seçmeni de en düşük emekli maaşı için aynı rakamı verdi
Sözcü TV'nin yeni yönetiminden dikkat çeken açıklama
MHP'li başkanın hedefinde memurlar var
Erdoğan ve Mazlum Abdi arasında görüşme anlaşması yapıldı mı?
Galatasaray yeni golcüsünü buldu