Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Trump’ın dış politikası ve Türkiye

Birkaç gün önce ABD’de Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı bir belge yayınlandı. Belgeye kısaca Trump’ın uluslararası ilişkileri de diyebiliriz. Şimdilik Rusya tarafından çok beğenilen, ABD’de demokratlar ve aynı zamanda AB tarafından eleştirilen bu strateji belgesi çoktan yeni bir Monroe Doktrini olarak yorumlanmaya başladı. Gerçekten de ABD’nin politikalarını “batı yarımküreye” odaklaması ve kaynaklarını veya silahlı gücünü Avrupa ya da Orta Doğu gibi bölgelerden çekme niyeti bu karşılaştırmayı bir ölçüde meşrulaştırıyor. Temel fark ise, Monroe Doktrini aslen silahlanma gibi bir temel hedef gütmezken, Trump Sonucu (Corollary) “güç yoluyla barış” politikasının altını çiziyor ve silahlanmayı artıracağını belirtiyor. Bu bağlamda, belki Trump stratejisini ileriki ay/yıllarda, ABD’nin gücünü artıran ve Latin Amerika’ya silahlı müdahalesini meşrulaştıran Roosevelt Sonucu (Corollary) ile karşılaştırmak daha makul olacaktır.

Askeri güce yatırım yapma konusunda birkaç noktaya temas etmenin önemli olacağını düşünüyorum. İlk olarak, olası yatırımların uluslararası sistemde caydırıcılığa mı yoksa militarizme mi hizmet edeceği, önemli bir soru işareti. Soğuk Savaş’ın dengeli ve öngörülebilir sistemine bakarsak caydırıcılığın sisteme bir barış olmasa bile bir istikrar getirdiğini söylemek mümkün. Ama sistemin ve sistem unsurlarının çok da öngörülemez olduğu çok katmanlı dünyada “güç yoluyla barış” yerine istikrarsız bir militarizm, dolayısıyla beklenmedik bir patlama getirebileceğini de hesaba katmak lazım.

İkinci olarak, NATO’nun, ya da en azından NATO içindeki Avrupa-ABD dinamiğinin eskisi gibi olmayacağı çok net. NATO üyesi ülkelerin güvenlik harcamalarını 2035’e dek yüzde 5’e çıkarmaları gerekliliği, gerçekçi olmadığı kadar iktisadi ve sosyal krizlere de gebe. Zira NATO üyesi Avrupa’nın güvenlik harcamalarının gayrisafi milli hasılaya oranı, ortalama yüzde 2,6’ya denk düşüyor. Yani Polonya ya da Baltık ülkeleri gibi bütçelerinin yaklaşık yüzde 4’ünü savunma/güvenliğe harcayan ülkeleri bir tarafa koyarsak, birçok ülkenin savunma harcamalarını iki katına çıkarmaları gerekiyor ki bu gerçekten özellikle kamuoyu tartışmalarını ve rahatsızlıklarını beraberinde getirecek gibi duruyor. Öte yandan, kırılgan ekonomilerin altından kalkamayacağı bir yüke işaret ediyor.

Kırılgan ekonomiler demişken, üçüncü nokta da Türkiye üzerine yorumum. Birçok analist, Türkiye’nin de yükümlülüğü olan harcamaları yüzde 5’e çıkarma hedefinin, savunma sanayinin gelişmesi açısından olumlu bir durum yaratabileceğini savunmuş. Doğru ama eksik bir yorum. Zira bunun hangi iktisadi/mali koşullarda yapılacağına çok değinilmemiş. Türkiye, savunma sanayisi güçlenen bir ülke, ileride bu alanda hem daha çok üretim hem de ihracat yapabilir. Fakat günümüz koşullarında Türk halkı ağır bir kemer sıkma politikasıyla ve bir türlü “normal ve alışılabilir” bir seviyeye düşmeyen enflasyonla da karşı karşıya. Kısaca, çözmemiz ya da en azından aklımızda tutmamız gereken bir yoksulluk sorunumuz da var.

Diğer yandan, Türkiye için bir başka soru işareti de ABD’nin kendisini Amerika kıtasına odaklamasının Türk dış politikası için yaratacağı seçenekler. Birçok kişi, ABD pozisyonunun bir güç boşluğu yaratması ihtimaline karşı, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin rolünün artacağını ve Türkiye özelinde, denge ya da moda deyimiyle “stratejik otonomi” anlayışının gelişebileceğine atıf vermiş.

Ben de bu yorumlara şu soruyu sorarak bitirmek isterim:

Bize, bölgede daha fazla rol oynamanın neden daha “otonom” politikaları da otomatik olarak beraberinde getirebileceğini düşündüren şey tam olarak nedir acaba? Kavramları karıştırıyor ya da gündemi, özellikle de Türkiye-ABD ilişkilerinin son durumunu farklı gözlüklerle takip ediyor olabilir miyiz? Bana biraz öyle geliyor.