23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin açıldığı ve Türk Milletinin egemenliğini ilan ettiği tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan 1924'te 23 Nisan gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiştir.
Biz bugün 23 Nisan gününü aynı duygu ve heyecanla kutlama yetkisini haiz miyiz? Kanaatimce hayır! Sebeplerim şöyle: Birincisi, 1920’lerde işgalcilerden vatan kurtarılmış olarak parlamento açılmıştır. Bugünkü durum bu değildir. Bugün de parlamento açıktır, fakat bugünkü parlamentoda gerçek durum tek adam ve onun başkanlığındaki partinin egemen olduğu şekilsel bir yapıdan ibarettir. İkincisi, 1920’ler parlamentosu istiklalini kazanmış ve Batı’ya kafa tutabilmiş bir devletin parlamentosudur. Oysa bugünkü durum bu değildir. O kadar ki, bir an bile ülkesini terk etmemiş olan Mustafa Kemal Atatürk durumunun tam zıddı bir görüntüde, muazzam kadrosuyla durmadan yurt dışına giden devlet başkanı ve erkânı ancak yabancı liderlerle yaptıkları görüntüleri ile övünür durumdadırlar. O kadar ki, devlet başkanının ABD başkanıyla görüşmede ayak ayaküstüne atması eşitlik göstergesi olarak görülmektedir. Çok yazık!
Atatürk’ün 23 Nisan 1920 olayını çocuklara armağan etmesi, çocukları istikbalin yapıcıları olarak görmesine dayanır. Evet, o dönem liderinin anlayışı ve çocuklara yönelik politikası böyle idi. Peki, bu bağlamda durum bu mudur? Hayır. Çocuklarımız anlamsız bir dayatma ile sabahları güneş doğmadan, uykularını tam olarak alamadan okula gitmek durumundalar. Mevsimlik saat ayarlamasına geçilmemesi inadı, çocukların daha ilk yaşlarında stres içinde eğitime yönelmelerine sebep olmuştur.
Sabah henüz güneş dahi doğmadan okula giden çocuklar evde yoksulluk nedeni ile yeterli gıda alamadıkları gibi, lükse ve devlet erkânına yönelik anlamsız yüksek harcamaları kısamayana hükümet, hiç değilse tek seferlik gıda yardımını çocuklardan esirgemektedir. Bu hizmeti, binbir zorluklarla bazı belediyelerin yapmasına da devlet otoritesinin korunması adına karşı çıkılmaktadır. Bu koşullarda bu iktidarın proteinsiz kalan gece travmalı çocuklara 23 Nisan gününü armağan etmesi göstermelik siyasi aldatmacadan öteye gidemez.
Protein eksiği ve gece travmalı çocuklara nasıl bir eğitim sunuyoruz meselesi de başka acılı bir hikâyedir. Okullarda, bir tek Atatürk büstüne türban geçirilmemiş halde, gerici bir nesil yetiştirme pedagojisinin başat olduğu bir düzenin hâkim olduğu görülmektedir. İslam dininin salt kurala indirgendiği, felsefî içeriğinin boşaltıldığı bir eğitim çocuklarınızı ancak iki vahim sonuca götürebilir. Birincisi, felsefî içeriğini anlayamadan dinciliğe savrulan çocuklar, ilerinin yönetilmeye amade kurşun askerlerini oluştururlar. İkincisi ise, farklı tedrisat sistemi ya da ikili eğitim sistemiyle bölünen halklar sosyal parçalanmaya maruz kalarak dış güçlerin ve/veya iç habis grupların emrine girmeye amade hale getirilebilmeleri kolaylaşır. Böylece, bugünkü gençlerimizin içine itildiği yol, Atatürk’ün isabetle tanımladığı gençlerin istikbalin ışığı olması ilkesinin yolu değil, ülkenin karartılmasının amili olması ilkesinin yolu olmaktadır.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin bugünlerini algılamaları, kendilerini geleceğe hazırlayıcı davranış ve eğitime yönelmeleri geleceği algılama ya da öngörebilme şiddeti ile doğru orantılıdır. Geleceği göremeyen, istikbalinin ülkede kararabileceğini düşünen ve bir partiye, özellikle de iktidardaki bir örgüte üye olmadan ya da onun sempatizanı olduğun kanıtlayamadan yazılı sınavlar sonrası sözlü görüşmelerde başarı sağlayamayacağını düşünen gençler ister istemez yurt dışına yönelmektedir. Şöyle bir ileri ve haysiyetli ülke düşünebilir misiniz ki, her dönem öncesinde müşteri kapmaya çalışan yabancı ülke üniversite ya da eğitim kurumları gençlere kendi ülkelerinde nasıl hizmetler sunabileceği konusunda adeta pazarlama faaliyetine girişsin? Hal bu ise, tüm başarılı gençlerimizin yurt dışına gitmesi mukadder ise, bunun anlamı şudur ki, eğitim kurumlarımızın sadece var olan eğitim düzeyi değil, gelecekteki düzeyinin de düşük olacağıdır.
Sömürgeci ülkeler dahi gittikleri ülkelerde, gerek dillerimin yaygınlaştırılması, gerek ilk eğitim verdikleri sistemde başarılı gençleri merkeze alarak beşeri sermaye kapasitelerini yükseltmeyi amaçlarken, ülkemizde böyle bir düşünce ve endişenin esamisi dahi okunmadığı gibi, en önemli bakanlığa en başarısız ve yıkıcı elemanları atayarak sistemi sürdürmeye çalışmanın ne ülke severliği ne de kapasiteli yöneticilik anlayışıyla zerre kadar ilişkisi var olduğu ileri sürülebilir.
Hızla değişen teknoloji karşısında, şiddetlenen uluslararası rekabet ortamında gerici, edilgen ve temel bilimlerden yeteri kadar nasibi alamamış kadro ile uluslararası sahaya yürümenin mutlak mağlubiyet olacağı açıktır. Peki durum bu ise, güttükleri politikalarla siyasiler ne yapmaya, ne ile, kiminle inatlaşarak göz göre göre gençlerimizi heba ederek, ülkemizi hezimete sürüklemektedir?
Bu olumsuzluklara rağmen, Kurtuluş Savaşı vermiş halkımızın dış düşmana karşı olduğu gibi, iç güçlere karşı da başarılı mücadele vererek, tüm habasete rağmen bilinç kaybına uğramamış gençlerimizle ülkemizin aydınlık geleceğe taşınabileceği inancıyla çocuklarımıza başarılar dilerim, tüm dünya çocuklarını kutlarım!
Çok Okunanlar

Teröristbaşı Öcalan yakalandıktan sonra dört istekte bulunmuş!

Reyting sonuçları açıklandı! 23 Nisan Çarşamba günü en çok izlenen yapım ne oldu

Gelinim Mutfakta 24 Nisan Perşembe puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

Akar'ın eski başdanışmanı: Yurtta Sulh Konseyi var başkanı da Hulusi Akar

Deprem sonrası uzmanlar ikiye ayrıldı: Japon uzmandan riskli ilçeler listesi

Ünlü astrologun deprem yorumu gündem oldu

Erdoğan'dan geceyi dışarda geçirenlere ziyaret

Minguzzi cinayetinde sanıklar hakkında skandal karar!

Marmara depremi hangi ilçede kaç şiddetinde hissedildi?

Şener Üşümezsoy'dan rahatlatan açıklama