19 Mayıs, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı… 105’inci yılı hepimize kutlu olsun. 19 Mayıs ve sonrasındaki kronolojik akışı çoğu kişi biliyor. 105’inci yılı anarken 19 Mayıs ve sonrasındaki gelişmelerin özüne inmeye ve Atatürk’ü anlamaya çalışalım.
19 Mayıs, iki aşamalı uzun bir yürüyüştür.
Birinci aşaması, çağın gereklerine uymadığı için çökmüş bir imparatorluğun parçalanmış ve işgal altındaki topraklarının “kurtuluşu” ve yeni bir devletin “kuruluşu” aşamasıdır. Eğer 19 Mayıs’ı “İstiklal Savaşının başlangıcı ve yeni bir Cumhuriyetin kurulması” ile sınırlarsak eksik kalır.
Uzun yürüyüşün ikinci aşaması, “Muasır Medeniyetler” (çağdaş uygarlık) seviyesine ulaşmak ve bu seviyeyi aşmak çabasıdır. İkinci aşama, sürekli devrimciliği, durmaksızın yürüyüşü gerektiren bir aşamadır. Ve ne yazık ki bu ikinci aşamada, “Uzun Yürüyüş”, karşı devrim etkisiyle 1945’li yıllardan itibaren ara ara kesintiye uğruyor. Bugün yine uzun bir mola dönemi yaşıyoruz.
Bu “Uzun Yürüyüş”ün içinde, Köylüyü Milletin Efendisi yapma, sanayileşme, toplumu 20. Yüzyıla taşımayı amaçlayan Aydınlanma Devrimleri vardır.
Karşı tarafında da, Birinci Dünya Savaşını kazanmalarına rağmen, sonrasında İstiklal Savaşındaki Türkiye Zaferini ve Lozan’da yırtılıp atılan Sevr Anlaşmasını hazmedemeyen emperyalist ülkeler ve onların “Karşı Devrim” planı vardır.
Emperyalizmin “Karşı Devrim” projesinde sahaya sürdüğü oyuncular arasında ise kimi ararsanız, vardır. Toprak ağaları, tüccarlar, din adamları, siyasal İslamcılar, İstiklal Savaşının kimi komutanları, Demokrat Parti kurucuları, Cumhuriyetin iki kurucu unsuru olarak tanımlanan, dönemin Cumhuriyet Halk Partisi’nin meclis çoğunluğu, dönemin Genel Kurmay Başkanı ve yine Cumhuriyetin kurucu unsuru olarak tanımlanan Ordu… 1945’lerdeki bu karşı devrimci kadro bugün, daha yüksek sermaye gücü ve devlet olanakları kullanarak sahnededir.
Olan biteni daha iyi anlamak için şimdi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kullandığı bazı kavramlara ve yaşananlara bakalım:
Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir: Saltanat ve hilafet geri gelmeyecektir. Çağın gereklerine uygun olarak kurulacak devlet, millet egemenliğine dayalı Cumhuriyet olmalıdır.
Millet ve Milliyetçilik: Milliyetçilik, Avrupa’da bir ırkın üstünlüğü değil hanedanlıklara meydan okuyan akım olarak doğmuştur. Halk egemenliğine dayalı ulus devlet ve Cumhuriyet rejimlerinin “dayanağı” olmuştur. Avrupa’da daha sonra ırk üstünlüğüne dönüşmesi ayrı bir sapkınlık konusudur ve milliyetçilik kavramını bu sapkınlıkla eş değer tutmak yanıltıcıdır. Milliyetçilik kavramına, “yurtseverlik” ve “ırkçılık” olarak farklı pencerelerden bakarsak, daha net açıklayabiliriz. Atatürk’ün anlayışında “ırk ve din” değil, “dil ve kültür” önem taşır. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ifadesi ırk ve din yaklaşımını ret eder.
Milletin asli unsuru köylülerdir: Yeni kurulan Cumhuriyette, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kalan nüfus 13 milyondur. Bir köylüler ülkesidir. Asırlardır Osmanlı idaresinde ümmet ve kul esasına göre tanımlanmış, devlet adına çiftçilik yapmış, askere gitmiştir. Yapılan tarım, binlerce yıl öncesinin antik dönemindeki gibi ilkel tarımdır. Nüfusun bütününde okuma yazma oranı yüzde 7, kırsal kesimde ise en fazla yüzde 2’dir.
Köylü milletin efendisidir: Yeni kurulmuş Cumhuriyet’in yurttaşlarının, 20. Yüzyıla girebilmesi için, ümmetten millete, kulluktan özgür bireylere ve yurttaşların eşitliği ilkesine dönüşüm gereklidir. Köylünün efendi olması için, yeni bir toprak mülkiyeti yapısı ve yeni bir tarımsal üretim modeli geliştirilmelidir.
13 milyonluk geri kalmış yarı sömürge bir köylüler ülkesini Yirminci Yüzyıla taşımak ve Cumhuriyet Devrimini kökleştirmek için Aydınlanma Devrimlerine (kültür devrimi) ihtiyaç vardır.
Köylünün” Efendi” olması için, kulluktan çıkıp “özgür birey”, “eşit yurttaş” ve “üretici-çiftçi” olması için eğitim gereklidir. Aynı zamanda toprak ağaları yanında “maraba-ortakçı” gibi çalışmaktan kurtarılıp toprak sahibi yapılması gerekir. Bunun için Köy Enstitüleri Modeli geliştirilir. 1940’lı yılların ortalarına kadar bu model başarı ile işler. Çiftçiyi Topraklandırma Yasası (Toprak reformu) hazırlanır.
Yukarıda saydığımız Karşı Devrim kadrosunun tamamının işbirliği ile 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Yasasının amacından kopartılması ve 1947’de Köy Enstitülerine ağır darbe indirilmesi sonucunda Cumhuriyet, ağır bir darbe alır. Bu karşı devrim hamlelerinin sonucunda…
Nüfusun yüzde 85’inin yaşadığı kırsal kesim ile Cumhuriyet arasındaki diyalektik kopartıldı.( Bu kopuşun bugüne kadarki etkisini tek cümle ile şöyle özetleyebiliriz: Eğitimsiz nüfusun plansız kente göçü, çarpık kentleşme meydana geldi. Mesleksiz, büyük çoğunluğu yoksul, “Kent Yoksulu” diye tanımlanan lümen bir sınıf doğdu.)
Hemen arkasından da, 1947 yılına kadar ekonomide bağımsızlık ilkesinden, kendi kaynakları ile kalkınma ve sanayileşme modelinden vaz geçtik. Ekonomide Marshall Planı, dış politika ve savunmada Nato derken, kendi irademizle emperyalizmin uydusu olduk.
Toplumsal ahlak çöküşü, yozlaşma, yargı, ordu, eğitim, sağlık başta olmak üzere devlette yaşanan her alandaki çürüme, yaygın sefalet, ekonomik istikrarsızlık, aklınıza ne geliyorsa; bugün yaşadığımız birçok sorunun “kök nedeni”, bu iki kırılmadır.
1960’lı yıllarda bu diyalektik tekrar kurulduysa da, hiçbir zaman yeterince güçlü olamadı. Ne zaman güçlenmeye kalksa, (1971-1980) darbeleri ile iç politikadaki beceriksizlikler ile uluslararası finans kapitalin yarattığı ekonomik krizler ile kurguladığı siyasal mühendislik girişimleri ile ağır saldırıya uğradı.
Bütün bunları “Ah, vah” çekmek için, geçmişin “nostaljisine” kapılmak ya da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük zaferleri ve dehası üzerinden “Hamaset” yapmak için yazmıyorum.
“1919’un Uzun Yürüyüşü”ne ve Aydınlanma Devrimlerine kaldığımız yerden başlamak için “Ne yapabiliriz”i aramak için yazıyorum.
Askeri ve siyasi bağımsızlığı kazanmak için öncelikle ekonomik bağımsızlığı kazanacak, kendi kaynakları ile kalkınmayı hedefleyen, toplumun tümüne refah getiren nasıl bir üretim ve adil bölüşüm modeli kurgulayabiliriz?
Her biri “Beka” sorunu haline gelmiş, yargıdan eğitime devletteki her alandaki çürümeden, toplumda bilinçli olarak yaratılmış kültür çatışmasından, büyük sığınmacı istilasından nasıl kurtuluruz?
1919’da başlayan “Uzun Yürüyüş”ün ikinci aşaması, ortaçağda kalmış Osmanlı Devletinin kullarını, Yirminci Yüzyıla taşıma gayreti idi. Türkiye, Yirminci Yüzyıla girdi ama tamamlayamadı. Şimdi takvimler Yirmi Birinci Yüzyılın ilk çeyreğinin bittiğini gösteriyor ama Türkiye, Yirmi Birinci Yüzyıla giremedi. Hatta çoğu alanda Orta Çağa doğru geriliyor.
Çoğumuz, “Zaman geriye işlemez” düşüncesiyle Orta Çağ rejimlerinin tarihin çöplüğüne gömüldüğü yanılgısındayız. Emperyalizmin, silahla ve savaşla işgal yöntemleri sona erdi. Şimdiki savaşlar vekalet savaşları biçiminde yürütülüyor. İşgal yöntemi olarak, ordu göndermekten çok daha düşük maliyetli yol buldular. Hedef ülkeye “Orta Çağ Rejimleri”ni yerleştirmek, ekonomik bağımsızlığı yok etmek, istikrarsızlığı egemen kılmak.
Elimizde iki altın anahtar var.
“Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.”
“Hayatta en mürşit, bilimdir.”
“19 Mayıs”ların Türk Milleti için “Ayağa Kalkma” ve tekrar “Uzun Yürüyüş”e başlama heyecanı yaratması dileği ile Bayramınızı kutluyorum.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi