Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

2024’e girerken beklentiler

Enflasyon düşer mi? dolarları satalım mı?

İktisatçılardan beklenen görevlerden biri, geleceğe yönelik tahminlerde bulunmaktır. Ülkenin ve dünyanın konjonktürünü okuyup gelecek tahminlerini yaptıktan sonra, şirketler de bu tahminlere dayanarak, bütçelerini, yatırım programlarını hazırlar. Bu tahminler falcılık değildir. Bu tahminleri yaparken, ülkenin, bütçe, dış ticaret, geçmişte yaşanan enflasyon, işsizlik, büyüme gibi makro ekonomik verilerine, finansal piyasalarına, dış dünyadaki gelişmelere bakarak bir değerlendirmede bulunuruz. Son iki yıl hariç 40 yıla yakın süredir her yılbaşında döviz kurları, enflasyon ve büyüme tahminlerimde hiç yanılmadım. Son iki yıldır enflasyonu biliyorum fakat kur tahmininde yanılıyorum. 

İsabetli tahmin için, o ülkenin öngörülebilir olması gereklidir. Ancak son iki yıldır Türkiye’nin tek adam yönetimi öyle bir hal aldı ve ekonomide rasyonel politikalardan uzaklaşıp öyle bir “epistomolojik kopuş” yaşandı ki, ekonomideki bütün dengeler alt üst oldu.

Keyfi olarak alınan irrasyonel kararlar, kanunlarla hukuka uydurulan ama hukukun ruhuna uymayan yasal düzenlemeler, uluslararası piyasalarla bir tarafta kapitülasyonları andıran ilişkiler, bir tarafta Türkiye’nin Gri Listede yer almasına neden olan akıl sır ermeyen işlemler… Bunların her biri başlı başına bir belirsizlik kaynağı… Bir de bunların üstüne, para piyasalarında akıl almaz işler yapıldı. Bu şartlar altında, sağlıklı öngörülerde bulunmak biraz zor. O nedenle ben bu yıl için bir dolar tahmininde bulunmayacağım, onun yerine enflasyon tahmini ile yetineceğim.  

Döviz ve para piyasalarındaki son iki yıllık büyük saçmalığı kısaca özetleyelim ki, yarın olabilecekleri kestirebilelim. Türk Lirasının ölçme fonksiyonu, yıllar önce kaybolmuştu. Ancak Türkiye’de öyle para politikaları uygulandı ki, dünyanın rezerv para birimi doların da ölçme fonksiyonu kayboldu. Dövize öylesine müdahaleler yapıldı ki, adil dolar seviyesi, son bir yıla bakarsak 40-43 lira, son iki yıla bakarsak 55-60 lira olacakken, 29-30 seviyelerinde kaldı. Büyük bir çoğunluk farkında değil ama, doların 40 lira ya da 60 lira seviyesinde olması gerekirken 30 lira seviyesinde olmasının ciddi maliyetlerini de ödedik hep birlikte. Neler oldu, nasıl maliyetler ödedik? Öncelikle dolar artışı enflasyona neden olur diye korktuk. Dolara müdahalede bulunduk. Son iki yıldır daha önce satılan 128 milyar doların dışında Merkez Bankası arka kapıdan birinci yıl için 140, ikinci yıl için yaklaşık 100 milyar dolar daha satış yaptı. (MB hesaplarını izleyen arkadaşların tahminleri) 

Yine dolar artmasın diye KKM gibi dünyanın en saçma finansal aracını icat ettik. Mevduat sahibi ile banka arasında olması gereken faiz ödemesini, Hazinenin ve Merkez Bankasının, dolayısıyla halkın sırtına yükledik. Son iki yıldır KKM için Hazine ve Merkez Bankasına binen yükün 1 trilyon 600 milyar lira seviyesinde olduğu hesaplanıyor. Ve hala, KKM derdinden kurtulamadık. Bu büyük kara deliğin neden olduğu enflasyon, olası döviz kuru artışının çok çok üstünde…

Ve yine döviz kuru olması gereken seviyenin altında kaldığı için ihracatımız yeteri kadar artmadı, buna karşılık ithalatımız ve dış ticaret açığımız büyüdü. İki yıl öncesine kadar her ay ortalama 4-5 milyar dolar dış ticaret açığı verirken şimdi her ay yaklaşık 9-10 milyar dolar dış ticaret açığı veriyoruz. Cari açığımız ve dış borcumuz şişiyor.

Enflasyonun dörtte biri seviyelerinde negatif reel faiz uygulayarak, kredi kullanan herkesin finansman maliyetlerini halkın sırtına yükledik, gelir dağılımını berbat ettik. Fakat hukuksuzluk ve tek adam keyfiyeti nedeniyle, bu kadar düşük negatif reel faize rağmen, iş dünyası yatırım yapmadı, üretimi artıramadı, teknolojik atılım gerçekleştiremedi. 

Bu bedelleri ödeyerek döviz kurunun artmasını önledik ama enflasyonun TÜİK’e göre yüzde 62, ENAG’a göre yüzde 129 olmasını önleyemedik. TÜİK’e göre bile, dünyada en fazla enflasyona sahip 5 ülkeden biriyiz.

Şimdilerde bir algı yönetimi var. Efendim Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan öylesine başarılı ve rasyonel politikalar uyguluyorlarmış ki, enflasyon düşecekmiş, dolar düşecekmiş, ellerinizdeki dolarları satınmış… Her alanda olduğu gibi burada da bir algı operasyonu yürütülüyor. Doları düşürmek için daha neler yaparlar bilemiyorum. Ellerine ne geçiyorlarsa satıyorlar. Fabrika, arazi satmanın yanı sıra ülkenin jeopolitiğini de satmaya başladılar. ABD’nin PKK’yı koruyup kolladığı bilinmesine rağmen aman Türkiye’ye gelen döviz trafiği aksar diyerek, İsveç’in NATO üyeliğine onay verdiler. Doları düşük tutmak için her türlü bedeli ödemeye razı gibi duruyoruz. Ama nereye kadar sorusu her zaman gündemde… Bilinen bir şey var: Para piyasalarında suni baskılamalar çok uzun sürmez. Patladı mı, fena patlar.

Faiz artışlarıyla enflasyonu düşüreceklerini iddia ediyorlar. Merkez Bankası yüzde 8.5 olan politika faizini seçimlerden sonra yüzde 42.5’e kadar getirdi. Bu oranlar ile Türkiye’ye bol miktarda döviz girecekmiş, bu faizlerle de tüketim düşecekmiş, buna bağlı olarak da enflasyon düşecekmiş.

Olmadık yerde, Eylül 2021’de faizle oynayarak ekonominin tüm dengeleri alt üst edildi ve bozuldu. Şimdi yine sadece faizle oynayıp dengeleri kurmak, enflasyonu kontrol altına almak mümkün sanıyorlar ama yanılıyorlar. 

Son iki yıldır yaşadığımız enflasyonda bir talep artışı etkisi var deniyor ama bu artışı işçiler ve emeklilerin talebi sağlamadı ki… Bu kesimin alım gücü de, milli gelirden aldığı pay da geriledi. Dolayısıyla alım gücü azalan bir kesimin talep artışından bahsetmek abesle iştigal olur ve olmayan bu talep artışının enflasyona neden olduğunu söylemek soruna yanlış teşhis koyduğunuzu gösterir. 

Enflasyonla mücadele sadece para politikası ile olmaz. Destekleyici maliye politikaları ve yapısal reformlar gerekli. 2024 bütçesine baktığımızda enflasyonla mücadeleyi bir tarafa bırakın, enflasyonun daha da azdırılacağının sinyallerini görüyoruz. 2024 bütçesine kısaca bir göz atalım.

2023’te 659 milyar lira olan bütçe açığının 2024’te 2 trilyon 652 milyar lira olması öngörülmüş. Artış 4 kat. 2 trilyon 652 milyar liralık açık için iç ve dış borçlanma yapılacak. Ancak geçtiğimiz yıllardan kalan borçların çevrilmesi için borçlanma 3 trilyon 600 milyar liraya ulaşacak.   

1 trilyon 250 milyar lira faiz ödenecek. Toplanan her 100 lira verginin 16 lirası faize gidecek.

Güya milletin cebinden 5 kuruş çıkmayacak denilen Kamu Özel İşbirliği yatırımları için köprü ve otoyollara 73.8 milyar lira, şehir hastanelerine 83.7 milyar lira, Avrasya Tüneline 4.9 milyar lira olmak üzere toplam 162.4 milyar lira ödenecek.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi kalemini yüzde 125 artırmışlar. Seçim öncesi AKP’li belediyelere 901 milyar lira aktaracaklar. Program dışı giderlerde yüzde 143 artış var. 1 trilyon 42 milyar lira program dışı harcanacak.

Nihayetinde, yüzde 147 artan bütçeye, 4 kat artacak olan bütçe açığına rağmen, insanlar yüzde 62 olduğu iddia edilen TÜİK enflasyonunun yüzde 36’ya düşeceğine inanacaklar! Bu arada fenomenlerin Bentley, Audi, Mercedes, Ferrari gibi otomobillerine devlet el koyacak. Bunları satıp Hazineye aktarmak yerine trafik polislerinin kullanımına verecek. Ve halk enflasyonla mücadelede kamunun tasarruf ettiğini düşünecek, elindeki dolarları satacak.

SONUÇ VE ENFLASYON TAHMİNİ: Enflasyon sadece para politikası ile düşmez. Talep artışı, reel olarak alım gücü düşen işçi ve emeklilerin boğazı sıkılarak frenlenmez. Bütçe açığının 4 kat arttığı bir dönemde enflasyonu bırakın düşürmeyi, aynı seviyede tutmak bile bir mucizedir. TÜİK’in ne kadar enflasyon açıklayacağı, rulet masasında gelecek sayıyı tahmin etmekle eş değerdir. O nedenle TÜİK’e göre değil, ENAG verilerine ve benim kendi ölçtüğüm enflasyona göre tahminim, bu bütçe yapısına göre yüzde 140 seviyesindedir. Yerel seçimlerden sonra yapılacak ani fren benzeri tedbirler alınırsa, yaşanacak olası resesyona rağmen enflasyonun gelebileceği seviye en düşük yüzde 90 seviyesidir. Bu kadar değişkenliğin ve öngörülemezliğin olduğu bir ülkede, yıllık enflasyon tahminini Nisan ve Mayıs aylarında revize etme hakkım bakidir. Ekonomide yaşanacak büyümenin, ülkenin kalkınmasını ve refahını sağlayıcı büyüme olmadığını zaten yıllardır söylüyorum. Eskiden hormonlu diye adlandırdığım büyümeyi son dört yıldır zehirli büyüme diye tanımlıyorum. Ancak zehirli de olsa büyüme ile ilgili tahmini yine Mayıs ayına bırakıyorum. Döviz kurunun ne zaman adil değerini bulacağı konusunda yerel seçime kadar bir tahminde bulunmuyorum.