Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,0624
Dolar
Arrow
34,1295
İngiliz Sterlini
Arrow
44,5429
Altın
Arrow
2955,0000
BIST
Arrow
8.793

Daron Acemoğlu ve Nobel üzerine: Ya İktisat tarihi bilmiyorlar ya da…

Daron Acemoğlu, ortak çalışmalar yaptığı iki arkadaşı ile birlikte Nobel Ekonomi ödülünü kazandı. Kutlarım. Ancak Osmanlı ve Türkiye İktisat tarihi ile ilgili iki kitap yazan biri olarak, Atatürk ilke ve devrimlerini yürekten sahiplenen biri olarak itirazlarımı da aktarmak zorundayım.  

Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Prof. Dr. Simon Johnson ve Prof. Dr. James A. Robinson’nun “kurumların nasıl oluştuğu ve refah üzerindeki etkileri” konusundaki çalışmaları, ödülün gerekçesi olarak açıklandı. Daron Acemoğlu ve Simon Johnson’un birlikte yazdığı “Ulusların Düşüşü” ve “Dar Koridor” kitaplarında üzerinde durdukları ve öne sürdükleri tez özetle şu:

Uzun vadede, ülkelerin refahını ne artırıyor? Kapsayıcı kurumlar diye tanımladıkları toplum kesimlerini yansıtan demokratik bir yapıdan söz ediyorlar. Sömürgeci kurumlar derken de, bir ülkede tepeden inmeci devlet ağırlıklı yaklaşımları ve bunun sonucunda oluşan sömürüden söz ediyorlar. Ayrıca, beşeri sermaye için teknolojinin ve eğitimin önemini vurguluyorlar. 

Bu yaklaşımlar son dönemlerde çoğu iktisatçılar için genel kabul gören yaklaşımlar. Birçok iktisatçı Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde devletin kurumlarındaki çürüme ve çöküşe işaret ederek yargı ve güçler ayrılığı konusunda reformlar yapılmadan alınacak hiçbir tedbirin ekonomide işe yaramayacağını belirtiyor.

Demokratik kurumların varlığı yaşadığımız dönemin şartlarında ekonomik kalkınma ve daha adil bir bölüşüm için gerekli bir unsur. Ama bu konuda Daron Acemoğlu ve arkadaşlarından ayrıldığımız, hatta karşı çıktığımız bir konu var.

Bu arkadaşların zenginleşme ve refah artışını sadece kapsayıcı kurumlarla açıklaması, iktisat tarihi açısından da, dünya savaşlar tarihi açısından da, kapitalizmde sermaye birikimi ve emperyalizm tarihi açısından çok talihsiz. Doğruluğu genel kabul gören şeyler söyleyip gerçeği saklama çabası var sanki.

Özellikle örnek olarak gösterdikleri ABD, İngiltere ve Batı ekonomilerinin zenginleşmelerinin arkasında sermaye birikiminin nasıl oluştuğu, tarımda derebeylikler ve serfler, ABD ve Avrupa sermayesi için, Afrika’dan getirilen köleler, Latin Amerika, Afrika, Osmanlı, Orta Doğu’nun yağmalanması, emperyalizmin gerek savaşlar, gerek işgaller, gerek kurduğu ekonomik düzenle ülkelerin sömürülmesi hiç yok. Bu arkadaşların kitaplarını okuduktan sonra, bende bir iktisatçı duruşundan ziyade, emperyalist dünyanın, IMF, Dünya Bankası ve NATO’nun PR Ajansı metin yazarları gibi davrandıkları izlenimi oluştu. 

Bir taraftan ABD ve İngiltere’deki demokrasiyi ve hukuk yapısını örnek göstereceksin… Diğer taraftan ABD öncülüğündeki güçlerin Irak’a ve Libya’ya nasıl demokrasi getirdiklerinden söz etmeyeceksin… Sermaye birikiminin arkasındaki kan ve sömürü düzeninden hiç söz etmeden iktisat tarihi yazmak da ayrı bir başarıdır elbette.

DAR KORİDOR’DAN ALINTILAR    

Hele hele Daron Acemoğlu ve James Robinson’un birlikte yazdıkları Dar Koridor kitabında (S 486-490) Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasıyla ilgili tespitlerinden sonra bu arkadaşlar için iki değerlendirme yapabilirim ancak.

Ya Osmanlı ve Türkiye iktisat tarihinden hiç haberleri yok.

Ya da emperyalizmin Atatürk düşmanlığı etkisi altında kalıp Atatürk ve Cumhuriyetin Aydınlanma Devrimlerine saldırıyorlar. Malum ABD ve Batı Dünyası her he kadar Atatürk’ü takdir etse de Atatürk nefretini de içinde barındırır. Aradan 100 yıldan fazla geçtikten sonra emperyalizmin içine sindiremediği iki şey var. Bir tanesi İstiklal Savaşı sonrası Sevr Haritasının yırtılıp atılması, yerine Lozan’la Bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması… İkicisi, üstelik hiçbir sermaye birikimi ve zenginliği olmayan aksine Osmanlı’nın borçlarını ödeyen bu yeni devrimci Cumhuriyetin kendi kaynakları ile sanayileşmeye ve ekonomik kalkınmaya başlaması, kendi ayakları üzerinde bir ekonomik başarı öyküsü yazmaya başlamasıdır. Bu ikincisini, sömürülen ülkelere örnek olma potansiyeli nedeniyle Sevr’in yırtılıp atılmasından daha tehlikeli görürler. Nitekim bir karşı devrim olarak emperyalizmin Türkiye’nin sanayileşme ve eğitim hamlesine ilk saldırıları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra 1945’li yıllarda başlamıştır.

 Dar Koridor kitabından aktarıyorum:

“Daha sonra Atatürk adını alacak Mustafa Kemal liderliğindeki güçlerin zaferiyle 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti pek çok yönden İttihat ve Terakki cemiyetinin oyun tarzını sürdürdü.” 

Bu cümle, baştan aşağı bir cehalet değilse nasıl açıklanacak? Mustafa Kemal Paşanın devrimciliği bir kenara atılmış, etkin olmadığı ama bir zamanlar üyesi olduğu İttihatçı olarak nitelenmiş. Atatürk’ü, Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa ile bir tutuyor. 

Cehalet ve kin karışmış. Devam edelim…  

“Ordu ve bürokrasinin önderliğinde,  (iş çevreleri ve diğerleri bu koalisyonun sadece çeperde kalan kalan unsurları olarak dahil edilmişlerdi.) daha fazla reform ve devlet inşası için yol açıktı ama sadece despotik tarzda bir devlet oluşumu için. Artık iktidar merkezi Atatürk’ün CHP’siydi. CHP, ekonomi ve toplumu modernleştirdi ama liderleri ve müttefikleri için denetlenmeyen bir iktidar ve ekonomik zenginlik getirdi.”

Son cümle bir bilim insanına hiç yakışmayan çok aşağılık bir ifade. Atatürk’ün ekonomi ve toplumu modernleştirme hamlesi, kendisi için, lider için denetlenemeyen bir ekonomik zenginlik getirmiş. Bırak Atatürk’ü o dönemde görev alan başbakanların, bakanların zenginleştiğine dair en ufak bir kanıt yok. O devrimi yapan büyük kadroyu kiminle karşılaştırıyor. Bilim insanı namusu belgelerle konuşmayı gerektirir iftira atmayı değil. Kaldı ki, büyük savaştan sonra Cumhuriyeti kurmuyorum yeni padişah benim deme gücü ve kudreti varken “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesiyle Cumhuriyet ilan etmiş ve devrimlerini gerçekleştirmiş bir liderden söz ediyoruz.

“Ordu ve bürokrasi önderliği” diyor, “iş çevreleri çeperde bırakılmıştı” diyor.

Kuzum siz ne biçim iktisat tarihi yazıyorsunuz? Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı sanayi mirasında sanayi envanterinden haberiniz yok mu? Çoğu un değirmeni, tabakhane, dokuma olmak üzere toplam 282 şirket. Toplam işçi sayısı da 14.060…  

Atatürk’ün ekonomi ve sanayileşme politikalarında sadece devlet yok. Özel sektör de var. Daha bir ay olmadı. İş Bankası 100. Kuruluş Yıldönümünde Daron Acemoğlu’nu konuşma yapması için davet etti.  Acemoğlu ve Robinson kitaplarında diyor ki, “despotik devlet var, iş çevreleri yok.” 

Avrupa’nın toprak rejimi ile ABD’nin toprak rejimi ile Osmanlı’nın toprak rejimi tamamen farklı.  Sanayi envanterini bir üst paragrafta aktardım. Osmanlı’da kapitülasyonlara sahip yabancı sermaye var. Osmanlı’yı emperyalist ülkeler dibine kadar sömürüyorlar. Bir taraftan toprak rejimi, bir taraftan Hanedanın (Sarayın) kendisine gelir sağlamak amacıyla yabancı şirketlere verdikleri kapitülasyonlar nedeniyle, Osmanlı’da sermaye birikimi oluşamıyor.

İşte bu dönemde 1924 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklal Savaşı için vergilerden ve bağışlardan artırdığı para ile (utanmaz bir şekilde iftira attığınız gibi ekonomik çıkar sağlayarak değil) İş Bankası kuruldu. Daron Acemoğlu’nu 100. kuruluş yılında davet ettikleri için İş Bankasının bugünkü yöneticileri belki bilmiyor ya da unutmuş olabilir, hatırlatalım. İş Bankasının kurulmasının yegane nedeni, özel sektörün finansmanı idi. Bu Atatürk dönemi için, nasıl bir despotik devlet ve özel sektörü dışlama iddiası öyle?

1927 yılında Sanayi Teşvik Kanunu çıkarıldı. 1930 yılında bütün ticaret ve sanayi odaları temsilcileri ile Sanayi Kongresi toplandı.  Özel sektör ve sanayinin teşviki için her şey yapıldı. Ama özel sektörün yeterli sermaye birikimi de yoktu, bilgi birikimi de. Türkiye’nin sanayileşmesi için özel sektörün gücü de yetmedi, boyu da yetmedi. 

SANKİ OSMANLI DEVLETİ DEMOKRASİYLE YÖNETİLİYORDU

Tüm kitaplarınızda ve makalelerinizde, kapsayıcı kurumlar diyorsunuz, eğitim diyorsunuz. Atatürk’e iftira atıyorsunuz. “Despotik bir devlet ve ekonomi yönetimi kurdu” diyorsunuz.

Zannedersin ki, Mustafa Kemal Paşa, padişahlıkla yönetilen Osmanlı Devletinden, demokratik bir hukuk devleti ve demokratik haklarının bilincinde olan özgür bir toplum, özgür bireyler devraldı… 

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalist ülkeler tarafından işgal edilmiş topraklarda, istiklal savaşı kazanılarak bir din tarım imparatorluğu üzerine kuruldu.

Millet yerine ümmet, devletin eşit haklara sahip özgür bireyleri yerine, padişahın kulları vardı. 

Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimlerinin en öncelikli amacı, ümmetten millet bilincine dönüşmek, kulluktan özgür bireylere dönüşümü sağlamaktı. Bu da okuma yazma oranı yüzde 8’lerde olan bir toplumda eğitim hamlesi ile olurdu. Eğitim ve beşeri sermaye diye konuşuyorsunuz ama daha İstiklal Savaşı sürerken 1921 Temmuzunda, düşman askeri Polatlı’da iken, Gazi Mustafa Kemal Paşa Eğitim Kongresi topladı. Öyle tepeden inmeci bir yaklaşımla değil. Sizin kapsayıcı kurum dediğiniz yaklaşımla. Kadın erkek ne kadar öğretmen varsa, onları toplayıp yeni dönemin eğitim programını hazırlamalarını istedi.

İKTİSAT KONGRESİ TEPEDEN İNME Mİ KAPSAYICI MI?

Tepeden inmeci diyorsunuz. Yahu kuzum sizin, savaş kazanıldıktan sonra daha Cumhuriyet kurulmadan, Lozan görüşmeleri sürerken, görüşmelere ara verildiği dönemde ( 17 Şubat- 4 Mart 1923) İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresinden de mi haberiniz yok? Türkiye’nin dört bir tarafından gelen işçi sınıfı, çiftçi sınıfı, sanayici sınıfı, tüccar sınıfı ile günlerce süren tartışmalar sonucu ortaya çıkan “Kapsayıcı Bir Ekonomik Program” hedefi… Kapsayıcı olmak için ille de emperyalist devletlerin ve onların imtiyazlı şirketlerinin temsilcileri mi katılacaktı?

KEŞKE YUNAN KAZANSAYDI ZİHNİYETİ…

Hele kitapta bir paragraf var ki… Kadın hakları bakımından Avrupa medeniyetlerinin geç kalmış kıskançlığı, çağdaş uygarlığa ulaşma çabaları bakımından da “Keşke Yunan kazansaydı” zihniyeti…

“Kadınların özgürleştirilmesi ve güçlendirilmesi, bürokrasinin modernleştirilmesi ve sanayileşmenin desteklenmesi gibi bazı reform uygulamaları devlet kapasitesi yaratmak ve toplumun pek çok kesimi için daha önce olmayan bir kısım özgürlükler getirmek bakımından önemli adımlar olsalar da bunlar Türkiye’yi koridora sokmak amacını taşımıyordu.”

Bilmeyenler için hatırlatalım. Koridora sokmak derken, bu iktisatçı arkadaşların önerdiği emperyalist planın güdümünde bir demokrasi ve hukuk anlayışından söz ediyorlar… Peki, kadınların ve toplumun özgürleştirmesinin amacı neydi sevgili Nobelli iktisatçılar? Bunu açıklamadan bir çamur atıp geriye çekilmek bilim ahlakında var mı?  

Ve Keşke Yunan kazansaydı zihniyeti…

“Latin alfabesine geçiş, kıyafet devrimi ve dini kurumların yeniden yapılandırılması gibi pek çok reform topluma danışılmadan yapıldı ve zorla dayatıldı. Bu reformlara direnenler, örneğin Batı tarzı şapka yerine fes takmakta ısrar edenler kovuşturmaya uğradı bazı durumlarda infaz edildi.”

 Tam “Keşke Yunan Kazansaydı” diyen Fesli Kadir ağzı. Üstelik Nobelli bilim insanları… İskilipli Atıf neden idam edildi? Şapka takmamak için direndiğinden mi, yoksa İngilizlerle İşbirliği yapıp vatan hainliğinden mi?

Ya Şeyh Sait… Dini duygularla mı isyan çıkardı yoksa İngiliz Emperyalizminin planı dahilinde bir maşa olarak Musul Kerkük görüşmeleri öncesinde Musul Kerkük’ün Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmasını sağlamak için mi? 

Laik bir ülke inşa edilirken, dini kurumların yeniden yapılandırılmasındaki tepeden inmeci iddiasının çok masum bir ifade olmadığını, hatta inançlarınızla çeliştiğini düşünüyorum. Özellikle son dönemde AKP’nin din eğitimine ağırlık vermesi dini kurumları ön plana çıkarmasından çok rahatsız olduğunuza dair açıklamalarınız var. Belli ki kafanız karışıyor. İktisatçı olarak din eğitimi ve eğitim konusunda hassas düşünmeye başlıyorsunuz. 

Ama sonrası… Şöyle tahmin ediyorum. Siyasal İslam, bir Müslüman hareketi değildir. Siyasal İslam, İslam dinini ve Müslümanları kullanarak, Laik Cumhuriyeti yıkmaya yönelik bir İngiliz – ABD emperyalizminin ortak projesidir. Siyasal İslamı savunmak için Müslüman olmak gerekmez. 

Harf devrimine gelince… Yine tam bir Siyasal İslamcı ağzı… Harf devrimi sırasında halkın yüzde 7’si kadar nüfus eski alfabeyi okuyabiliyor. Onların da yüzde 5’i kentlerde…

KONGRELER HAREKETİ YETERİNCE KAPSAYICI DEĞİL Mİ?

İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetin kurulması, tek başına asi bir general hareketi de değildir. İstiklal Savaşı ve sonrasında Cumhuriyet kuruluşu bir kongreler sürecidir. Mondoros Ateşkes anlaşmasıyla yurdun dört bir tarafında başlayan direniş hareketlerinin örgütlenmesinin yanı sıra eğitimin şekillendirildiği Maarif Kongresi, ekonominin şekillendirildiği iktisat Kongresi dahil 40’a yakın kongreyle ve TBMM’nin kuruluşuyla devam eder.  Kongreler süreci, sizin çok sevdiğiniz ifade ile kapsayıcıdır.  

Gerek İstiklal Savaşı sırasında alınan kararlarda, gerek tüm Aydınlanma Devrimlerinde, hepsinde TBMM Meclisi kararı vardır. Ve hatırlatalım. Atatürk Aydınlanma Devrimlerinin iki temel karakteri vardır.

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. 

İşte emperyalist ülke sözcüleri bu bağımsızlık kavramını pek sevmezler. 

Diğer en önemli ilke de Atatürk ilke ve devrimleri sürekli demokratik bir devrimdir. Bir doğmaya sıkıştırılamaz. Çünkü temel prensip, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. Bir gün benim söylediklerim ile bilim çelişiyorsa, benim değil bilimin peşinden gidiniz…”

Daron Acemoğlu ve James Robinson’un Dar Koridor kitabında Atatürk ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi için öne sürdükleri tezler Siyasal İslamcıların çok hoşuna gidebilir. Ama Onlar 2006’dan sonra AKP’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı politikaları da ağır biçimde eleştiriyorlar. Ancak 2002-2006 dönemi için üstelik de CHP’nin İkinci Yüzyıl Vizyon toplantısında Daron Acemoğlu’nun yaptığı güzellemeleri ve övgüleri de gelecek hafta yazacağım.

Bu Nobelli iktisatçılara biraz Osmanlı ve Türkiye İktisat Tarihi, biraz sömürgeler tarihi emperyalizm olgusu ve Atatürk Devrimlerinin ruhu için birkaç kitap önereceğim. Emperyalizmi ve kapitalist sömürü düzenini Marksist ya da Leninist iktisatçılardan okumayacağınızı biliyorum. Bari şu anda çağdaşlarınız ve en az sizler kadar ünlü olan Thomas Piketty’nin Kapital kitabı ile devamı niteliğindeki Kapital ve İdeoloji kitabını okuyabilirsiniz. Türkiye ve Atatürk için bende iz bırakan ve bir çırpıda aklıma gelen kitaplar da öneriyorum. 

Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye… Prof. Dr. Bilsay Kuruç… Hem Türkiye’nin hem kapitalizm ve emperyalizmin tarihi için eşsiz bir çalışma…

Türk Devrim Tarihi Prof. Dr. Suna Kili

Atatürk, Kurucu Felsefenin Evrimi  Prof. Dr. Zafer Toprak…

Karşı Devrim 1945-1950 Prof. Dr. Çetin Yetkin

Türkiye İktisat Tarihi 1908-2015 Prof. Dr. Korkut Boratav.

Tarihimizle Yüzleşmek. Prof. Dr. Emre Kongar

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası Dr. Serdar Şahinkaya

Atatürk Dönemi Ekonomi Prof. Dr. Duran Bülbül

Ve pek de mütevazı olmayalım. Kendi kitabım, Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları/ Ekonomide Karşı Devrim…