Türkiye’de uzun süredir demokrasi ve hukuk ayaklar altında. Tek adam rejimi ile öyle bir hale geldik ki, tepedeki bir kişi canı ne isterse yapabiliyor. Anayasa yok hükmünde. Toplumun büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altında, geçim ve açlık derdinde. Aç insanlar özgürlük ve demokrasi talep etmez düşüncesinde idiler. Ekrem İmamoğlu’nun uydurma gizli tanık ifadeleriyle hapse atılması, bardağı taşıran son damla oldu.
Şimdilik; halkın tepkisi, gençlere gaddarlığın ötesinde yapılan muameleler, işkenceler, gözaltılar, tutuklamalar, hukuk, insan hakları, demokrasi gibi kavramlar umurlarında değilmiş görülüyor. Ne kadar devam eder, göreceğiz.
Yapılan yorumlarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözünü karartıp bu kadar ileri gitmesinin arkasında ABD Başkanı Trump ile yaptığı telefon görüşmesinden cesaret aldığı söyleniyor. Doğrudur, tecrübeli diplomatların ve emekli kurmay subayların bu yönde çok yerinde yorumları var. Trump’ın planlarını biliyorlar ve Erdoğan’dan neler isteyebileceklerini tahmin ediyorlar. Bu konuda çok sayıda yazı yazıldı televizyonlarda yorum yapıldığı için tekrar etmeyeceğim. Erdoğan Trump’ın isteklerini yerine getirecek, Trump da, Erdoğan’ı demokrasiye ve hukuka aykırı davranışları nedeniyle kınamayacak. Ayrıca Türkiye’deki demokrasi, insan hakları ve hukuk Trump’ın derdi değil ki…
Ama ben şunu eklemek istiyorum.
Erdoğan bu noktaya, bir günde gelmedi ki…
Bu noktaya, sadece dış dünyadan destek alarak gelmedi ki…
Esas destek ve cesareti, yıllardır “mış” gibi yapılan muhalefetten alarak bu noktaya geldi.
Kemal Kılıçdaroğlu ve o dönem CHP’nin kaptan köşkünde oturan yöneticilerinin çok önemli kırılma anlarında neler yaptıklarını hatırlayın. Sadece bir örnek vereceğim.
Özellikle rejim değişikliğine yol açan “mühürsüz oylarla” anayasa referandumunun kabullenilmesi, gayrı meşruluğun meşrulaştırılması, bundan kısa bir süre sonra da, halkın tepkisini dindirmek için, halka yapılan değil ama kendi milletvekiline yapılan bir hukuksuzluk için 400 kilometre yürümesi, bir “Hak, Hukuk, Adalet” arayışı değil, halkın kabaran tepkisinin gazını alma hareketi idi.
400 kilometre Ankara’dan İstanbul’a yürümek yerine, mühürlü oyların kabul edilme kararı sonrası Ankara’da 2 kilometre YSK önüne yürüseydi, örgütlerini İl Seçim Kurulları önünde toplanmaya çağırsaydı, bugün Türkiye başka bir yerde olacaktı. Bu arada arkadaşım ve aynı gazetede birlikte çalıştığım Enis Berberoğlu alınmasın. Ona yapılan hukuksuzluktu. Ben Enis için yapılan eylemi değil, Anayasa ve Türkiye için eylemsizliği kınıyorum.
BATICILIK İLE BATININ KAVRAMLARI FARKLI ŞEYLERDİR
Şimdi gelelim, ABD’nin, Trump’ın ve Batının tutumuna… Batılı olmak başka bir şeydir. Batı kavramlarını ve değerlerini kabul etmek başka bir şeydir. Batıcı olmak başka bir şeydir.
Elbette demokrasi ve hukuk konusunda antik çağdan beri gelen güzel örnekler var. Detaya girmeyelim, Anadolu’daki Likya uygarlığı, Antik Yunan ve Roma uygarlıklarını hatırlatıp geçelim. Söylemek istediğim, çağdaş demokrasi, temel insan hakları, çağdaş hukuk Fransız Devrimi ile gelişti. Batı dünyasının kavramları oldu.
Romantik aydınlar, Erdoğan’ın anti demokratik tutumuna, özellikle gençlere karşı devletin polisi ile yargısı ile giriştiği gaddarlık ötesi tutuma, Batı’nın ve ABD’nin neden ses çıkarmadığını sorguluyorlar. Avrupa’yı ve Amerika’yı ikiyüzlü olmakla suçluyorlar. Şu gerçeği çok berrak bir şekilde ortaya koyalım.
KAPİTALİST VE KOMÜNİST SİSTEM REKABETİ
İkinci dünya savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyadaki iki ekonomik model ve iki yönetim biçiminin özelliklerini hatırlayalım.
Piyasa ekonomisini önceleyen kapitalist Atlantik Paktı…
Merkezi planlı ekonomiyi önceleyen komünist Varşova Paktı…
Kapitalist sistem, eşitlikçi değildi. Sınıflar arası ve ülkeler arası bir sömürü düzeni söz konusuydu. Demokrasi, düşünce, düşünceleri yayma, inanç ve girişim özgürlüğü vardı. Piyasa dinamiklerini kullanması, rekabet ortamı ve özgürlükler, ekonomik gelişme ve teknolojik gelişme yarışında sisteme üstünlük sağladı.
Komünist sistem, eşitlikçiydi. İnsanların, barınma, sağlık, eğitim ve geçim sıkıntısını ortadan kaldırmıştı. Buna karşılık, işçi sınıfı diktatörlüğü adı altında Komünist Parti’nin baskıcı rejimi vardı. Kişi özgürlükleri, düşünceyi ifade etme ve seyahat özgürlüğü yoktu. Özgürlüğün olmadığı ortamda, ekonominin ve teknolojinin gelişmesi de zaafa uğruyordu.
İki kutuplu dünyada kapitalist sistem, komünist sistem karşısında kendi üstünlüğünü kanıtlamak ve pazarlamak için üç kavrama önem verdi. Demokrasi, özgürlükler ve sosyal devlet.
İkinci dünya savaşı sonrasında gücünü ve etki alanını artıran Sovyetlere karşı, sosyal devlet ilkesini kapitalist sisteme enjekte ettiler. Sosyal devlet ilkesi ile komünist rejimin üstün tarafı olan adil bölüşümü yakalayamadılar ama yaklaşmaya çalıştılar. Eğitim, sağlık, emeklilik sistemleri gibi sosyal güvenlik sistemlerini geliştirdiler. 1940’lı yıllarda yüzde 20’ler civarında olan vergi gelirleri / GSYH (ulusal gelir) oranını yüzde 40’lara hatta yüzde 50’lere kadar çıkartıp sosyal devlet ilkesini benimsediler.
Kapitalist Sistem, Berlin Duvarının yıkılması, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kendisini pazarlamada kullandığı özgürlük ve demokrasi havariliğine gerek duymadı. Ortada sosyalist ve planlamacı bir ekonomik sistem kalmadığına göre, liberal düzen de yeni bir aşamaya evrildi, neoliberal sisteme geçildi. Artık sosyal devlet ilkelerinden de yavaş yavaş vazgeçilebilirdi. Eğitim, sağlık, barınma, emeklilik sistemleri özel sektörün kapsama alanına girdi, piyasaya bırakıldı. Yurttaşlar eğitim, sağlık gibi temel haklarını gerekirse borçlanarak satın almaya razı edildi.
ABD ve Avrupalı emperyalist ülkeler için demokrasi ve insan hakları sadece kendi iktidarlarını destekleyen “Beyaz Adam” için geçerlidir. Süreç içerisinde düzene ayak uyduran “Beyaz olmayan Beyaz Adamlar” da ortaya çıkmıştır. Diğer insanlar için geçerli olan demokrasi Irak’a, Libya’ya götürdükleri demokrasi gibidir.
Başlıktaki gibi biraz kulağa tuhaf gelecek ama demokrasi ve özgürlüğün garantisi, içinde demokrasi ve özgürlük olmayan komünist sistemdi.
DİJİTAL FAŞİZM GELİYOR
Sovyetler dağıldıktan sonra, kapitalist sistemin artık demokrasiye pek ihtiyacı kalmadı. Hatta yeni bir faşizm türü ile tanışmaya başlıyoruz.
Neoliberal düzen iki farklı alandan sarsılıyor. Bir tanesi sınıflar ve ülkeler arasındaki eşitsizliklerin neden olduğu huzursuzluklar… Diğeri de gümrüksüz dış ticaret ve sermayenin serbest dolaşımı ilkesinin ABD’den çok Çin’in işine yaraması… Neoliberalizmin en temel ilkesi gümrüklerin sıfırlanması ilkesi Trump tarafından yerle bir edildi.
Neoliberal düzendeki çatlaklar ve teknolojideki gelişmeler, önümüzdeki dönem yeni bir ekonomik model ve yönetim modelini işaret ediyor.
Yapay zeka ve algoritmalar, bütün dünyayı etkiliyor. Algoritmalar yoluyla, sosyal medya üzerinden, cep telefonları üzerinden insanları n tüketim alışkanlıklarını, sosyal ve siyasal davranış biçimlerini, hatta uyurken gördükleri rüyaları bile etkiliyorlar. Piyasa ekonomisini, fiyat mekanizmasını, arz talep yasasını unutun. Tüketim ve yatırım kararlarını teknoloji devi şirketlerin yönettiği algoritmalar verecek. Ve elbette sadece tüketimlerini etkilemekle sınırlı kalmayacaklar, oy tercihlerini de etkileyecekler.
Algoritmalar ve yapay zekayı yöneten devasa büyük şirketler artık sadece devasa büyük bir şirket olarak tanımlamaz. Doğrudan Beyaz Saray yönetimindeler. ABD, bildiğimiz tür bir faşizmden dijital faşizme geçiyor. Çin’de de insanlar üzerindeki dijital kontroller çok önceden başlamıştı zaten. Ve bizdeki bazı arkadaşlar, dijital faşizme geçen ABD’den Türkiye’deki otoriter ve baskıcı rejimi protesto etmesini bekliyor.
DEMORKASİ YABANCILARIN LÜTFU İLE OLMAZ…
Emperyalizm demokrasi peşinde koşmaz. Onlar için, planları olan bölgelerde istikrarsız, ekonomisi bağımlı ülkeler ve siyasi olarak köşeye sıkışmış, her dediklerini yapacak olan yöneticiler önemlidir.
Demokrasi için dışarıdan destek beklemek saflık olur. Demokrasi ve özgürlükler, yabancıların lütfu ile olmaz, toplumun talebi ve mücadelesi ile gelir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini yabancıların lütfu ile kurmadı. Önce milleti arkasına aldı dağılmış orduyu yeniden kurdu, her aşamasında millet iradesini arkasına alarak kongrelerle, TBMM ile istiklal savaşı kazandı ve yine her aşamasında milleti arkasına alarak Cumhuriyet Devrimlerini gerçekleştirdi.
Dağılmış Osmanlı’dan sonra dış destekli kurulmuş Orta Doğu devletlerinin, Irak’ın, Suriye’nin hali ortada… ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi kapsamında, etnik ve inanç temelli bölünerek iç çatışmaları bitmek bilmeyen Orta Doğu devletine doğru sürükleniyoruz. Atatürk’ün Antiemperyalist duruşunu tekrar canlandırmamız gerekiyor.
Umutsuzluk yoktur, çor şartlar vardır. Görünen o ki; dünyayı umursamıyor dediğimiz gençler demokrasi talep ediyorlar. Demokrasi talebi ile birlikte ekonomik talepler, sadece gençler tarafından değil, toplumun her kesiminden yükselecektir.
Çok Okunanlar

Ferhat Göçer'den çarpıcı Volkan Konak açıklaması: 'Defalarca uyardım...'

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan olağanüstü kurultay açıklaması! Aday olacak mı?

Bir kare fotoğrafın faturası...

İmamoğlu'nun tutuklanması seçim sonuçlarını etkiledi

Volkan Konak'ın ölmeden önceki ana ait yeni görüntü ortaya çıktı!

Allah Sayıştay'dan razı olsun, iyi ki var

Reyting sonuçları açıklandı! 31 Mart Pazartesi günü en çok izlenen yapım ne oldu

Bir yaş günü düşünceleri

Sırrı Süreyya Önder Volkan Konak'ın nasihatını tutacağını söyledi!

Volkan Konak son yolculuğuna uğurlanıyor: İzdiham yaşandı, kızı bayıldı