20. Yüzyıla girilmiş olmasına rağmen, Sanayi Devrimi'ni ve Aydınlanma Devrimlerini ıskalayan Osmanlı’da toplumsal yapı da 17-18-19. yüzyılın bile gerisinde kalmıştı.
İşgale uğramış ve dağılmış Osmanlı Devleti’nin yerine İstiklal Savaşı ile kurulan Cumhuriyetin ve kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hedefi ve niyeti, çağın gerektirdiği laik ve ulus devlet modelinde bir Cumhuriyet ile sınırlı değildi.
Aynı zamanda, din tarım imparatorluğu tarafından yönetilmiş toplumu Aydınlanma Devrimleri ile 20. Yüzyıla taşıma projesiydi.
Aydınlanma Devrimlerinin bir ayağı yeni devletin üst yapısının kurulması ve diğer ayağı sanayi hamlesi için 1939 yılına kadar yapılanları önceki yazıda özetlemiştik. Aydınlanma Devrimlerinin ve toplumu Cumhuriyetle buluşturmanın en önemli üçüncü ayağı, nüfusun yüzde 80’inden fazlasının yaşadığı kırsal kesimde yapılacak değişimdi.
Nüfusun yüzde 80’den fazlası köylüydü ama ilkel tarım yapıyordu, çiftçi değildi. Yurttaşlık bilinci yerine ümmet ve kulluk bilinci egemendi. Mutlak otoritenin her dediğine razı olan bir yapı vardı. Bunu kırmanın yolu, köylüyü çiftçi yapmak ve eğitimi yeni devletin tüm yerleşim merkezlerine ulaştırmaktı.
Devrim, yukarıdan aşağı doğru başlayan hareketin, aşağıdan yukarıya doğru iteklenmesi ve devrimci bir diyalektiğin başlatılması çabasıydı. Gazi Mustafa Kemal, 1919’da bunun farkındaydı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı sonrası 27 Aralık’ta Ankara Ziraat Mektebi'nde yaptığı konuşmada şöyle der:
“Yukarıdan aşağıya doğru başlatılan bir hareket, gerçek başarıya ulaşabilmek için aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir irade temeline dayanmalıdır. Böyle olursa, hareketi temsil eden organın önünde kimse duramaz.” (Mümtaz Soysal, Türk Anayasacılığında Kemalist Yaklaşımın Anlamı Atatürk Sempozyumu, Bildiriler Tartışmalar (1983))
1922 yılı Meclis açılış konuşmasında, "Köylü Milletin Efendisidir" derken, yine o konuşmada köy eğitimi için de önemli mesajlar verir.
“Bu memleketin sahibi ve sosyal yapımızın ana unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitimin ışığından mahrum bırakılmıştır. Bizim izleyeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, öncelikle mevcut cehaleti gidermektir. Ayrıntıya girmekten üzgünüm ama bu düşüncemi birkaç kelime ile açıklayabilirim ki, genel olarak köylüye, okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki bilgi vermek ve dört işlem; (toplama, çıkarma, çarpma ve bölme) öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir.” (Atatürk’ten Düşünceler. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Milli Eğitim Basımevi)
Uzatmayalım. Köye girişin, köylüyü cumhuriyetle buluşturmanın iki temel yolu vardı. Köye Cumhuriyet’i temsil eden Köy Öğretmenlerini sadece öğretmen olarak değil, Cumhuriyetin Kılavuzu-Önderi olarak göndermek ve köylüyü çiftçi yapmak için Çiftçiyi Topraklandırma Yasasını çıkarmak. (Prof. Dr. Bilsay Kuruç, 21. YY Planlama Grubu Konuşmaları, Youtube).
Eğitimde büyük hamleler, 1924 yılında başlar. Medreseler Kapatılır, Eğitim Birliği Yasası (Tevhidi Tedrisat) çıkarılır. 1 Kasım 1928’de Latin Alfabesine geçiş ile okuma yazma öğrenenlerin sayısında hızlı bir yükseliş olur.
Türkiye’de 40 bine yakın köy vardır, sadece köyler için 50 bin öğretmene ihtiyaç duyulur. Toplam öğretmen sayısı 17 bindir. Bunların çoğu da zaten şehir ve kasabalardadır. O nedenle Köy Enstitüleri önemlidir.
Nisan 1940 yılında Köy Enstitüleri Kanunu, 1942 yılında da Köy Enstitüleri'nin Teşkilatlanma Kanunu çıkar. Bu iki yasaya muhalefet edenler, 1945 yılındaki Çiftçiyi Topraklandırma Yasası'na muhalefet edecek olanlardır. 426 milletvekilinden 148’i meclisi terk eder, 278 milletvekilinin oyu ile kabul edilir. Toprak ağaları, tüccar temsilcileri, din adamları ve hilafet yanlılarının oluşturduğu muhalefetin başını, daha sonra Demokrat Parti’yi kuracak olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Yahya Kemal Beyatlı ve Kazım Karabekir çekiyordu. Yine 1945 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu aynı grup tarafından engellendi. Çitçinin toprak sahibi olması, verimli üretim yapılmasının da önü tıkandı.
Yasanın çıkmasıyla birlikte, Anadolu’nun her bölgesine yayılan enstitüler 21 adetti ve 1940-1954 arasında 1308’i kadın 15 bin 943’ü erkek 17 bin 251 köy öğretmeni yetiştirdi. Hem genel eğitim verildi, hem de bölgenin ve toprağın özelliklerine göre tarım teknikleri aktarıldı, tarımda verimlilik artırıldı. Bazı enstitülerde köy sağlık memuru yetiştirmek üzere sağlık kolları da açıldı. (İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy İş Bankası Yayınları). Hedef 60 Köy Enstitüsü, öğretmensiz köy bırakmamak ve Toprak Yasası ile de 200 bin çiftçi aile yetiştirmekti.
Köy Enstitüleri hızla yayılırken, karşı devrim de boş durmadı. 1946 yılı seçimleri yaklaşıyordu. Toprak reformuna karşı çıkan çevreler, toprak ağaları, Demokrat Parti, meclisteki büyük arazi sahibi milletvekilleri, eşraf temsilcileri, hatta İstiklal Savaşının muzaffer komutanları, CHP’de parti içindeki önemli bir kesim, Latin Alfabesine geçiş ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu nedeniyle ellerindeki gücü kaybeden sofu takımı, yobazlar, tek bir vücut oldu. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın” diye İnönü’ye baskı yapıyordu. İnönü hem zamanın CHP grubuna hem de orduya direnemedi ve 1946 yılında Hasan Ali Yücel’i Milli Eğitim Bakanlığı görevinden aldı, yerine Köy Enstitülerine karşı Nazi Hayranı Reşat Şemsettin Sirer’i atadı. Köy Enstitüleri'nin ölüm fermanı karşı devrimcilerin etkisine giren CHP tarafından çıkarıldı, infazını da 1954’te Demokrat Parti gerçekleştirdi, Köy Enstitülerini kapattı. (Detaylar için İsmet İnönü Vakfı Resmi İnternet Sitesinde, Muammer Erten’in İsmet İnönü ile söyleşisi, ismetinonu.org.tr sitesinden okunabilir)
Çiftçiyi Topraklandırma Yasası'nın işlevsiz bir şekilde çıkması, ardından Köy Enstitüleri'nin kapatılması Cumhuriyet’e ve Aydınlanma Devrimlerine indirilmiş en ağır ilk darbedir. Sonuçları da çok ağırdır. Bugün gerek ekonomide, gerek toplumsal yaşamda karşılaştığımız birçok sorunun kök nedenidir.
Sonuçları kısaca özetlersek: Eğitimsiz ve mesleksiz büyük bir kitle düzensiz göçle kentlere yerleşti. Çarpık kentleşme ve alt yapı sorunları ayrı bir dert ve ayrı bir yazı konusu. Eğitimsiz ve mesleksiz geniş bir kitle, beraberinde işsizler ordusu ile birlikte sanayiye ucuz iş gücü olarak konuşlandırıldı. Ve yine 18.19. yüzyılların gelişimini yaşamayan “din-tarım imparatorluğunun tebaası - hanedanın kulu” eğitimsiz kitle, bu kültürel yapısı ile sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkması ve güçlenmesi beklenen işçi sınıfı yerine, sosyoloji biliminde lümpen proletarya diye tanımlanan sınıfa dönüştü. Kolaylıkla, muhafazakârlığın ve siyasal İslamın oy deposu haline geldi.
Ekonomideki yıkımına gelince… Öncelikle hala tarımsal üretim olarak çok verimsiz tarım yapıyoruz. AKP döneminde zaten tarım ülkesi olmaktan çıktık. AKP gelmeden önce de tarımda kendimize yetiyorduk ama verimlilik açısından sanayileşmiş ülkelerden çok geride kalmıştık.
Türkiye, sanayileşemedi. Düşük eğitim kalitesi ile sanayide de hizmetlerde de verimsiz üretim yapıyoruz. Hemen hemen birçok iktisatçı ve sermaye sözcüleri, Türkiye için faktör verimliliği düşük ülke diyor. Doğrudur. Faktör verimliliği, işçilikte de sermayenin yapısında da çok düşük. Eğitimsiz kitle özellikle AKP döneminde bir de dindar ve kindar eğitim politikaları ile yeteneklerden, düşünceden ve okuduğunu anmaktan uzak bir hale geldi. OECD çalışmasına göre Türkiye’de nüfusun yüzde 60’ı okuduğunu anlamıyor.
1975 yılında Türkiye’de istihdam edilen 16 milyon nüfusun 14 milyonu ilkokul mezunu ya da ilkokul terk ya da okuma yazma bilmiyordu. (Prof. Dr. Bilsay Kuruç Atatürk Vizyonu ile Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı, İş Bankası, 28-29 Eylül 2023) Bu Köy Enstitüleri'nden vazgeçmenin bir sonucudur. 2022 yılına geldiğimizde 25 yaş nüfusun yüzde 53’ü ilköğretim ya da altı seviyesinde eğitim almış. (TÜİK Nüfus ve Eğitim İstatistikleri)
Şimdi bu eğitim ve iş gücü ile ekonomide faktör verimliliğini nasıl artıracağız? Emek ve sermaye dahil, bu eğitim seviyesi ile düşük teknolojili sanayi üretiminden yüksek katma değerli yüksek teknolojili sanayiyi nasıl kuracağız? İmalat sanayimizde düşük ve orta düşük teknolojili üretimin payı yüzde 63. Yüksek teknolojili imalat sanayi ürün ihracatımızın payı, yüzde 3 seviyesinde. Eskiden Türkiye’yi hep Güney Kore ile karşılaştırırdık. Geçenlerde Prof. Dr. Ercan Uygur yazdı. (T24 28 Eylül 2023) Türkiye ve Vietnam’ın İleri teknoloji ürünleri ihracatını karşılaştırmış. 2002 yılında Türkiye’nin yüksek teknolojili ürün ihracatı 1.6 milyar dolar. Vietnam’ın 600 milyon dolar. Türkiye’nin yaklaşık üçte biri kadar. 2022 yılına geldiğimizde Türkiye 2 milyar dolara çıkmış, Vietnam 137 milyar dolara. Türkiye’nin tam 70 katına yakın… Bu, iyi ve doğru eğitimle sağlanabilir ancak.
Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimleri, daha önce aydınlanma ile sanayileşme ile bir beceri sistemi (eğitim) ile tanışmamış bir nüfustan 20. Yüzyılın toplumunu oluşturmayı hedefliyordu. Karşı Devrim bunu engelledi. Ancak bu hedef, bugün hala geçerlidir. Takvimler 21. Yüzyılı göstermekle birlikte, Türkiye 20. Yüzyılı tamamlayamamış, 21. Yüzyıla girememiştir. Yarım kalan aydınlanma devrimlerini günümüz şartlarında yeniden ayağa kaldırmak, bilimin ışığında Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkmak boynumuzun borcudur. Ben iktisatçı şapkamla, cari açığın bir ülke için sefalet ve kölelik getireceğini savunurum. Bizde cari açık, bütçe açığı, tasarruf açığı, hepsi birden var. Üstüne de eğitim açığı her geçen gün artıyor. Evet cari açık sefaleti ve köleliği, cehalet ise ortaçağ karanlığını getirir.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Atatürk için 21 Kasım 1938'de yapılan resmi cenaze töreninin fotoğrafları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi