Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Milletin efendisi köylüden, malına çökülen köylüye…

“Köylü Milletin Efendisidir” sözü, Cumhuriyet Devriminin önemli unsurlarından biriydi. Köylünün efendi olmasını bir kenara bırakın, köylünün malına çökmeye, malını korumak için direnen köylüyü dipçikleyen jandarmaya, köylüyü çiftçiyi yoksullaştıran ekonomi politikalarına geldik..

Köylüye artan devlet zulmü ve ekonomik açıdan çökertme programı üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın unutturulan Halkçılık Beyannamesi ile Köylü Milletin Efendisidir sözü ışığında Aydınlanma Devrimlerinin felsefesini tekrar hatırlatma zamanı geldi.

Uzunca bir süredir, zeytinliğini, tarlasını, su kaynaklarını, meralarını gözü dönmüş madencilere ve inşaat lobisine karşı korumaya çalışan köylü, Anayasaya aykırı emirlerle Jandarma dipçiğine ve devlet zulmüne uğruyor. Yasalara aykırı olarak tarlalarına bahçelerine el konuyor.  Yetmedi, şimdi de ekonomik olarak çökertilen, mazot, gübre, ilaç fiyatları ve kredi borçları nedeniyle iki yıl tarlasını ekemeyecek olan köylünün tarlalarına kiralama yoluyla el koyma planını devreye soktular.

KÖYLÜNÜN PARASINI ÇALDILAR…

Çiftçi perişan. Türkiye’nin her yerinde çiftçilerden protesto sesleri yükseliyor. Çoğu ürün tarlada kaldı. Tarlada, kilosu 2 lira 5 lira eden ve toplanamayıp çürüyen ürünü pazarda 40 liraya alamayan tüketici var.  Geçtiğimiz hafta 12 Punto’da son dört yıldır enflasyon yoluyla çiftçinin parasının nasıl buharlaştırdıklarını yazmıştım. Son dört yılı ele almamın nedeni, bağımsız bilim insanlarından oluşan ENAG’ın enflasyonu 2020 Ocak ayından beri ölçmesidir.

2020 yılında buğday tavan fiyatı 1.70 lira idi. Bugün 9.25 lira. Tam 5.4 kat artmış. Yaklaşık TÜİK enflasyonu kadar. Oysa ENAG’ın ölçtüğü gerçek enflasyon yüzde 1803… Fiyatlar tam 19 kat artmış. Olması gereken buğday tavan fiyatı 32.3 lira.   Yüzde 29’unu vermişler, yüzde 71’ine enflasyon yoluyla el koymuşlar. Tabi yetmiyor. Kanuna göre her yıl milli gelirin yüzde 1’i kadar tarıma destek aktarılacaktı. 20 yıl boyunca bu miktar 166 milyar dolar ediyordu. Sadece 24 milyar dolarını çiftçiye verdiler, 142 milyar dolarını eşe dosta, yandaşlara tarikatlara dağıttılar.

Sadece ekonomik sömürü ile kalsa iyi… Gözü dönmüş madencilerin, inşaat lobisinin ve turizmcilerinin kısa vadeli çıkarları uğruna köylünün zeytinliğine, meralarına, tarım arazilerine, malına mülküne, anayasaya aykırı olarak üstelik jandarma dipçikleriyle ve devlet zoruyla el koydular.

DÜŞMAN ORDULARININ ZULMÜNDEN BUGÜNLERE

Türk köylüsü, Yirminci Yüzyılın ilk çeyreğinde 1919-1922 arasında düşman ordusunun tecavüzüne, katliamlarına, köylerinin yakılmasına maruz kalmıştı. Aradan yüz yıl geçtikten sonra bu kez Yirmi Birinci Yüzyılın ilk çeyreğinde 2004-2024 arasında zeytinliğini, tarlasını, ağacını, merasını, ormanını korumak isterken kendi öz evladı Mehmetçik tarafından Jandarma tarafından dipçikleniyor, dövülüyor, biber gazlı saldırıya uğruyor. Jandarmanın, ninesi dedesi yaşında 80 yaşındaki kadınlara erkeklere zor kullandığını gösteren fotoğraflar hafızamızda. Üstelik anayasaya aykırı emir üzerine… On gün kadar önce, yaş haddinden emekli olan Jandarma Genel Komutanın yaptığı konuşmada AKP iktidarının sloganlarını kullanması içinde bulunduğumuz durumu çok berrak bir şekilde ortaya koyuyor.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA GÖRE ORDUNUN VAZİFESİ

Devlet ve jandarmanın köylüye uyguladığı zulüm karşısında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Eylül 1920 tarihinde meclise sunduğu,18  Kasım 1920 tarihinde de kabul edilen Halkçılık Beyannamesini hatırlatmak farz oldu. Bu beyanname aynı zamanda 1921 Teşkilatı Esasiye diye isimlendirilen savaş ve kuruluş dönemi Anayasasının da esaslarını oluştur. (Burada bir parantez açıp dikkat çekmek isterim. 1921 Anayasası kimilerinin iddia ettiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası değildir. Savaş ve kuruluş döneminin anayasasıdır. O nedenle yobazların 1924 Anayasasını yok sayıp 1921 Anayasasını esas alma fikri laikliği anayasadan çıkarmanın sinsi planıdır. Ne yazık ki umut olarak topluma sunulan Altılı Masa da bu sinsi planın bir parçası olmuştur)

Parantezi kapayıp Halkçılık Beyannamesine dönelim. İlk dört maddesinden bir madde aktaralım.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına (saldırılarına) karşı müdafa ve bu maksatla haddini bildirmek azmi ile kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda selahiyeti, Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti maneviyesindedir.”

Yine Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Ocak 1921’de Londra’ya gönderilecek olan Tevfik Paşa’ya çektiği telgraftan günümüz Türkçesiyle bir alıntı yapalım:

 “Milletimiz asırlardır, iki imha edici gücün baskısı altındadır. Bunlardan ilki memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan saltanat, ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist alemdir.”

Bu beyanname ve bu ilkeler ne oldu da yok olup gitti? Emperyalizmle mücadele eden bir Meclisten ve bir ordudan, köylüyü, emekçiyi, emekliyi ezen, kendi milletine şiddet kullanan bir yönetim anlayışına sürüklendik?

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR…

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, saltanata karşı Cumhuriyet Devriminin ve Atatürk Devrimlerinin temel şartlarından biridir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde milletin asli unsuru köylüdür. Nüfusun yüzde 85’i kadardır. Ürettiği ürüne saltanat adına mültezimler tarafından el konulan, savaştan savaşa koşup büyük ölçüde sadece üretim gücünü değil yanı sıra canını da kaybeden, nüfusu azalan bir köylüler topluluğu… Elbette millet değil, ümmetin parçası kul. Avrupa sanayi devrimini, Rönesans’ı, Reformu gerçekleştirip 20’inci yüzyıla girerken, Ortaçağ şartlarını yaşayan bir din tarım imparatorluğu…

Cumhuriyet Devriminin temeli, bu köylü toplum üzerine bir ulus devlet inşa etmek, padişah kulu insanları, yasalar karşısında eşit yurttaşlar ve özgür bireyler haline getirmektir. Aydınlanma Devrimlerinin özü budur. O halde milletin asli unsuru olan köylüyü milletin efendisi haline getirmek gerekir. Bunun için yine Gazi Mustafa Kemal’in çeşitli konuşmalarında belirttiği üzere çiftçinin tarım tekniklerini geliştirmek, çiftçiyi topraklandırmak, çiftçiyi ilkel sabandan kurtarıp makine kullanımını yaygınlaştırmak ve en önemlisi de çiftçiyi hem üretim teknikleri açısından hem de yurttaşlık bilincinin yerleşmesi açısından eğitim hamlesi ile cumhuriyetle tanıştırmak gerekiyordu.

Bunun için çalışmalar yapıldı. Atatürk, sağlığında mecliste 4 kez köylüyü topraklandırmak için toprak reformu yapılmasını istedi. Ancak köylünün eğitim sorunu çözülmeden yapılacak toprak reformunun riskleri vardı. Ertelenmek zorunda kalındı. Eğitime öncelik verildi. Atatürk’ün aramızdan ayrılmasından sonra da bu çabalar 1947 yılına kadar devam etti. 1940 yılında Köy Enstitüleri kuruldu. 1945 yılında çiftçiyi topraklandırma yasası meclise geldi. Ancak bilinen grup; mecliste toprak ağaları, tüccar ve din adamları ittifakı, meclis dışında üstelik İstiklal Savaşının kahramanları Ordunun üst kademe yönetimi hem toprak reformunu engelledi hem de 1947 yılında köy enstitülerinin işlevsizleştirilmesini sağladı, 1952 yılında da köy enstitülerini tamamen kapattı. Böylelikle milletin asli unsuru köylü, üretken çiftçi de olamadı, milletin efendisi de olamadı. Toprak ağalarının, tüccarların, siyaset erbabının ve onları kullanan ulema takımının marabası olarak kaldı.

Bugün yaşadığımız bütün sorunların kök nedeni, Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerine karşı yapılan ve ne yazık ki başarıya ulaşan bu ilk Karşı Devrim hamlesidir. Ne hazindir ki, eğitimsiz kalan Türk köylüsü, bugüne kadar ağırlıklı olarak kendisine bu rolü biçen egemen sınıfların oy deposu olmuştur.

İşte bugün geldiğimiz aşamada, tarlasını, zeytinliğini, su kaynaklarını gözü dönmüş çıkar çetelerinden korumaya kalkan Türk köylüsü jandarmanın müdahalesine, ekonomi politikaları ile sefalete sürüklendi. Ve şimdi de ekonomik olarak çaresiz kalan iki yıl toprağını ekmeyen çiftçinin toprağını Tarım ve Orman Bakanlığı kiralayacakmış.

Ne olacak söyleyelim. Bu kiralama işini STK’lar ve sermaye işbirliği ile yapacaklar. Bu STK’lar AB fonlarından desteklenecek. Bu destek karşılığında bu topraklarda Suriyeli, Afgan, Iraklı, Afrikalı sığınmacılar çalıştırılacak. Bir süre sonra kiralanan ve işlenen topraklar, Avrupa Birliği fonları ve bizim vergilerimizle desteklenen eken biçen sığınmacılara devredilecek.

Bu iş mevcut siyasi partiler muhalefeti ile önlenecek gibi görülmüyor. Türk milletinin ayağa kalkma ve Atatürk İlke ve Devrimleri ışığında geniş bir demokratik muhalefet birliği oluşturma zamanıdır