Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Sıcak para sömürüyor ya doğrudan yabancı sermaye?

Türkiye’ye sıcak para yağıyor. Yüksek enflasyon ve yüksek dış ticaret açığına rağmen, dolar sabit kalıyor. Ekonomi ile uzaktan yakından ilgisi olan herkes, “sıcak paranın sonu iyi değil” diye uyarıyor. Mehmet Şimşek bile, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Sırtımızı sıcak paraya dayamayayız. Doğrudan yabancı sermaye girişi de gerekir. En kısa zamanda Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye girişleri de artacak” dediğini hatırlatalım.

Tasarruf açığı, sermaye ve teknoloji birikimi yetersiz olan ülkeler için doğrudan yabancı sermaye yatırımları önem taşır. Ancak planlı ve doğru hedefler gözeten doğru düzgün bir yabancı sermaye politikanız yoksa doğrudan yabancı sermaye bir işe yaramaz. Bir işe yaramadığı gibi, aksine ülkeye büyük zararlar verebilir.

Ülkeye yarar değil zarar getiren yabancı sermaye yatırımları için birden çok örnek verilebilir. Ama aklıma ilk gelen iki şirketi hatırlatınca, sanırım “fazla söze gerek yok” deyip bana hak vereceksiniz. 

Bir tanesi Cargill… Zamanın ABD Başkanı J. George Bush, mısır şurubuna dayalı şeker üretimi için Cargill’e imtiyazlar tanınmasını bizzat zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan rica etmişti. Rica kırılmadı. Türkiye’de şeker fabrikaları kapatıldı, satıldı, şeker pancarı üretimi yok edildi. Yerli mısır tohumu ile ekim yasaklandı. Dikmeye kalkanlara hapis cezaları getirildi. GDO’su ile oynanmış mısır ve buna bağlı mısır şurubu, yabancı sermayeli şirket Cargill ile o dönemin gözde İslam sermayesi Ülker grubunun ortaklığı ile Türkiye’nin her yerini sardı. (Ülker sonradan ayrıldı, yatırımlarının çoğunluğunu yurt dışına taşıdı)

Türkiye’nin dört bir yanındaki en küçük pastaneden en büyük hazır gıda şirketlerine kadar her yerde mısır şurubu ile tatlılar, hazır gıdalar… Mısır şurubundan yapılmış şekerler… 

Sonuç, çocuklar dahil Türkiye’de obezite arttı, çocuk-yaşlı demeden şeker ve tansiyon hastası nüfus çoğaldı. Türk toplumunun sağlığı ile oynandı. Türkiye’nin ilaç ve sağlık faturası gereksiz yere şişti.

Yine bir başka örnek. Kendi ülkesi Kanada’da bir ağaç yaprağını bile koparmaya gücü yetmeyen Alamos Gold, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en iyi oksijen üreten yedi bölgesinden biri olan Kaz Dağlarındaki ormanları vahşice katletti, ormanı, yer altı sularını siyanürle kirletti. Doğaya onarılamaz tahribat verdi.  Aynı şekilde Erzincan İliç’teki ABD’li şirket ile yerli ortağı Çalık Grubu altın madeni hem doğada hem de milyarlarca dolarlık bir kamu yatırımı olan GAP’taki tarım arazilerini, Fırat’ın sularını zehirlemeye devam ediyor. 

Daha başka örnekler de verebiliriz. Ancak Türkiye ekonomisine katkıda bulunan yabancı sermaye yatırımları ve ortaklıkları da oldu elbette. Şirketler kar amaçlıdır ve gelen yabancı sermaye yatırdığından fazlası kadar kar edip götürecektir. Burada önemli olan, götürdüğü kar, yaratılan ilave katma değerin içinden bir pay mıdır, yoksa ülkenin kaynaklarından alınıp götürülen midir? Ve tabii  gelen yabancı sermayenin iç piyasadan ziyade, ihracata ve dış piyasaya yönelik çalışması tercih edilir. Çünkü sonuçta kar olarak dışarı transfer edilen para, dövizdir. Döviz kazandırmadan yurt içi faaliyetlerden elde edilen karın yurt dışına çıkartılmasının, döviz açığı veren ülkeler için ayrıca bir maliyeti vardır.

DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE ARTTI AMA FAKİRLEŞTİK

Şimdi gelelim, sıcak soğuk demeden Türkiye’nin 100 yıllık serüveninde yabancı sermayeye… 1954 yılında Türkiye’de yabancı sermaye teşvik kanunu çıktı.

Cumhuriyetin kuruluşundan AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılına kadar Türkiye’ye 80 yılda gelen Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımı 10 milyar 800 milyon dolardır.

AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılından Mart 2024 tarihine kadar geçen 21 yıllık süre içinde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye miktarı 262 milyar 200 milyon dolardır. (24 katından biraz fazla)

Doğrudan yabancı sermaye girişlerinin en yoğun olduğu dönem, AB ile tam üyelik görüşmelerini n başladığı 2005 yılıdır. Ancak bu dönemde gelen yabancı sermaye yatırımlarının neredeyse tamamı, yeni yatırım yerine, başta bankalar, sigorta şirketleri, enerji, büyük zincir mağazalar gibi iç piyasaya yönelik yerli şirketlerin satın almaları ile gerçekleşmiştir. Başka bir ifade ile gelen yabancı sermaye, YENİ yatırımlar ile ekstra bir katma değer üretilmemiştir. Sonuçta, Türkiye’nin zaten yarattığı katma değerdeki kar payı, yurt dışına transfer edilmiştir.  Şirketlerini satan yerlilerin de bu parayla ihracata yönelik yeni sanayi yatırımları yapmadıkları, iç piyasaya yönelik enerji ve inşaat işlerine girdikleri, getirdikleri paranın önemli bir bölümünü de yurt dışına aktardığı gözlemlenmiştir.

Bu kadar yoğun bir doğrudan yabancı sermaye yatırımı ile Türkiye’nin, müthiş bir sıçrama yapması beklenirdi. Bu kadar yabancı sermaye girişine rağmen, Türkiye ekonomisi dünyanın en büyük 17’inci ekonomisi iken bu süreç içinde bazen 21’e düşmüş, bazen 17’ye gelmiştir. Bu açıdan yerinde saymıştır ama kişi başı milli gelir üzerinden bakarsak, durumumuz kötüleşmiştir.

1999 depremi, 2000 ve 2001 yıllarında yaşadığımız krize rağmen, kişi başına düşen milli gelire göre dünyada 71’inci olan Türkiye, 2022 yılı sonunda 81’inciliğe düşmüştür. (IMF hesapları) Üstelik 2022 yılı verisi yanıltıcıdır. Bu yıla ait kişi başı milli gelir baskılanmamış adil dolar kuru üzerinden hesaplansa daha düşük çıkacaktır. Üstüne üstlük, 85 milyon nüfusa göre değil, 10 milyon üzeri sığınmacı da dahil edilerek Türkiye’de yaşayan gerçek nüfusa bölünse,  kişi başına milli gelirde Türkiye’nin olduğu yer 81’inci değil, 100’üncü sıranın da altında çıkacaktır.

AKP döneminde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermayenin; ülke kalkınmasına, dış ticaretine ve istihdamına olumlu katkı yaptığını söylemek güçtür. Aksine getirdiğinden fazlasını götürmüştür. Şunu da belirtelim. Elbette, bundaki etken sadece yabancı sermaye değil, bu kadar yoğun sermaye girişine rağmen Türkiye’deki ekonomi yönetiminin bilinçli kötü tercihleri ve üstüne de kötü ekonomi yönetimidir.  Türkiye, dünyadaki diğer ülkelerle kıyaslandığında kişi başına gelir ve insanların refah seviyesi açısından büyümemiş, aksine küçülmüştür.  Piyasa dinamiklerini gözeten planlı ekonomi yerine ahbap çavuş ilişkisine dayalı, yandaş zengin etmeye dayalı yağma ekonomisinin doğal sonucu da budur. 

Yabancı sermaye, demokrasiye bakmaz. Faşist ve otoriter yönetim altındaki ülkelere de gitmekten çekinmez. Ama otoriter de olsa gittiği ülkelerde yargıda istikrar ve güven arar. Çin, demokratik bir ülke değildir ama hukuk sistemi istikrarlıdır.

Diğer taraftan yabancı sermaye gittiği ülkenin iç pazarına mı geliyor yoksa o ülkenin sağladığı avantajları kullanıp dünya pazarlarına üretim için mi geliyor? Bu da önemlidir. Bir ülkeyi üretim üssü olarak seçip o ülkeye rüşvet ilişkisiyle değil, kurallara dayalı yatırım yapması, ülke için genellikle olumlu sonuçlar verir. Ama bunun için sadece istikrarlı bir yargı sistemi yetmez. Aynı zamanda iyi eğitilmiş insan gücü de gereklidir.

Eğitimin ve bu eğitim sistemi ile insan gücü kalitesinin hali ortada. Nüfusun yüzde 40’ı kendi dilinde okuduğunu anlamıyor. Nüfusun yüzde 40’tan fazlası temel becerilere sahip değil. (Bu oran Almanya, Çin, Yunanistan, Kore, Norveç gibi ülkelerde yüzde 7 ile yüzde 11 arasında) Bu eğitim sistemi ve bu insan malzemesi ile ekonomide kalkınmak hayal… Yeni eğitim müfredatı ile mevcut durum daha da bozulacak.  Türkiye’de, hukuk da, iyi eğitim ve iyi yetişmiş insan gücü de maalesef yok. O nedenle Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye gelir ama ülkeyi üretim üssü olarak görmek yerine ülke kaynaklarını, pazarı ya da emeği sömürmek amacıyla gelir. 

SICAK PARANIN VAHŞİ TRANSFERİ

Sıcak para geliyor diye yandaşlar ve piyasacılar çok seviniyor. Çıkarken faturası ağır olacak. Biz bunu yaşadık ama maalesef millet olarak ya çok unutkanız ya da toplum bunu anlamak istemiyor. Sıcak paraya çok ağır bir bedel ödeyeceğiz. Bakın AKP döneminde sıcak para Türkiye’den ne götürmüş? 

AKP dönemindeki sıcak para hareketlerine bakarsak, görülmemiş bir sömürü örneği ile karşılaşırız. 2003 yılından 2023 yılı sonuna kadar giren ve çıkan portföy yatırımlarının toplamı 178 milyar 585 milyon dolardır. Kısa vadeli banka kredileri ve mevduatla ile birlikte şu anda Türkiye’de bulunan sıcak para miktarı 277 milyar dolardır. Sıcak paranın 2003 yılından 2023 yılı sonuna kadar yaptığı kar transferi ise 119 milyar dolardır. Yaklaşık dolar cinsinden kârı yüzde 42’dir. Doların dünyada yüzde 5 dolayında faiz getirisi sağladığını düşünürsek, Türkiye’nin sıcak para ile müthiş bir sömürü çarkına teslim olmuştur. (Naki Bakır, 30 Mayıs 2024 Dünya Gazetesi)

Sıcak, soğuk, konut satışı dahil Türkiye’ye AKP döneminde gelen toplam yabancı yatırım 440 milyar dolardır. Bu büyüklükte bir sermaye girişi ile Türkiye gerçekten bulunduğu ülkeler liginden bir üst lige çıkabilirdi.