Hafta içinde TÜİK, Türkiye’deki yabancı sermayeli şirketlerin kontrol ettiği piyasa büyüklüğü ve yabancıların hangi sektörlerde ne oranda kontrolü elinde tuttuğunu açıkladı. Buna göre Türk ekonomisinde, toplam cironun yüzde 12.7’si yabancı sermayeli şirketlerin kontrolünde. Sektörlere göre baktığımızda, faaliyet ağırlıklarının ihracattan çok iç piyasaya yönelik olduğunu görüyoruz. TÜİK yabancı sermayeyi gündeme getirince biz de yabancı sermaye ve Türkiye üzerine bazı düşüncelerimizi aktaralım ve yakın bir gelecekteki büyük bir tehlikeye dikkat çekelim.
Türkiye’nin ciddi bir şekilde yabancı sermayeye ihtiyacı var. Gelmiyor, önceden geleni tası tarağı toplayıp kaçıp gidiyor, gelecek olanlar da Osmanlı dönemi kapitülasyonları gibi ayrıcalıklar talep ediyor.
Yabancı sermayeye karşı değilim. Kapitülasyonlara karşı çıkmak, yarı sömürge ülke muamelesi görmeye karşı çıkmak başka bir şeydir, yabancı sermayenin ülke yasaları ve kurallarına göre yatırım yapmasını desteklemek başka bir şeydir. Emperyalizme karşı büyük zafer kazanan, ekonomide ve dış politikada bağımsızlığı savunan ve yaşadığı dönemde uygulayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yabancı sermayeye bakışı netti. 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresindeki sözlerini hatırlayalım:
“Efendiler, ekonomi sahasında düşünürken ve konuşurken zannedilmesin ki, biz yabancı sermayesine düşman bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz geniştir. Çok çalışma ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Bundan dolayı kanunlarımıza bağlı olmak şartıyla yabancı sermayelerine gereken güvenceyi vermeye her zaman hazırız ve isteriz ki, yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve var olan ama yetersiz kalan servetimize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı sonuçlar versin; fakat eskisi gibi değil.”
Değerli dostum, iktisatçı Prof. Dr. Emin Akçaoğlu’ndan da bir alıntı yapayım: “Hoşlansak da hoşlanmasak da, bir küresel kapitalizm gerçeği ile karşı karşıyayız. Çin Komünist Partisi tarafından yönetilen Çin ekonomisi bile bugün bu mantık dahilinde işliyor. O halde yapmanız gereken şey, Türk ekonomisinin uluslararası arenadaki rekabet gücünü yükseltmektir. Ayrıca, ulusal sermaye diye nitelenen sermaye yabancı sermaye ile o kadar iç içe geçmiş ki, artık kimin yerli kimin yabancı olduğunu belirlemek hiç de kolay değil.”
Yerli ve yabancı ayrımı yaparken, doğru veya yanlış, yerli burjuvazinin zaman zaman emperyalizmle ve hatta karşı devrimle işbirliği içinde olduğu iddialarını da bir not olarak ekleyelim. Elbette sermaye düşmanlığı yapmayalım, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkanların var olduğunu da hatırlatalım.
Küreselleşen dünyada yerli ve yabancı sermaye ayrımı yapmaktan ziyade, ulusal ekonominin küresel piyasalardaki konumu önem taşıyor. Daha açık bir ifade ile net ithalatçı mısınız, net ihracatçı mısınız? Para biriminiz uluslararası rezerv bir para mı yoksa sadece kendi ülkenizde mi geçerli? Ekonominin yeni yatırımları için yeterli iç tasarruflara sahip misiniz, yoksa yabancı sermayeye ihtiyaç duyuyor musunuz? Küresel ekonomide rekabet edebilecek teknolojik birikiminiz ve beşeri sermayeniz (yetişmiş insan gücünüz) ne durumda? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlara göre, küresel ekonomideki gelişmelerden, büyümeden payını alan güçlü bir ülke mi ya da küresel ekonomiye pazarını açıp teslim olmuş bir ülke mi olduğunuz anlaşılır. Ne yazık ki yukarıdaki soruların tümünde yanıtlar olumsuz.
Osmanlı yarı sömürge bir ekonomiydi. Düşük fiyatla işlenmemiş maden ve tarım ürünleri ihraç ediyor, yüksek fiyattan sanayi ürünleri ithal ediyordu. Cumhuriyet Devrimi ile birlikte bu manzara değişti. İkinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde hızlı bir sanayileşme hamlesine girişti. Detaya girmeyelim, kısa geçelim. Sonrasında iki ileri bir geri hamlelerle, biraz ağır sanayi, çoğunlukla ithal ikameci montaj sanayilerle 1980 yılına kadar geldi. 1980’de de, sanayileşmesini tamamlayamadan dünya piyasalarına açıldı. Sanayileşmesini tamamlayamadığı için de küresel ekonomide net katma değer yaratan ve kazanan bir ülke olmak yerine küresel pazar oldu.
2004’e kadar bocalayarak devam etti. Ama yine de, dış açıklarını makul düzeyde çevirmeyi bildi, dış açığını milli gelirin yüzde 0.5 seviyesinde tuttu. 2003’ten itibaren ise AKP hükümetlerinin uyguladığı ekonomi ve para politikaları sonucunda yarı sömürge bir ülke konumuna düştü. Dış açığın milli gelire oranı 10 kat arttı, yüzde 6’ları buldu, dış borç batağına saplandı.
AKP döneminde gelen yabancı sermaye, ihracatı değil, iç piyasayı hedefledi. Ara girdi üreten yerli sanayici, üretimden vazgeçip ithalata ve inşaata yöneldi. Yabancı sermaye, ekonomin kalkınmasına katkı sağlamak yerine, Türkiye’ye yarı sömürge ülke muamelesi çekip yarattığı katma değerden fazlasını alıp gitti. Bu görüşü destekleyen verileri aktaralım.
AKP iktidarı, ilk dönemlerinde sıcak paraya verdiği anormal boyuttaki faiz nedeniyle, 2008 yılına kadar ekonomide sahte bir Lale Devri yaşadı. Ancak o dönemde sıcak para dolara yıllık ortalama yüzde 31 gibi dehşet seviyede karlar elde etti. (O yıllarda dolar faizleri gelişmiş ülkelerde yüzde 1-2, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4-5 seviyesinde idi.) Her sene milli gelirin yüzde 2’si civarında yurt dışına kar transfer etti. (Prof. Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2015, İmge Kitabevi.)
1950- 2002 döneminde Türkiye’ye 52 yılda 15 milyar dolar yabancı sermaye girişi oldu. AKP döneminde 177 milyar doları sıcak para, 253 milyar doları doğrudan olmak üzere 430 milyar dolar yabancı sermaye geldi. AKP öncesi 52 yıl boyunca Türk ekonomisi yılda ortalama yüzde 5.1 büyüdü. AKP döneminde gelen yabancı sermaye, 28 kat fazla olmasına rağmen ortalama yıllık büyüme hızı düştü ve yüzde 4.4’te kaldı
Bu kadar büyük yabancı sermaye girişine rağmen Türkiye sanayileşemedi, işsizlik azalmadı yükseldi, dış ticarette fazla veremedi, aksine borç batağına sapladı, cari açığının milli gelire oranını 10 kat artırdı. Ekonomisinin çarklarını döndürmek için had safhada yabancı kaynağa ihtiyaç duyar hale geldi. Ekonomi dışında da hukuktan uzaklaştı, giderek otoriter bir rejime dönüştü. Sıcak parayı da, doğrudan yabancı sermayeyi de çekemez oldu. Arsa ve arazilerini ve vatandaşlık hakkı satmaya yöneldi. Gelen olmadığı gibi gelmeye karar veren büyük yatırımlar iptal olmaya başladı. (Son bir ay içinde, Koç, Ford ve LG’nin elektrikli otomobil akü üretimi için yapacağı 1 milyar dolarlık yatırım, BP’nin Türkiye’yi terk etmesi, borsada portföy yatırımlarının gitmesi)
Daha beteri, yerli yabancı demeden, sermaye kaçışına yönelik büyük bir tehlike de kapıda. Geçenlerde yazdık. Kamuoyunda çok az tartışıldığını düşündüğüm rezerv alan yasası, Türkiye’ye bırakın yabancı sermaye gelmesini, yerli yabancı demeden mevcut sermayenin de kaçmasına yol açacak. İktidarın yarattığı yeni zengin sermaye, “asgari ücret çok artarsa, işsizlik artar, fabrikalar kapanır” tehdidinde bulunuyor ama esas işsizlik ve fabrikaların kapanma tehdidi rezerv alan yasasında… Muhalefetin ve Anayasa Mahkemesi'nin acilen bir şeyler yapması lazım. Aksi takdirde ortaya çıkacak olan ekonomik felaketi, tahmin bile edemezsiniz.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Atatürk için 21 Kasım 1938'de yapılan resmi cenaze töreninin fotoğrafları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi