Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,3946
Dolar
Arrow
34,2553
İngiliz Sterlini
Arrow
44,3260
Altın
Arrow
3021,0000
BIST
Arrow
8.863

Can Atalay kararları öncesinde Yargıtay'da neler oldu?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki bütçe görüşmelerinde, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'la ilgili AİHM'in verdiği ihlal kararlarının uygulanmamasına yönelik eleştirileri cevaplarken şöyle konuşmuş:

“Bu davalar, daha mahkemeye gelmeden önce Avrupa başkentlerinde siyasallaştırılmış, hukuki ve teknik bir dava olmaktan çıkıp Türkiye'deki iç siyasetin tarafı olma yönüne gitmiş bir dava. Yani siz, bunu siyasallaştırırsanız, hukukun dışına çıkarsanız buradan aldığınız cevap da buradan olur. Bunu niye yadırgıyorsunuz?.. Adamın siyasallaştırdığı davaya verilecek cevap da siyasal olur. Bunda bir yanlışlık yok... Benim ait olduğum mahkeme üzerinden bana teknik olarak gelirseniz, hukuki olarak gelirseniz; orada bir konuşma alanı var, oradan gideriz bir yere ama sen, oradan önce bana kendi gazete manşetinle, organize ettiğin toplantılarla, milletvekilleri gruplarıyla, yaptığın panellerle geliyorsun, siyasal tavır alıyorsun, karşılığında da siyasal tavır buluyorsun.”

Demek ki, kimi davaların siyasallaşması, siyasallaştırılması sözkonusu. Herhalde bu durumun verilen kararlara da yansıması oluyordur. Acaba nasıl?

TEBLİĞNAME OLAĞAN MIYDI?

Malûm; AYM ile Yargıtay arasında düelloya dönen, hem yürütmenin hem de Devletin başı olan Erdoğan'ın “hakemlik” yapmaya soyunduğu, oradan iktidarın yeni anayasa hedefine manivela yapılan bir Can Atalay dosyamız var.

 

Can Atalay'ı da kapsayan Gezi davasıyla ilgili tebliğnamenin Yargıtay'da hazırlanmasından bu yana epey kulis bilgisi birikti; onları paylaşalım.

Bilindiği gibi, Can Atalay 14 Mayıs seçimlerinde Hatay milletvekili seçildi; ancak tutuklu olduğu için yemin edip görevine başlayamadı. Bunun üzerine avukatları hemen Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne başvurarak Atalay'ın tahliyesi ve yargılanmasının durması talebinde bulundu. O günlerde 3. Ceza Dairesi'nin, tahliyeyi görüşmek için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Gezi davasıyla ilgili tebliğnameyi hazırlayarak göndermesini beklediği, bunun da zaman alacağı konuşuldu.

Beklenen tebliğname hazırlanıp 3. Ceza Dairesi'ne gönderildiğinde takvimler 7 Temmuz'u gösteriyordu. Günlerden Cuma idi.

İddia o ki; öğle saatlerine kadar tebliğname henüz hazırlanmamış, ilgili savcı ne talep edeceğine ve ne yazacağına henüz karar vermemişti. Çünkü yetkililer, ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararını, örneğin “FETÖ”cülerin hazırladığı telefon tapelerinden bahsedilmemesi nedeniyle yetersiz bulmuş, uzun bir tebliğname yazılmasını istemişti. Durum bu iken, yargı kulislerinde, öğleden sonra saat 15.00’ten itibaren tebliğnamenin 3. Ceza Dairesi'ne gönderildiği konuşulmaya başlandı. Oysa henüz UYAP sistemine bile yüklenmemişti. Yükleme işlemi saat 18.00'de yapılan tebliğnamenin tam 77 sayfa olduğu görüldü. İşte o günlerde Yargıtay'ın eskileri, tebliğnamelerin genellikle kısa tutulduğunu, bu kadar uzun olmasının “olağan” olmadığını belirtirken sözkonusu tebliğnamenin, perde gerisinde daha önceki kritik davalarda da görevlendirilen başka savcılar tarafından kaleme alındığını fısıldadı.

İşte Mücella Yapıcı dışında tüm sanıklara verilen cezaların onanmasının istendiği bu tebliğnameden 6 gün sonra, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay'ın tahliye başvurusunu “şartlar oluşmadığı” gerekçesiyle reddetti.

İTİRAZLARIN REDDİ

Atalay'ın avukatları bu defa sözkonusu karara ilişkin 4. Ceza Dairesi'ne başvurdu. 4. Ceza Dairesi de 5 gün sonra, hemen hemen 3. Ceza Dairesi’yle aynı gerekçeler ve oy çokluğuyla itirazı reddetti. Karara muhalefet şerhi düşen ve Atalay'ın tahliye edilmesini savunan tek üye Özgür Cevahir'di.

4. Ceza Dairesi'nin ret gerekçesinin 3. Ceza Dairesi'nin gerekçesiyle örtüştüğünü kaydettik ya; şimdi de buna ilişkin bir kulis bilgisini aktaralım.

İddia o ki, karar öncesinde 4. Ceza Dairesi'nin, 3. Ceza Dairesi'nden misafirleri olmuştu!..

Sonraki süreci biliyorsunuz; Atalay'ın avukatları dosyayı Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı. İlk görüşme 12 Ekim'de yapılacaktı; ancak bir üyenin dosyaya hazırlanamadığını bildirmesi üzerine görüşme ertelendi. Nihayetinde AYM Genel Kurulu'nın 25 Ekim'deki toplantısında 9 üye hak ihlali kararı verip Atalay'ın tahliyesi yönünde görüş bildirdi.

Ancak Gezi davasında hükümleri veren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM'nin hak ihlali kararının kendileriyle ilgili olmadığını savunup dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne gönderdi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise geçtiğimiz 8 Kasım'da oybirliğiyle AYM'nin Can Atalay'a ilişkin ihlâl kararına uyulmaması yönünde karar alırken, Türk yargı tarihinde bir ilke imza atıp AYM'nin 9 üyesi hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasını kararlaştırdı. Yargıtay Başkanlığı da bu kararların arkasında durdu.

Olay tek kelimeyle, Anayasa'nın yargı eliyle çiğnenmesine cevaz verilmesiydi ki, o yüzden “devlet krizine” dönüştü.

3. Ceza Dairesi'nin bu ikinci kararı öncesinde sunulan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin de ilk tebliğnamenin perde gerisindeki savcılar tarafından hazırlandığının, ayrıca kararı veren üyelerin özel seçildiğinin öne sürüldüğünü kaydedip son gelişmeyi aktaralım.

Can Atalay'ın avukatları, 3. Ceza Dairesi'nin bu kararına karşı bir kez daha 4. Ceza Dairesi'ne itirazda bulundu. Daire dün, 3. Ceza Dairesi'nin verdiği kararın “itiraz yolu açık bir karar olmadığı” gerekçesiyle sözkonusu itirazla ilgili karar verilmesine yer olmadığına hükmetti. Bu karara ilişkin kulisler de şunlar:

- Karar öncesinde 4. Ceza Dairesi'ne yine 3. Ceza Dairesi'nden misafirler geldi.

- Oy çokluğuyla alınan karara yine Özgür Cevahir'in yanı sıra Bayram Aydoğdu da muhalif kaldı.

CEZAYİR'DEN DÖNERKEN SORARLAR MI?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, davaların siyasallaştırılmasından yakınmasına dönersek;

Erdoğan 10 gün önce Riyad'dan dönerken, “Yargı kurumlarının başkanlarıyla görüşecek misiniz?” şeklindeki bir soruya şu karşılığı vermişti:

“Gerekirse her ikisiyle de görüşürüm. Yargıtay Başkanı'yla zaten görüştük. Anayasa Mahkemesi Başkanı’yla da gerekmesi halinde görüşürüz.”

Herkesin dikkatini çekmiştir; ondan sonra Erdoğan bu konuya hiç değinmedi. Beraberinde Almanya'ya giden gazeteciler de 50+1'i gündeme getirdi, ama buna ilişkin bir soru dahi yöneltmedi.

Erdoğan bugün Cezayir'de. Acaba beraberindeki gazeteciler dönüş yolunda, “Yargıtay Başkanı ile krize yol açan o karardan önce mi, sonra mı görüştünüz ve ne söylediniz? Anayasa Mahkemesi Başkanı ile ne zaman görüşmeyi ve kendisine neler söylemeyi planlıyorsunuz?” diye sorar mı ki?!