Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
41,1988
Dolar
Arrow
37,8156
İngiliz Sterlini
Arrow
49,2771
Altın
Arrow
3700,0000
BIST
Arrow
9.044

İmamoğlu’nun asıl “Suçu”!..

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yapılan operasyon için, “Dosya hakkında bilgimiz yok.” derken, iktidar medyası her zaman olduğu gibi İmamoğlu ve ekibinin “suçlarını” çarşaf çarşaf yayımlayıp tutuklanmasının altyapısını hazırlıyor.

Güya dosyada gizlilik kararı var!..

İktidar medyasının bir yazarına göre, “konu siyasi değil, kriminal”.

Konu iddia edildiği gibi gerçekten ve sadece “kriminal” olsaydı, İstanbul halkının tüm engellemelere rağmen üç kez seçtiği bir belediye başkanı en azından şafak operasyonu ile gözaltına alınmazdı, değil mi?

BU ''DEVLET'' KİM/NE?

Ama neyse ki, heybedeki gerçek “turpu” çıkaran iktidar yazarları var.

Örneğin Erdoğan ailesinin gazetesi Sabah’ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, İmamoğlu gözaltına alınmadan dört gün önce, “mesleki tecrübesiyle” şunları gördüğünü anlattı:

“Ekrem İmamoğlu, Ankara'ya güven vermiyor! Evet, evet... ‘Devlet’ dediğimiz o canlı organizma, farklı kurum ve kuruluşları ile İmamoğlu'na kuşku ile bakıyor. Amaca ulaşmak için her aracı mubah gören tarzı, siyasal ikbali için girdiği girift ilişkileri, gözünü küresel odaklardan ayırmayan politik tutumu, itimat telkin etmiyor. Yani... Olup bitenlere AK Parti ve Külliye penceresinden bakmayı alışkanlık edinenlerin, bu perspektifin çok ötesindeki ‘devlet ufkuna’ da bakıp ‘Neden?’ diye sormaları gerekiyor!”

“Devletin” İmamoğlu ile ilgili tespitlerinin altını kalınca çizelim: Amaca ulaşmak için her aracı mubah görüyormuş... Siyasal ikbali için girift ilişkilere girmiş... Gözünü küresel odaklardan ayırmıyormuş... Güven vermiyormuş!..

Müderrisoğlu, dün de İmamoğlu’nun “dış alemle, sermaye gruplarıyla, tarikat/cemaatlerle, Alevi ve Kürt kanaat önderleriyle oportünist ilişkiler kuran, gözünü karartmış bir siyasi figüre dönüştüğünü” ve Ankara’yı, “ele geçirilmesi gereken iktidar merkezi” olarak konumlandırdığını öne sürdü.

EVET LİDER DEDİĞİN BÖYLE OLMALI 

Ne tesadüf, meşhur Fuat Uğur da hemen hemen aynı görüşte. Uğur, “2028’in liderinin kim olacağını” sorguladığı dünkü yazısında, seçilecek liderde “olmazsa olmaz şartları” şöyle sıraladı:

“Öncelikle o liderin hiçbir dış gücün ya da küresel yapının adamı, piyonu ve aparatı olmaması, vatanseverliği, terörle mücadele ve ülkesini böldürmemek konusundaki direnci; bayrağına, ülkesinin, vatandaşlarının inancına, geleneklerine, değerlerine ve ulusal marşına bağlılığı; düzgün karakterli, başkalarına karşı saygılı ve dürüst olması, yalan söylememesi, ülkenin bağımsızlığından taviz vermemesi.”

Ardından “Muhalefetin lider adayı yukarıda sıraladığım özelliklere sahip olacak mı?” diye sorup şunları kaydetti:

“Türkiye’yi bekleyen tehlike işte bu... Kimileri onun [İmamoğlu] kazanacak olma ihtimalini gündeme getirerek ‘Korkuyorsunuz değil mi?’ sorusuyla bizleri paralize etmek istiyor. Evet korkuyoruz. Türkiye için. Bu ülkenin geleceği için. Yukarıda bir lider için olmazsa olmaz koşulları sıraladım. Hangisi onda var, siz karar verin.”

KARAGÖL'E GÖRE İMAMOĞLU BİR ''İÇ TEHDİT'' İDİ

İktidardan evvel dünyayı fethe çıkan Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül ise diploma, para pul ve entrikaların umurunda olmadığını açıkladıktan sonra İmamoğlu’yla ilgili sıkıntıların sebepleriyle birlikte şu itiraflarda bulundu:

“Biz Anadolu’da bin yıldır imparatorluklar kurduk. Büyük yok oluşlar yaşadık. Tekrar ayağa kalktık. Dünya ile hesaplaştık. Şimdi yine büyük hesaplara girdik. Yeniden süper ülke olduk... İşte tam bu dönemde; bu işin sabote edilmesine hiçbir Anadolu evladının yüreği dayanmaz. Bu, bütün siyasi kimliklerin, hesapların üstündedir. Durduğumuz yer de burasıdır. Koca ülke, koca Türkiye bu ‘ucuzluğa’ nasıl kurban edilir! Edilir miydi? Edilmeyecek ve edilmedi de. Kendisiyle beraber bütün örgütü, bütün teşkilatı çökertildi. Bir iç tehdit ortadan kaldırıldı. Bunun iç siyasi mesele olduğunu düşünenler büyük hata yapıyor. Zaman geçtikçe işin mahiyeti daha da açığa çıkacak. İçeride ve dışarıda örgütsel bağları daha bir netleşecek. Türkiye’ye yönelik iç darbe planları daha bir ortaya saçılacak... Bu şahıs Türkiye’den daha mı kıymetli? Kendisine tanınan dokunulmazlıklar arasında Türkiye’yi küçültme hakkı da var mı?.. Asla milli değil. Asla Türkiye Cumhuriyeti’nin Devletler Sürekliliği’nin parçası değil. Asla bugün inşa edilen Büyük Türkiye’nin yanında değil. Biz buradan bakarak öfkeleniriz! Ve bu öfke bin yıllıktır. Bu ülke ‘Zulüm 1453’te başladı’ diyenlere teslim edilemez! Edilmeyecek de.”

İMAMOĞLU BUNLARI MI YAPTI?

Dördüncü bir yazara geçmeden önce soluklanıp, İmamoğlu hakkındaki, bu son derece ciddi ve önemli suçlamalar üzerinde düşünelim.

İbrahim Karagül’ün son cümlesinden başlarsak; İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan Antlaşması’na aykırı olarak “devlet içinde devlet” anlamına gelen “ekümeniklik” iddiasını İmamoğlu tanıdı da haberimiz mi olmadı? Veya Patrik Bartholomeos’un artık alenen, “Hellenic Archbishop of Constantinople-New Rome and Ecumenical Patriarch (Konstantinopol-Yeni Roma Helenik Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik” unvanını kullanmasının önünü İmamoğlu mu açtı?!

Başka bazı örneklerden devam edelim.

İmamoğlu “BOP eşbaşkanlığını” mı kabul etti?..

Irak, Suriye ve Libya’nın parçalanmasında emperyalistlerin yanında mı durdu?..

Trump’ın, “Ekonominizi mahvederim... Akıllı ol” tehdidi üzerine Suriye’deki harekâtı mı durdurdu?..

AB’den gelecek üç kuruş uğruna Türkiye’yi göçmen kampına mı dönüştürdü?..

Daha geçenlerde Trump, onunla mı görüşüp, “Bölgede size güveniyoruz” dedi?..

Yunanistan’ın Ege’deki adalarımızı işgâl edip silahlandırmasına göz mü yumdu?..

Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye girişini mi destekledi?.. ABD, Fransa ve İsrail’in garantörlük hakkımızı çiğneyerek buraya üslenmesini mi seyretti?.. “Artık KKTC’nin tanınma zamanı gelmiştir” dedikten sonra bu konuda parmağını oynatmadığı gibi, dost ve kardeş ülke Kazakistan’ın, Rum kesiminde büyükelçilik açmasını veya “adamımız” Ahmet el Şara’nın Rum kesimiyle “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak görüşmesini görmezden gelip, nihayetinde de “Kıbrıs sorununun” çözümü için yeniden masaya mı oturdu?..

AB istediği için tarım ve hayvancılığımızı bitirip, yeraltı-yerüstü zenginlik ve birikimlerimizi mi sattı?..

Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını mı söyledi?..

“FETÖ”ye “ne istedilerse verip”, “Dön, bu hasret bitsin” çağrısında mı bulundu?..

Liste uzun; ama burada bırakıp dördüncü yazara geçelim.

PKK SUÇLAMASI 

Sabah’tan Hilal Kaplan, “Devletin, terör örgütü PKK’yı tasfiye etmek için çalışmalar yürüttüğünü”, Ekrem İmamoğlu’nun ise “İBB’nin yönetimini ve imkânlarını terör örgütü PKK’nın emrine sunmakla” suçlandığını belirtip, “Bu iki durumun aynı şey olmadığını anlamak için üniversite diplomasına sahip olmaya gerek yok.” dedi.

Evet, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının sebeplerinden birisi de, “PKK terör örgütünün metropollerde etkinliğinin artırılması amacını taşıyan ‘kent uzlaşısı’ faaliyetine bilerek iştirak etmesi”.

“PKK’nın metropollerde etkinliğinin artırılması” denince, nedense aklıma hemen birinci açılım sürecindeki Oslo görüşmeleri geldi.

Hakan Fidan’ın da olduğu masada, dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, teröristbaşlarından Sabri Ok’a, “Biliyoruz, metropolleri de patlayıcılarla doldurdunuz bu arada” demişti!..

Hilal Kaplan, “Devletin, PKK’yı tasfiye etmek için çalımalar yürüttüğünü” söylüyor ya; sadece şunu soralım:

İmralı’daki teröristbaşının PKK’ya tasfiye çağrısında bulunurken, “Devlet ve toplumla bütünleşme için” demesi ne anlama geliyor?!

EVREN'İN MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ GİBİ 

Bu iktidar medyası yazarlarına göre; özetle ülke, millet ve devlet için “tehlikeli” birisi olduğundan, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının engellenmesi gerekiyor.

Dün Korkusuz’dan Damla Doğan Tuncel, İran’da Anayasa Koruma Konseyi bulunduğunu, Cumhurbaşkanı adayı olmak için buraya başvurulması gerektiğini, ancak Konsey izin ve onay verirse aday olabildiklerini hatırlattı.

12 Eylül darbesinden sonra bizde de Kenan Evren’in kurduğu bir Milli Güvenlik Konseyi vardı.

Danışma Meclisi’nde görev alacak üyelerin veya seçime girecek partilerin en az 30 kurucu üyesinin bu konseyin onayından geçmesi gerekiyordu.

İster misiniz, bu gidişle o günlere geri dönelim!..

Ama iktidar medyası bu konuda da “karar mercii” haline geldiğine göre, ne gerek var, değil mi?!

Müyesser YILDIZ

21 Mart 2025