TBMM Hükümeti İstanbul’u devraldığında, eski payitaht bir vilayet olarak tenzil-i rütbe etmiş, gözden düşmüş bir şehirdi. Siyasi ve idari merkez artık küçük bir Anadolu kasabası olan Ankara idi. Gerçek anlamda İstanbul’un kurtuluşu, Lozan Barışı ile gerçekleşti. Barış Anlaşması onaylandıktan sonra müttefikler şehri tahliye ettiler. 1930 tarihli Belediyeler Kanunu çıkarıldığında, İstanbul’da mahalli ve mülki idare birleştirilerek tek bir idare haline getirildi. İl Genel Meclisi “Şehir Meclisi” adıyla aynı zamanda belediye meclisi işlevini üstlendi.
İstanbul birleşik yönetimi Fahrettin Kerim Gökay döneminin sonuna kadar devam etti. Demokrat Parti,1954 tarihli 6349 sayılı “İstanbul Birleşik İdaresinin Ayrılması Hakkında Kanun” ile İstanbul Belediyesini Vilayet yönetiminden ayırdı. Belediye başkanının iki dereceli seçimle göreve gelmesi, 1963 yılına kadar devam etti. Kentin görünümdeki ilk büyük değişiklikler, Atatürk’ün vefatından sonra, Dr. Lütfi Kırdar’ın vali ve belediye başkanlığı zamanında gerçekleşecektir. İstanbul’un çehresindeki radikal değişiklikler ise Demokrat Parti devrine tesadüf eder. Menderes’in öncülük ettiği imar hareketleri, günümüz İstanbul’unun altyapısını oluşturmuştur.
OSMANLI’DAN DEVRALINAN İDARİ MİRAS
Tanzimat’tan sonra belediye işlerinin havale edildiği kurum “İhtisap Nezareti” olmuştur. Bu kurum daha sonra lağvedilerek Şehremaneti adıyla Meclis-i Vala’ya bağlı bir belediye teşkilatı kurulmuş oldu.
1877’de Dersaadet ve Vilayat Belediye Kanunları çıkarılarak İstanbul ve taşra için iki ayrı belediye düzenlemesi yapıldı. Bu suretle, İstanbul’da belediye teşkilatı kurulmuş oldu. Bu Kanuna göre Şehremaneti Meclisi 6 üye ve şehremininden (belediye başkanı) oluşacak ve bütün üyeler padişah tarafından atanacaktı. Görüldüğü gibi Dersaadet’te belediye işlerinin görülmesinde “seçim mekanizması” öngörülmemiş, İstanbul Belediyesi Meclis-i Vala’ya bağlı bir kamu otoritesi olarak kurulmuştu.
Kanuna göre Şehremaneti, dairelere ayrılacaktı. Bunlardan başlıcaları, Fatih-Eminönü-Eyüp-Bakırköy-Beyoğlu-Şişli-Kadıköy-Beykoz-Adalar ve Beşiktaş daireleri idi. İttihat ve Terakki yönetimi 1913’de “Dersaadet Teşkilat-ı Belediyesi Hakkında Kanun-ı Muvakkat”i yayınlayarak, Belediye meclisini kaldırdı. Meclisin yetkilerini Encümene verdi. İstanbul’un belediye işlerinin idaresi, 1930 tarihli 1580 sayılı yasaya kadar bu şekilde yürütüldü.
KURTULUŞ’TAN SONRA İSTANBUL YÖNETİMİ
Birinci Dünya Savaşı devam ederken İstanbul birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştı. Şehrin iaşe işlerinin yürütülmesi için çeşitli düzenlemeler yapılmış, İaşe Nezareti kurulmuştu. 1912-1914 arasında belediye başkanlığı yapan Cemil (Topuzlu) Paşa, Mütarekede yeniden göreve çağrılmış 1919-1920 arasında tekrar belediye başkanlığı yapmıştı.
Osmanlı Devleti’nin tarihe intikal ettiğini ilan eden TBMM kararlarından sonra Dersaadet, bir vilayet olarak Ankara Hükümetine bağlandı. Bunun üzerine, 4 Kasım 1922 günü belediye başkanı Ziya Bey’in başkanlığında toplanan Belediye meclisi üyeleri, TBMM Hükümetine bağlılıklarını bildirdiler.
13 Nisan 1923 tarihinde Dahiliye Vekaleti İstanbul Şehremini Ziya Bey’i azlederek yerine İstanbul Valisi Haydar Beyi valilik uhdesinde kalmak şartıyla Şehremini olarak tayin etti. İstanbul valisinin aynı zamanda belediye başkanlığı görevini uhdesinde bulundurması keyfiyeti o tarihten Demokrat Parti devrinin sonuna kadar devam etti.
Sırasıyla, Ali Haydar Bey (Yuluğ) 1923-24; Operatör Emin Erkul 1924-28, Muhittin Üstündağ 1928-38, Lütfi Kırdar 1938-49 ve Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay 1949-57 yılları arasında Vali-Belediye başkanı olarak bu görevi yürüttüler. Demokrat Parti çıkardığı bir kanunla aşamalı bir süreçle İstanbul Belediyesi'ni valilikten ayırdı.
Eski İstanbul yönetiminin Ankara’ya bağlanması sürecinde, İstanbul Cemiyet-i Umumiye-i Belediye seçimleri, Vali Haydar Bey döneminde gerçekleştirilmiştir. Bu seçim, seçmenler yönünden kısıtlı bir seçimdi. Daire (ilçe belediyeleri) temsilcilerinden oluşmaktaydı.
Bu seçimlerin asıl önemi, İstanbul’da örgütlenmiş bulunan İttihat ve Terakki artığı siyasi kadroların Kemalist Ankara karşısında güç denemesine sahne olmasıdır. 1926 İzmir suikastine kadar alttan alta devam eden İttihatçı-Kemalist sürtüşmesinin ilk raundu 1923 İstanbul Cemiyet-i Umumiye-i Belediye seçimlerinde yaşanmıştır.
İSTANBUL BİRLEŞİK YÖNETİMİ: VALİ-BELEDİYE BAŞKANLIĞI
Türk devriminin önderleri, merkezi idareye ilişkin pek çok yeniliği gündeme getirirlerken yerel yönetimler alanında da değişiklikler yaptılar. Bu düzenlemelerde, Başkent Ankara ve İstanbul yönetimleri ile taşranın mülki ve mahalli idareleri ayrı ayrı ele alınmaktaydı. 1930 tarihli 1580 sayılı Belediyeler Kanunu aslında bir çerçeve kanundu; temel amacı taşrada kurulan belediyelerin düzenlenmesiydi. Aynı yıl çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu da belediyelere yerel düzeyde kamu sağlığı hizmetleri yerine getirme ödevini yüklenmişti. Bahse konu Kanun, Ankara ve İstanbul dışındaki vilayetlere belediye işlerinde daha geniş bir insiyatif tanımıştı.
Cumhuriyet idaresinin mahalli idarelere ilişkin en önemli düzenlemelerinden biri olan bu kanuna göre belediye seçimi, esas itibariyle belediye meclisi üyelerinin seçimi idi. Seçim tamamlandıktan sonra, belediye meclisleri kendi üyeleri içinden veya seçilme yeterliliğine sahip dışardan bir kişiyi belediye başkanlığı görevine seçebiliyorlardı. Bununla birlikte, merkezi idarenin mahalli idareler üzerindeki vesayet denetimi gereği, Belediye başkanları vilayet merkezi olmayan yerlerde valinin, vilayet merkezlerinde ise Dahiliye Vekilinin inhası (aday göstermesi) ve Reisi cumhurun tasdiki ile göreve başlıyorlardı.
1923’te İstanbul Valisi Haydar Bey’in uhdesine verilen belediye başkanlığı görevi, 1930 yılında çıkarılan yasanın 149. Maddesindeki istisna hükmü uyarınca vali-belediye başkanı haline dönüştürüldü.
İstanbul Belediyesi ile İstanbul vilayeti mahalli idaresi birleştirildi. Kanun, “İstanbul belediye reisliğini İstanbul valisi ifa eder” demekteydi. İki ayrı mahalli idare olan belediye ve il özel idaresi, İstanbul için birleştirildiğinden, İl Genel Meclisi ile Belediye Meclisi birleştirilmiş oluyordu. 1930 seçimleri ile İstanbul Genel Meclisi, vali-belediye başkanı Muhittin Üstündağ tarafından açıldı. Vilayet ve belediyenin birleşik yönetimi başladı. Vilayet ile belediye başkanlığı 1923’ten 1958’e kadar 25 yıl süreyle vali tarafından yürütüldü. İstanbul’un son vali-belediye başkanı, Demokrat Parti tarafından bu göreve getirilmiş bulunan Ethem Yetkiner oldu. Bundan sonra göreve gelen Kemal Aygün, Belediye Meclisi tarafından seçilen ilk belediye başkanıdır. Aygün, 27 Mayıs 1960’a kadar belediye başkanlığı görevinde kaldı.
İSTANBUL’UN BESLENME İHTİYAÇLARI
İstanbul, imparatorluk devrinde Rumeli buğdayı ile beslenmişti. Şehrin iaşesi için Anadolu kaynaklarına müracaat edilmesi ilk kez Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşti. Müttefik ablukası İttihat ve Terakki hükümetlerini bu kararı almaya sevketti. Mütareke yılllarında İstanbul, zahire sıkıntısına düşünce, müttefik yönetimi, ABD’den un getirerek piyasaya sürdü. Cumhuriyetle birlikte İstanbul, Anadolu’nun kaynakları ile beslenmeye başlamış, İttihatçıların başlattığı “milli iktisat” ilkesi devam ettirilmiştir.
Sebze, meyve ihtiyacının giderilmesine gelince, Bizans’tan, imparatorluk ve cumhuriyet devrine kadar şehrin içindeki bostanlar, boğaz köyleri ve yakın vilayetlerin olanakları yeterli olmuştu.
Şehrin et ihtiyacının giderilmesi un ve sebze temininden farklı olmuştur. Et ihtiyacının giderilmesi ve fiyatların denetlenmesi, şehrin büyüklüğü nedeniyle, klasik Osmanlı asırlarından itibaren ciddi bir mesele olagelmiş; bununla ilgili bir örgüt oluşturulmuştur. Cumhuriyet yönetimi, mütarekede başlatılan Sütlüce Mezbahası inşaatını bitirerek hizmete sokmuş, “İstanbul Belediyesi Karaağaç Kurumlarını” oluşturmuştur. Hatta Adaların et ihtiyacını karşılamak üzere, Denizcilik Bankası Hasköy Tersanesinde “Mezbaha motoru” inşa ettirilerek 1956’da hizmete sokulmuştur. Görüldüğü gibi 1960’lara kadar kent, yakın bölgelerden kaynak sağlayarak beslenme sorununu organize etmeyi başarmıştır. Şehrin, global kapitalizm ile bütünleşmesi ise 1960’lardan sonra adım adım tahakkuk edecektir.
İSTANBUL’UN SU, ELEKTRİK, HAVAGAZI İHTİYACI
Bizans’tan Cumhuriyet’e kadar İstanbul’a su temini daima önemli bir konu olmuştur. Suriçinde çok sayıda sarnıç buna karine teşkil etmektedir. Valens Su Kemeri (Bozdoğan) Osmanlı öncesi dönemde Belgrat ormanları civarındaki suları toplayarak şehre getiren bir sistemdi. Yeniçağ ve Yakınçağda İstanbul’un dünyanın en büyük şehirlerden biri olması, Mimar Sinan’dan itibaren daha fazla su kaynağı bulma ve şehre ulaştırmayı zorunlu kılmıştı. Rumeli yakasındaki bentler, Sultan III. Ahmet’ten II. Mahmut’a kadar Sarıyer bölgesindeki suları rezerv olarak kullanmışlardır. Kurulan sistem, Bahçeköy, Sarıyer, Belgrad ormanları civarındaki rezervleri su terazisi ve cetvellerle (bileşik kaplar kanunu) şehre ulaştırılmasına dayanıyordu.
XIX. yüzyılda artan su ihtiyacını gidermek üzere atılan en önemli adım Sultan Abdülaziz döneminde kurulan Dersaadet Anonim Su Şirketi’dir. Şirket, 1876’da önemli bir su havzası olan Terkos Gölü’nün suyunu şehre getirmek üzere verilen bir imtiyaz sözleşmesi ile kurulmuştu. 1932’de Atatürk’ün buyruğu ile İstanbul Sular İdaresi kuruluncaya kadar Terkos, şehrin Avrupa yakasının ihtiyacını karşılamıştır. İstanbul’a su sağlayan şirketin adı “Terkos” şehir şebeke suyu anlamında günümüze kadar kullanılan bir ifade olagelmiştir.
Dersaadet Anonim Su Şirketi 1885 itibariyle, 97 km. uzunluğunda bir kagir galeri hattı ile şehre suyu ulaştırıyordu. Bunun için Kağıthane’de filtre istasyonu kurulmuştur. 1933’de şirket kamulaştırılarak, İstanbul Sular İdaresi'ne katılmıştır. Atatürk, Mühendis Ziya Bey’in (Erdem) idarenin müdürlüğüne getirilmesini istemiş, İ.S.İ.’nin ilk müdürü Ziya Bey, 12 yıl görevde kalmıştır. 1967’ye kadar Terkos’da buharlı pompa kullanıldığından gerekli kömür Zonguldak’tan Karaburun köyüne getiriliyor, oradan da dekovil hakkı ile Terkos’a ulaştırılıyordu. Terkos pompa istasyonu Türkiye’de buharla çalışan ilk pompa istasyonu idi.
Anadolu yakasında ise su temini “Üsküdar-Kadıköy Su Şirketi” kurulana kadar vakıf suları ile sağlanmaktaydı. Bahse konu şirket, Anadolu yakasına su sağlamak üzere imtiyaz verilmiş bir Fransız şirketi idi. Şirket, Anadoluhisarı, Göksu kaynağında Henri Gruner’in projesi ile 1891-93 yılları arasında Elmalı Barajı’nı inşa etmiştir. Baraj ilk yapıldığında toprak dolgu sistemi kullanılmıştı. 1916’da vuku bulan büyük taşkında kısmen yıkılan baraj 1926’da beton dolgu ile sağlamlaştırılmıştı. Daha sonra İstanbul Sular İdaresi tarafından kamulaştırıldı. Elmalı Barajı Anadoluhisarı ile Bostancı arasındaki ahalinin su ihtiyacını 1937’ye kadar karşıladı. 1954’te yine bir Fransız şirketi tarafından Elmalı II barajı inşa edildi.
Gerek Terkos’da gerekse Elmalı’da pompalama ve arındırma işlemlerinde buhar enerjisi kullanılıyordu. DP’li yılların sonuna kadar bu iki havzanın kaynakları, İstanbul’un su ihtiyacını karşılamaya yetmişti. Ancak 1960’lardan itibaren şehir hızla büyüdüğünden Anadolu yakasında Ömerli ve Darlık, Avrupa yakasında Alibeyköy barajları yapılacaktır.
İstanbul’un mahrukat (yakacak) ihtiyacı Osmanlı devrinde, Şehremaneti, Ticaret ve Ziraat Nezareti, Orman ve Maadin nezaretlerinin işbirliği ile karşılanıyordu. Bu fevkalade önemli konu tek başına belediyenin başa çıkabileceği birşey değildi. Yakacak kaynağı çoğunlukla İstanbul’a yakın Trakya ormanları idi. Şile, Ağva, Kandıra ormanları da kısmen başvurulan bölgelerdendi.
Yakacak olarak, Trakya’dan getirilen linyit kömürü de kullanılıyordu. 19. yüzyıldan itibaren Zonguldak Taşkömürü rezervi İstanbul için kullanılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, gerek şavaş gemilerinin gerekse Şirket-i Hayriye vapurlarının kömür ihtiyacını gidermek üzere, günümüzde Cemil Topuzlu Parkı’nın bulunduğu yerde Kuruçeşme kömür depoları vardı. Bedrettin Dalan’ın Belediye Başkanlığı zamanına kadar üç çeyrek asır şehir manzarasının ayrılmaz bir parçası olmuştu.
Şehirde elektrik üretimi Silahtarağa Termik Santrali’nin kurulması ile başlanmış, ilk aydınlatma Dolmabahçe Sarayında gerçekleşmiştir. İmtiyaz sözleşmesi ihalesini bir Avusturya-Macaristan şirketi olan “Ganz Electric Company” kazanmış, imtiyazı alan şirket, “Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi” namıyla çalışmaya başlamıştır. Atlı tramvayların kaldırılmasından sonra, tramvaylar elektrik ile çalışmaya başlamışlardır.
Kömürle elektrik enerjisi üreten Silahtarağa Santrali 1914-1952 yılları arasında şehrin ihtiyacını karşılamış, o tarihten sonra İstanbul ulusal elektrik şebekesine bağlanmıştır. Havagazı da ilk kez 1853’te Dolmabahçe Sarayında kullanılmıştır. Dolmabahçe Gazhanesinden sonra, Yedikule, Kadıköy gaz üretim ve dağıtım merkezleri kurulmuş ve şehre havagazı verilmeye başlanmıştır. Havagazı üretim merkezleri 1984’te imtiyaz sözleşmesi sona erene kadar cılız düzeyde gaz üretimine devam etmiştir.
ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’A YÖNELİK TUTUMU
Bilindiği gibi Büyük Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştırıldıktan sonra uzun süre İstanbul’a gelmemiştir. Bu ilk bakışta yadırganacak bir tutumdur. Atatürk, 15 Mayıs 1919’da ordu müfettişi sıfatıyla ayrıldığı şehire sekiz yıl sonra gelmiştir.
Saltanat ve hilafet kaldırılmış, Osmanlı hanedanı yurtdışına çıkarılmış, eski rejimin bütün kurumları tasfiye edilmiş olmasına rağmen, Türk Devriminin önderinin 1 Temmuz 1927 tarihine kadar çok sevdiği İstanbul’a gelmemiş olması manidardır.
Hiç kuşkusuz, bu tutumun arkasında, İstanbul’un eski rejimi temsil ediyor olması önemli bir etmendir. Buna muhalefetin simgesi olan Terakkiperver Parti’nin İstanbul milletvekillerince örgütlenmiş olması da eklenebilir. Üçüncü bir neden olarak 1926 İzmir suikastı girişiminin arkasında İttihat ve Terakki’yi canlandırmak isteyen grupların İstanbul’da örgütlenmiş olması gösterilebilir.
İlginçtir ki, Atatürk’ün İstanbul’a büyük dönüşü öncesinde, eski başkent ona adeta yakarmıştır, basın bunun sayısız örneği ile doludur. İstanbul 1927’ye kadar adeta mahcup ve kabahatli bir halet-i ruhiye içinde büyük kurtarıcıyı beklemiştir.
Bütün bunların ötesinde bu “dargınlık halini” açıklayabilecek bir başka faktör, Atatürk’ün ruh halidir. Bu konuya Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz psikanalizden yararlanarak yazdıkları “Immortal Atatürk” başlıklı çalışmalarında dönüş gününü “eudipal zafer” olarak tanımlamaktadır.
Bir başka vurgulanması gereken nokta, Atatürk’ün henüz İstanbul’a gelmediği dönemde, Belediye’nin düzenlediği bir kampanya ile ünlü heykeltıraş Heinrich Krippel’e Sarayburnu’ndaki meşhur heykel yaptırılmıştır. 1925’te sipariş edilen ve 1926’da yapımı tamamlanan eserdeki Atatürk tasviri manidardır. Krippel, eserinde Atatürk’ü Anadolu’yu işaret eden adeta bir “mesih” olarak tasarımlamıştır. Bu heykelle Reisicumhur Mustafa Kemal, daha dönmeden şehre damgasını vurmuştur.
Atatürk, imparatorluk payitahtına, ona diz çöktürdükten sonra, bir fatih olarak dönmüştür. O tarihten sonra da sık sık İstanbul’da kalmış, mütareke döneminde sönmüş olan İstanbul, Cumhurbaşkanının sık sık yaptığı ziyaretlerle şenlenmiş, yeniden yıldızı parlamaya başlamıştır. Bununla birlikte, İstanbul, başkent Ankara’yı geride bırakarak, toplumsal, ekonomik ve kültürel hayatın öncüsü olma konumuna Demokrat Parti devrinde ulaşacaktır.
Büyük dönüş günü, İstanbul tarihinde hakikaten çok anlamlı bir gün olmuştur. İzmit İstasyonuna kadar trenle gelen Atatürk, buradan Sultan Reşat devrinden kalma Ertuğrul Yatı ile İstanbul’a denizden girmiştir. O güne ait kayıtlar, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın mesut ruh halini yansıtmaktadır. Şehir, büyük kurtarıcıyı o gün adeta kutsamıştır. Büyük dönüşten sonra, Atatürk 1927 yazını İstanbul’da Nutuk üzerinde çalışarak geçirmiştir.
Bundan sonra İstanbul, Kemalist Türkiye’nin İstanbuludur. Atatürk’ün sık sık gelerek uzun süreler kaldığı şehir, Türk Tarih ve Dil kongrelerine ev sahipliği yapmıştır. Atatürk’ün de katıldığı Park Otel resepsiyonları, Darülbedayi temsilleri, Dolmabahçe’de verilen Safiye Ayla, Deniz Kızı Eftelya konserleriyle, Elhamra Sinemasında seyredilen filmleriyle İstanbul, devrimin önderinin şehri olmuştu. 1935’te yapımına başlanan Florya Deniz Köşkü ile Atatürk’ün İstanbul’a bağlılığı pekişmiştir.
Atatürk, İngiliz Kralı VIII. Edward, İran Şahı Rıza, Yugoslavya Kralı Alexandr’ı, İsveç veliahdı Gustav Adolf’u İstanbul’da misafir etmeyi tercih etmiştir. Geldiğinde Dolmabahçe’deki cumhurbaşkanlığı dairesinde kalmakta, boğaza kadar ani geziler yapmakta, halkın içine karışmaktadır. Reisicumhur Atatürk’ün hasta olarak İstanbul’a en son gelişi 27 Mayıs 1938 günü olmuştur.
TAKSİM CUMHURİYET ANITININ ANLAMI
Atatürk devri İstanbul’unun önemli olaylarından biri hiç kuşkusuz Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın dikilmesidir. İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’nın eseri, Anadolu İhtilali’nin, imparatorluk başkentine tartışmasız biçimde damgasını vurmasının sembolüdür.
Günümüzde karşı devrimci çevrelerin, Taksim Meydanı ve Cumhuriyet Anıtı’nın tarihi anlamını sönükleştirmeye yönelik eylemlerinin temelinde meydanın Atatürk devrimlerinin simgesi olması yatmaktadır. Taksim Cumhuriyet Anıtı, bizzat Atatürk’ün telkinleri çerçevesinde somutlaşmış bir eserdir. Atatürk devrimlerinin sembolüdür. Anıt, dört cephesinde verdiği mesajlarla hem Milli Kurtuluş Savaşını hem de Türk Devrimini yansıtmaktadır.
Erken cumhuriyet döneminde, Sarayburnu’ndaki Gazi Mustafa Kemal heykeli ve Taksim Cumhuriyet Anıtı, Türk bağımsızlık savaşının ve cumhuriyet devriminin simgesi olarak şehrin anıt-mekan tarihinde yerlerini almışlardır.
ATATÜRK DÖNEMİNDE BELEDİYE BAŞKANLARI VE HİZMETLERİ
Atatürk devrinde İstanbul, Başkent Ankara’nın kabaca on katı büyüklüğünde bir şehirdi. 1938’e kadar göreve gelen vali-belediye başkanları, genç cumhuriyetin sınırlı imkanlarıyla mütarekeden beri biriken belediye meselelerini çözmeye çalışmışlardır. Atatürk’ün sağlığında İstanbul, köklü imar faaliyetlerine sahne olamamış, bu yönde adımlar atılmıştır. Prost’un imar planı için bizzat Atatürk tarafından daveti bu nedenledir. Bu dönemde gerçekleştirilen en önemli şey, imtiyaz sözleşmeleriyle yabancıların elinde bulunan belediye hizmetleri kamulaştırılarak belediyeye bağlanmıştır. Bunlar elektrik, su, havagazı, tramvay ve tünel işletmeleridir.
Örneğin, Ali Haydar Bey, Sütlüce Mezbahası’nı hizmete sokmuş, itfaiyeyi etkin hale getirmeye çalışmıştır. Şehrin ikinci şehremini, eski Bursa mebusu Operatör Emin Bey ise Kayışdağı suyunun Anadolu yakasına verilmesi, kanalizasyon, metruk mezarlıklar gibi konularla meşgul olmuştur.
Atatürk döneminde en uzun süre şehrin yönetiminde bulunan kişi Muhittin Üstündağ’dır. 1928-1938 arası görevde kalan Üstündağ, İdare-i Umumiye-i Vilayat Kanunu gereği vilayet yönetimine bağlı ilkokulların ihyası, Atatürk köprüsünün inşası ve İstanbul Şehir Tiyatrolarının kurulmasına öncülük etmiştir.
Atatürk, İstanbul’a geldiğinde, Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde bulunan Darülbedayi’de (Şehir Tiyatrosu) oyunlar izlemiş, şehrin Türk kültür hayatındaki yerini dikkatle izlemiş, gelişip zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
Cumhuriyet yönetimi İstanbul’u devraldıktan kısa bir süre sonra, 1924 yılında bir belediye dergisi yayınlamaya başlamıştır. Derginin adı “Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Şehremaneti Mecmuasıdır”.
Mecmua, Atatürk’ün şehre gelişlerini ve ikameti sırasındaki faaliyetlerini son derece yakından takip etmiş ve yayımlamıştır. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ekleri ve posterleri yayınlayarak, eski payitahtın cumhuriyetin sadık bir vilayeti olduğunu biraz abartılı bir şekilde vurgulamaya çalışmıştır.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza