Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Lilith'ten Eva'ya Kadının Sosyolojik Evrimi

Mitler, destanlar ne kadar akıl almaz olurlarsa olsunlar, bütün bunlara inanan ve bu inançlar doğrultusunda davranış geliştiren insanlar olmasaydı, belki de günümüzdeki medeni insan topluluklarından söz edemiyor olacaktık. Aynı anlatının dinleyenleri olmak, insanları cemaat yapmaya yetti. Hikayelerin vazgeçilmezi ise, semboller ve ritüellerdi. Bu soyut tiyatro etrafında, klanlar, kabileler, cemaatler ve devletler kuruldu.

Ne Gilgameş Destanı, ne Yunan mitleri, ne de tek tanrılı dinlerin metinleri, sıkıcı kanun paragraflarından oluşmaz, baştan sona korku hikayeleri, ütopyalar ve distopyalar ile doludurlar. Yaşlı bir nine bugün, yaklaşık 4000 yıllık Eridu Genesis'ten alınmış Nuh Tufanı hikayesini, torunlarını eğitmek için anlatıyorsa, bu metodun etkinliği su götürmez. Aynı amacı gütmelerine rağmen, bir anayasa kitabı, bu yaşlı teyze için, onun torunlarına uyumadan önce anlatacağı hikayeler listesine asla giremez.

Geleneksel anlatıyı güçlü yapan, hikayenin kahramanlarıdır. Yazıcılar, bu hikayelerdeki her bir arketipi belirli bir amaç için seçerken, toplum içerisinde neye karşılık geldiğini de çok iyi bilirler. Halkın, bu hikayelerdeki şeytanları, cinleri, canavarları, azizleri, kutsalları, insan ve hayvan karışımı kimeraları, gerçek olarak algılamasının nedeni, yazının sırrına vakıf olan anlatıcılara inanmasındandır. Çünkü yazı, tanrının insan ile kurduğu iletişimin aracıdır.

Hikayelerdeki yaratıkların gerçekliğini iman ile kabul eden halkın, korkuları da gerçektir. Bu korkularla başa çıkmak için hikayenin kaynağından yardım ister. Animistik davranış kalıpları, ritüeller ve kutsal relikler tam da bu noktada, yazı bilmeyen halkın hayatına girer. Ritüelik şeytan kovma, cin çıkarma törenleri halka özenle anlatılır. Cinler ve şeytanlardan kurtulmak için, yazılan metni, bakır bir leğenin içerisine bırakır, yazının mürekkebi suda çözülünce, bu suyu içer. Muska yapıp ve boynuna takar ya da evinin bahçesine gömer.

Ancak bilmez ki korkuyu bir nesneye veya ritüele hapsederek sürekli tekrarlamak, onu ortadan kaldırmaz. Tam tersine nesneleştirip, eyleme dönüştürerek, o korkuyu hayatımızın bir parçası haline getirir.

Yazıcıların anlattığı en ürkütücü şeytan hangisidir peki?

Yeni doğan bebekleri çalan, kadın ve erkeğin kulağına, rüzgarı ile fısıldayıp onları baştan çıkaran, cinlerin, şeytanların, sirenlerin ve perilerin kötücül gece kraliçesi kimdir? Kadını özellikle lohusalık ve menstrüasyon gibi doğurgan olmadığı zamanlarda baştan çıkararak, kocası ile birlikte olmaya zorlayan bu şeytanın tek bir amacı vardır, erkeğin kıymetli spermlerini ziyan etmek. Bu, ruhban yazıcılar için affedilemez bir günahtır.

Anlaşılan şu ki, halk kadar Yazıcıların da bu şeytani tanrıça ile problemi vardır; dini metinlerde bile, erotik ve güzel bir kadını anlatarak kişisel bir tatmin mi yaşarlar, kendilerini bile karşısında diz çöktürecek kadar güçlü olan, bu kadından korkarlar mı, yoksa abartılı tasvirleri ile, halkı bu canavardan korumaya mı çalışırlar pek anlaşılmaz.

Bu şeytanı konu alan, ilk hikaye 'Kadın ve Erkek' ile başlar, erkek daha ilk zamanlardan, kadından farklı olarak sahip olduğu fiziksel gücü, kendisini efendi ilan etmek için kullanır. Yalnız büyük bir sorun vardır. Erkeğin hayalindeki köle kadın ile 'kadının' kendisi birbirinden çok farklıdır. Hikaye yazarların eril ve zorba kalemleri, öncelikle, başı sürekli eğik olan, mahcup, en ince sesler ile yalvarır gibi konuşan, sürekli yaşlı gözler ile merhamet ve sevgi dilenen, ölümü pahasına efendisine hizmet eden bir kadın arketipini, kutsal ışık ile taçlandırıp, saçlarını ve bütün vücudunu kumaşlarla sarıp, kutsal azize ilan eder.

Anlatının esas kahramanı, özgür bıraktığı kızıl saçları çıplak sırtına dökülen, ne saçlarını ne de göğüslerini örtmeyen, gecenin karanlığındaki çığlığı ise kulakları sağır edecek kadar güçlü olan başka bir kadındır bu.

Adı Rüzgar, yani LiL olan bu muhteşem yaratığın hikayesi M.Ö. 3000'lerde Mezopotamya'da başlar. Önceleri hayatın, sevginin, bilgeliğin, rüzgarın ve gökyüzünün tanrıçası olarak karşımıza çıkan LiL, farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde sürekli varlığını korur.

Sümerce'de LÍL, Akadca'da lilitu, İbranice'de ????? lîlît, Mezopotamya mitolojisinde Lilitu ve Ardat Lili (cennette kahkahalar atarak koşuşturan mutlu genç kız, bakire lili) olarak adlandırılır.

Şu anda British Museum'da bulunan Babil kökenli Lil rölyefindeki, renk kalıntıları, tanrıçanın orijinalde kırmızı bir bedene sahip olduğunu gösterir. Ayaklarının altındaki iki aslanın yeleleri siyahtır, sağında ve solunda bilgeliğin sembolü olan, iki büyük baykuş vardır. Başında dört katlı bir kraliyet tacı, iki elinde tuttuğu halka ve sopa sembolleri vardır. Bunlar kadın ve erkeği temsil eden cinsellik sembolleridir. Bu rölyef, ruhban yazarlar açısından, bir kadında istenmeyen bütün özellikleri bünyesinde toplar adeta. Rölyefi biraz incelediğimizde, onları delirten, ve binlerce yıldır, hileler, yalanlar ve baskılar ile, kadınları bu rölyefin temsil ettiği her şeyden uzak tutma çabalarını anlarız.

Lilitu, başındaki dört katlı boynuzlu taç ile, üzerinde olabilecek herhangi bir efendiyi reddeder. Kanatları ile tek başına hareket edebilme özgürlüğünü savunur, gittiği yerdeki koşullar ne kadar zor olursa olsun, kendi başına tutunabilen güçlü kartal pençeleri vardır. Ayaklarının altına aldığı iki aslan, sahip olduğu cesaret ile meydan okuma kabiliyetini simgeler; karanlıktaki tehlikeleri bile, yanındaki baykuşların bilgeliği ile görebilen bir kadındır Lilitu. En önemlisi ise iki elinde yukarıda tuttuğu halka ve sopadır. Bu semboller, kadın ve erkeğin cinselliklerini aynı anda kontrol edebildiğinin temsilidir, çünkü bilinir ki, insanı kontrol etmenin yolu, varoluşun temel prensibi olan cinselliği kontrol etmekten geçer. Bunun en çok farkında olan kesim ise din adamlarıdır.

Mezopotamya'da hayatına rüzgar, aşk ve hayat tanrıçası olarak başlayan Ardat Lili, ne olur da eski Oriente geldiğinde, sadece hayvanların yaşadığı, ıssız bile çöle sürülerek, ürkütücü bir Demon'a dönüştürülür.

Tek tanrılı dinlerin hakim olduğu bölgede, atanın erkine çoktan iman etmiş olan akil adamlar, kız çocukları regl olur olmaz, çöle götürüp, diri diri kuma gömecek kadar şeytanlaştırmıştır kadını. Böyle bir durumda varın siz düşünün, en az Adem kadar, insan olduğunu iddia eden bir kadının başına neler gelebileceğini.

Sonraki dönemlerde ise, Lilit'i şeytanlaştırdıkça ona verdikleri gücün de farkına varan Ademler. Onun adını metinlerden silip, böyle bir kadının varlığını tamamen unutturmak istemişlerdir. Artık dini metinlerde ne adı geçen, ne de varlığı kabul edilen Lilit'e, zorba erkeğin makasıyla, Havva rolü çoktan biçilmiştir. Fakat gözleri kendi efendiliğine ve zorbalığına duyduğu hayranlıkla o kadar kördür ki erkeğin, ne kadının kanatlarını, ne pençelerini, ne gecenin zifiri karanlığında bile ona yol gösteren zekasını, ne de ayaklarının altına aldığı iki aslan kuvvetindeki cesaretini göremedi.

Eski Ahit'te, Adem'in ilk karısı olarak söz edilir Lilit'ten, Adem ile aynı hamurdan yaratılmıştır. Adem ile yatarken altta olmayı istemediği gerekçesi ile, Adem'i terk ederek, Samuel’e gittigi söylenerek, ilk aşağılamaya burada başlanır.

Eski Ahit'te Adem üzülerek der ki, 'Bana bir eş verdin, ama işte kanatlarını çırparak uçup gitti.' Bunun üzerine, Adem'in kaburga kemiğinden Havva yaratılır. Adem'in Havva'dan beklentilerine bakınca Lilit'in gidişindeki meselelerin sadece cinsellik olmadığını hemen anlarız. Ancak Lilit burada da Adem'in işlerini bozacaktır. Bilgelik ağacının tepesinde olan Lilit, Havva ile konuşarak, onu bilgelik ağacının meyvesinden yemesi için ikna eder. Ve cennetten kovulurlar.

Dünya'ya geldiklerinde de Lilith, mutlu çiftin peşini bırakmaz, yeni doğan çocukları öldürdüğü iddia edilir. Aslında öldürür olarak algılanan şey, tam olarak doğum kontrolüdür. Doğum yaptığında ölme ihtimali çok yüksek olan kadına, doğurgan olmadığı zamanlarda kocası ile birlikte olmasını fısıldar, ya da istemediği bir hamileliği nasıl sonlandıracağını öğretir. Bilge kadınların birbirlerine aktardıkları bu bilgiler ise ölümcül günahlar olarak görülür.

Hepimiz biliriz ki mesele ne Lilith, ne de Havva'dır, ne şeytanlar ne cinler ne de meleklerdir. Asıl mesele, sivilize olamayan zorba erkek tarafından sürekli baskı altında tutulan kadının on binlerce yıllık mücadelesidir. Dünyanın nüfusunun bir yarısını erkeklerin ve diğer yarısını kadınların oluşturduğu bir dünyada, erkeğin üstünlük iddiası ile başlatılmış bir savaştır. Çocukluğundan itibaren psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddete maruz bırakılan, öldürülen, yok sayılan ve susturulan kadınları düşündüğümüzde, M.Ö. Mezopotamya'da ilk kayıtlarına ve anlatılarına rastladığımız bu kanlı savaş, hala var gücüyle devam etmektedir.

Dünyanın bazı bölgelerinde, hayat sevgi bilgelik özgürlük tasvirlerini yeniden taşıyan rüzgarı kanatlarına alıp, istediği yere uçabilen ve orada tutunabilen kadınlar olsa da, İran'daki kadınların, istedikleri giysileri giyinebilmek için, ölüyor olmaları, Arap ülkelerinde ve Afrika'daki bazı bölgelerinde kız çocuklarının, hayatları boyunca cinsel haz almalarını engellemek için, ilkel koşullarda klitorislerinin kesiliyor olması. Arap ülkelerinde recm edilerek yani halk tarafından zina gerekçesi ile taşlanarak öldürülen kadınların varlığı, M.Ö. 3000'de değil, M.S. 2000'li senelerde ayaklarına zincir vurularak, köle pazarlarında satılan kadınların olması. Bu savaşın hala çok kanlı geçtiğinin bir göstergesidir.

Zorba erkekliklerinin, karşısında korku ile titrediği, dehşetiyle, kulakları sağır eden, çölleri inleten çığlık Lilith'e ait değildir.

Doğum yatağında can verinceye kadar çocuk doğurmaya mahkum edilen, evi dışında yaşam alanı olmayan, erkek çocuklarını bile kendisine gelecekte efendi olsunlar diye doğuran, tek başına hareket edemeyen, mutluluk kahkahaları atarak, arkadaşlarıyla koşup oynayamayan, denize giremeyen, istediği giysiyi giyinemeyen, dilediği gibi dünyayı gezemeyen, hayatı boyunca hep bir erkeğin mülkiyetiymiş gibi yaşayan, ruhu Lilith iken, varlığı Havva kalıbına sıkıştırılmış kadınının, kulakları sağır edercesine yükselen ürkütücü çığlığıdır bu. Yaşayamadığı hayatın hesabını soran, on binlerce yıllık karanlığı içine hapsederek bugüne kadar gelen Eva'nın çığlığıdır bu…