Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Patrilokalite Ve Bronz Çağı Paradoksu

Mustafa Kemal, yaptığı gezilerin bir tanesinde karşılaştığı manzarayı şöyle aktarır;

"Bâzı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna mümâsil bir şeyler atarak yüzünü, gözünü örter ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mânâ ve medlûlü nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşî vaziyete girer mi?"

Peki kadına reva görülen bu davranışın esas kaynağı nedir? Mevzu hemen baş örtüsü zeminine çekilip dindarlık veya iman gücü ile tahlil edilmemeli. Bu vaziyetin dini beklentiler ile bir ilgisi yoktur.

Bir insan ne vakit bir diğer insandan saklanmak ister, ne vakit görünmez olmak ister?

Ne zaman karanlık bir örtünün arkasına saklanarak, dünya üzerindeki bütün beşeri görüntüsünden feragat eder? Bir kadın ne vakit benliğinde kendisine ait olan bütün ayırt edici özelliklerden utanarak, görünmez olmayı seçer?

Doğadaki bir canlı bu davranış şeklini sadece çok fazla korktuğu zaman gösterir, kadının bu davranışı, maruz kaldığı binlerce yıllık şiddet ve baskılar sonucunda ruhuna tesir eden korkularının eseridir.

Kadının bu korkusunun sebebi tek tanrılı dinlerin de öncesine, insanların yerleşik hayata geçtikleri döneme dayanır. Eril dinlerin tamamında kadının pozisyonunun aynı olması ise, binlerce yıllık ataerkil uygulamaların, dini metinlere yansımasının sonucudur.

Peki, bu durum hep böyle miydi? Bulgular yüksek ihtimal ile böyle olmadığı yönünde.

Buzul çağının ardından iklim olayları düzenli olmadığı için, ekip biçerek yerleşik hayata geçmek henüz mümkün değildi. İnsanlar bitki kökleri, ağaç meyveleri ve avlanmak ile beslendiklerinden, herkesin amacı, gününü geçirecek kadar gıda bulmaktı, dolayısıyla bir cinsin diğerini domine etmek gibi bir amacının olmadığı tahmin ediliyor.

Peki ne oldu da kadının topluluk içerisindeki pozisyonu alaşağı edildi? Erkeğe göre fiziksel ayrıcalığı, çocuk doğurma kabiliyeti olmasına rağmen, doğurduğu çocuklar üzerinde bile hak iddia edemeyen, erkeğe verilen hakların ve ayrıcalıkların neredeyse hepsinden mahrum bırakılan kadın, ne oldu da diğer bütün varlıkları kendisine köle ilan eden erkeğin, narsist bahçesinde bütün hayatını korkarak yaşamaya mahkum edildi?

Bu konular ile ilgilenen müspet disiplinlerin bulguları bizi şu doğrultuda aydınlatıyor;

Yaklaşık 12.000 yıl kadar önce, Buz Devrinin bitişi ile birlikte Holosen döneme giren dünyada, iklim olaylarında bir düzenlilik başlıyor. Yani bir bölgede yetişen bir ürün, bir sonraki yılda da aynı bölgede yetişebiliyor. Doğa ve iklimdeki bu değişim, insan için ise bir bölgeye yerleşebilmek anlamına geliyor.

Neolitik devir diye tanımladığımız bu dönemde yerleşik hayata geçmek, mülkiyet fikrini oluşturmuştur, bu da mülkiyetin savunulması ihtiyacını doğurmuştur.

Bir mülkiyetin savunulacak durumda olması, bu mülkün dışarıdan birileri için çalınmaya değecek kadar kıymetli olması anlamına geliyordu. Ki bu da saldırılar ve çatışmalar demekti. Dünya artık herkesin sahip olduklarını şiddetle savunması gereken bir döneme girmişti.

Kadın ile erkek arasında oluşan ilk nüans buydu, kas yapısı nedeniyle daha güçlü ve dayanıklı olan, daha hızlı hareket edebilen erkek, saldırılara karşı kadına göre çok daha avantajlı bir durumdaydı.

Kabile'nin daha güçlü olabilmesi için çok daha fazla erkek çocuğa ihtiyaç vardı. Bu durum da kadını, erkeğin savunması gereken mülkiyetlerden biri olmak konumuna itmişti. Çünkü saldıran kabileler sadece hasat ürünlerine ve eşyalara değil, kadınlara da sahip olmak ve bu kadınları doğurtarak nüfuslarını arttırmak istiyorlardı.

Kadınlar bu yeni düzen ile birlikte, özgür birey olmaktan tamamen çıkmış, kendi hayatları hakkında karar veremeyen, saldırılarda korunması gereken birer mülkiyete dönüştürülmüşlerdi.

Kadın yeni pozisyonunda, aktif avlanmanın dışına itilmiş, uzaklaşınca kaçırılma ihtimali olduğu düşünülerek, her türlü hareket imkanından mahrum bırakılmıştı. Tıpkı günümüze yansıyan hali ile, malum 80 km kuralı gibi, ya da yanında bir erkek olmadan kadının dışarı çıkmasının caiz görülmemesi gibi.

Erkekler, kadınlara çocuk doğurmak, ekip biçmek, yaşadıkları evleri temizlemek, yemek pişirmek ve kabilenin geleceği olan bebekleri beslemek ve korumak vazifelerini atamışlardı. Bu kadar ağır yükler ile vazifelendirilmiş kadının, özgür, güçlü ve başına buyruk olması, şimdi olmadığı gibi, o zaman da hiçbir erkeğin işine gelmemişti. Bunu sağlamak için ellerindeki tek gücü kullandılar, korku, şiddet, baskı ve tecavüz!

Kadınları patriarkal kültürün içerisinde zayıflatan başka unsurlar da vardı elbette.

Örneğin, evcil hayvanların sütleri ile beslenen bebeklerin, anne sütü ile beslenme sürelerinin kısalmış olması. Emzirme süresi kadını hamilelikten korurken, bu sürenin kısalması kadınların daha kısa aralıklarla hamilelik yaşamalarına sebep olmuştu. Bu da bir kadının 3-4 sene de bir değil, her sene hamile kalması anlamına geliyordu.

Sürekli hamile kaldığı için kendini savunma gücü azalan, sağlığı bozulan, doğum yaparken ölebilen kadının, erkek egemen kültür karşısında kolu kanadı iyice kırılmıştı. 

Bronz Çağında kadın ve erkeğin sofraları da ayrılmıştı 

Bu sebep ile, sürekli hamile kalan kadın yeterince beslenemiyordu da. Çünkü fosiller üzerinde yapılan incelemeler, Bronz Çağı'ndan itibaren erkeklerin protein ağırlıklı, kadınların ise büyük ihtimalle erkeklerin sofrasından kalan artıklar ve ya tahıl ile beslendiklerini gösteriyor. Ayrıca, kadınların yaptıkları doğumların omurga kemikleri üzerinde yarattığı tahribat açık bir şekilde gözlemlenebiliyor.

Kadının pozisyonunu daha da kötüleştiren bir diğer durum ise Patrilokalite sistemiydi

Patrilokalite uygulamada, kadın evlendirildiği erkeğin evine gönderilerek orada yaşamaya zorlanıyordu. Köklerine yabancılaştırılan ve yalnızlaştırılan kadının, içerisinde doğup büyüdüğü aile ile bütün bağları koparılıyor, özellikle kendisine destek olacak olan annesinden ve kız kardeşlerinden ayrı düşürülüyordu. 

Patrilokalite sistemde kadın artık, insan seviyesinin çoktan dışına çıkarılmış ve devri gerçekleştirilen bir mülkiyete dönüştürülmüştür.

Bronz Çağı'ndan, günümüz Anadolu'suna bakınca, kadın açısından hâlâ değişmeyen uygulamaların olduğunu görmek dehşet verici.

Anadolu'da 13 ile 18 yaş arasında evlendirilen kızlar, hâlâ kocalarının aile evine gelin olarak veriliyor. Evin temizliğinden, yemek pişirmekten, kayınpederine, kocasına, kayınvalidesine, kocasının kardeşlerine hizmet etmekten sorumlu tutuluyor. Çocuk doğursa bile annesinin yanına gelmesine en fazla birkaç gün izin verilirken, genç kızın kendi ailesini ziyaret etme isteği ise asilik olarak algılanıyor.

Anadolu'da 'Gelinlik yapmak' diye bir tabir vardır, hâlâ bazı yerlerde uygulanır; gelin hayatı boyunca, sesini evdeki erkeklere duyurmaz, soru sorulsa bile cevap veremez, aynı sofrada oturmaz, otursa bile yüzünü örter, lokmalarını örtüsünün altından yer, ezik mahcup iki büklüm oturur, kafasını yerden kaldırmaz. Yaşlanıp torunları olsa bile bu davranışına devam eder. Üstelik kırk yıldır sesini sakladığı ve gelinlik yaptığı için kendisiyle övünür.

Zincirlerine hayranlık duyacak kadar, çaresiz bırakılmış, korkutulmuş, bırakın özgür olmayı, erkek otorite karşısında insan gibi hissetmekten bile vazgeçirilmiş olan kadının, bu davranışının Bronz Çağı'ndan değil, günümüz Anadolu'sundan olduğunu bilmek tüyler ürpertici…

Mustafa Kemal'in, memleketin içlerine doğru gittikçe, sesini duyduğu manzara tam olarak buydu. Sadece bir erkek gördüğü için yere kapanacak kadar korkan, kendini kat kat örtülere sararak saklanan kadının  yardım çığlığı. Mustafa Kemal’in emaneti olan kadınlara sahip çıkılamayan memleketimizde, şiddetli baskının sebep olduğu onbin yıllık davranışlara, sene 2023'te Anadolu'daki kadınlarda rastlamak hala mümkündür.

Dolayısıyla batı ülkelerindeki aydınlanma fikirlerini çok iyi etüd etmiş olan, aydınlanmacı yazarları ve onların izlediği yol haritasını iyi bilen Mustafa Kemal, aydınlanma fikrini tatbike, zaten aydınlanmış olanlardan değil, zifiri karanlığı yaşayan Anadolu'daki kasabalarından, köylerden, kadınlardan ve çocuklardan başlamıştı.

Kadınların kulağına 'Sen insan değilsin' diye fısıldayan tarikatları, tekkeleri, zaviyeleri kapatmış, okul eğitimine karşı çıkan, muskacı, büyücü, batıl zihniyetler ile kıran kırana savaşmıştı.

Mustafa Kemal, halkın içerisinde bulunduğu ahval ve vaziyeti  çok iyi tahlil edebiliyor ve halkın aydınlanması için, öncelikle aydınlanmanın önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini biliyordu. Ancak bu engeller bertaraf edildikten sonra bir okullaşma devrimi ile halka aydınlanmanın dili öğretilebilirdi. Çünkü bir halktan anlamadığı bir dili konuşmasını bekleyemeyiz.

Ülkelerin medeniyet yolunda, uzun vadede hep ileriye doğru gittiklerini varsaysak da, kısa vadede gerilemelerin de mümkün olduğunu biliyoruz. Öyle ki, Mustafa Kemal'in müthiş bir sıçrama ile bronz çağından alıp, modern devletler seviyesine taşıdığı kadın. Şimdilerde, bronz çağından kalma ilkel zihniyetlerin elinde ziyan olmaktadır.

Çocuk gelinlerin, okul hakkı elinden alınarak medreseye gönderilen kız çocuklarının, bakire olmadığı için katledilen genç kızların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Koca koca adamların kız çocuklarına nikâh kıydığı, pedofil zihniyetlerini dini örtüler ile maskeledikleri, çok eşli evliliklerin bilâperva konuşulduğu bir ülkede yaşadığımız gerçeği ile yüzleşmeliyiz.

Ve dolayısıyla bilmeliyiz ki, ülkemizin aydınlanma çağını, Ortaçağ'dan başlatmak lüksüne bile sahip değiliz. Ülkemizin aydınları ile halkın arasındaki uçurumun en dip noktası Bronz Çağı'na kadar iniyor. 

Sadece birbirimizi aydınlatmak fikri elbette daha konforludur ama, halkı karanlık çağda yaşayan bir ülkenin entelektüeli olmak, eninde sonunda vatansızlaştırır. Akıllılar arasında deli olmanın nasıl bir his olduğunu bilemem ama, deliler arasında akıllı kalmak taşınması çok zor bir yüktür.