Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Yaşlı erkeğin genç kız rüyası masal oldu

Europa'nın kaçırılması 

Fenike Kralı Agenor'un dünyalar güzeli kızı Europa, Sidon şehrinde, akşamın mavisi geceye kırılırken, defne kokularına, gümüş rengi ipeklere ve penceresinden odasına dolan, ılık Akdeniz meltemine sarılıp derin bir uykuya dalmıştı.

Rüzgârlı ay ışığında savrulan zeytin dallarının fısıltıları genç prensesin saçlarında dolanırken, uyku ile uyanıklık arasında, düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemediği bir rüya görmüştü.

Rüyâsında Asya kıtası ve ismini bilmediği başka bir kıta, iki genç delikanlının sûretine bürünmüşlerdi, bu gençlerin ikisi de, var güçleriyle prensesi baştan çıkarmaya uğraşıyorlardı.

Soluk soluğa uyanan prenses, gün boyu bir türlü anlam veremediği rüyânın tesirinden kurtulmak için, nedimeleriyle birlikte, Sidon'daki sahillerden birine gitmeye karar vermişti. Akdeniz'deki en büyük ticaret ve denizcilik merkezlerinden biri olan Sidon, aynı zamanda antik Fenike'nin en önemli şehir-devletlerinden biriydi.

 

The Rape ofEurope-Rembrandt -1632(kaynak:wikipedia)


Çiçek toplarken nedimeleri ile gülüşen Europa, Zeus'un kendisini uzaklardan izlediğinin ve ona ilk görüşte âşık olduğunun farkında değildi elbette. Zeus ise bir yandan aşk ile genç kızı izlerken, diğer yandan, hem kıskanç karısı Hera'ya yakalanmamanın, hem de masum prenses Europa'yı korkutmadan ona yaklaşmanın bir yolunu arıyordu.

Bir müddet düşündükten sonra, tanrı kral Zeus kararını vermişti. Tüyleri, gün yanığı beyaz, alnında gümüş bir koruması olan, ihtişamlı bir boğa suretine bürünecekti.

Akdeniz’in parlak gün ışığını, kum beyazı tüylerinden, alnındaki gümüşten ve yarım ay şeklindeki beyaz boynuzlarından yansıtan heybetli boğa, prenses Europa'yı adeta büyülemiş gibi kendisine doğru çekiyordu.

Önce nedimelere zararsız olduğunu gösteren boğa, Europa'nın da kendisine yaklaşmasına izin vermişti, ağzında çiğnediği kardelenlerin ilkbahar kokusu ve boğanın güzelliği Europa'yı kendinden geçirmişti, hiç düşünmeden, önünde diz çöken boğanın sırtına bindi.

Boğa, sırtına almayı başardığı prensesle birlikte süratle denize doğru koşmaya başladı. Nedimelerin feryad-ü figan sağa sola koşuşturmaları hiçbir işe yaramamıştı.

Boğa denize girdiğinde, deniz tanrısı Poseidon'un orduları su yüzeyine çıkmışlardı, yunusların üzerine binerek, denize dalıp çıkan su perisi nereidler ve deniz kabuklarına savaş sesleri üfleyen tritonlar, dalga sesleri eşliğinde süratle Kreta'ya doğru yola koyulmuşlardı.

Bu mitolojik hikâye, genç bir kadının topraklarından ve ailesinden zorla koparılıp, yaşlı tanrı erkeğe peşkeş çekilmesi midir, yoksa erkekler tarafından sıkça şiirlere ve masalsı hikâyelere konu edilen, yaşlı erkeğe ilk görüşte aşık olan genç kızın romantik hikâyesi midir bilinmez.

Ancak bu senaryonun hem günümüzde, hem de antik dönemlerde büyük bir iştah ile, erkek dünyası tarafından öyle olması arzulanan bir hikâye kalıbı olduğu kesin.

Yaşlı erkek, genç kızı başlarda zorlamak durumundadır, çünkü kız kendi isteği ile babası yaşındaki bu adamı kabul etmeyecektir; oyunlar, hileler, baskılar, mübah gösterilir. Ancak kız, aradan bir zaman geçince yaşlı adamın babacan tavırlarına, ona aldığı hediyelere ve cömertliğine daha fazla karşı koyamayıp, gencecik ve körpe vücûdu ile saçları ağarmış, cinselliğinin esamesi kalmamış adama, sonsuz bir bağlılık ile aşık olarak kendini teslim edecektir.

Hadi ordan!!! Dememek, gerçekten mümkün değil...

Bu adamların, kendi uydurdukları masala gerçekten inanıyor olmaları kabil mi?

Zamanla insan kendi uydurduğu yalana inanırmış derler. Senelerce romanlarda, filmlerde yaşlı zengin erkeğe methiyeler dizildi. Eski Türk filmlerinde, saçları ağarmış beyefendiler ile 16'sına yeni girmiş genç kızların hikâyeleri hiç de az rastlanır senaryolar değildir.

Yaşlı beyaz erkeklerin yatırımcı olarak iştirak ettikleri eski Amerikan ve Türk filmlerinde, yaşlı beyaz erkeği, çocuğu yaşındaki genç kızlarla sevgili olarak işleyen senaryolar utanç verici boyutlardadır.

Güzel ve Çirkin

Peki ya çocukluğumuzdan bu yana müzikaller eşliğinde izlediğimiz, sözde çocuk filmi olan 'Güzel ve Çirkin'; genç kız, ailenin borçlarına karşılık babası tarafından, çirkin ve yaşlı bir ucubeye satılmaz mı aslında?

Terk edilmiş sarayda, hizmetçiler eşliğinde korkulu günler yaşayıp, sonradan çaresizce çirkin yaşlı adama teslim olmaz mı?

Filmin sonunda kızcağızın gözyaşları ile ortadan kalkan büyü, zavallı çocuğun çaresizlikten kırılan karakterinden başka hiçbir şey değildir.

Onlarca yıldır izletilen filmde, hepimize canavar kralın aslında çok iyi adam olduğu, hepimizin ona acıması gerektiği fikri aşılanmaz mı?

Üstelik zavallı genç kızın, çaresiz babasına da üzülürüz, çünkü hikâye böyle yönlendirir seyirciyi. Yaşlı baba ve yaşlı koca sevgiye ihtiyacı olan masum yaratıklar olarak gösterilir.

Hatta genç kızın başlarda gösterdiği dik başlılık ve mukavemet hepimizi üzer, filmin sonunda canavarı sevmeye ikna olduğunda ve kendisini satan babasına koşarak sarıldığında, herkes mutlu bir son izlemiş olmanın derin huşusu içerisinde rahatlar.

Filmde sadece bir tane kurban vardır, o da zavallı çocuk kız. Hiçbir büyü ile değişmeyecek olanlar ise kızını satan baba, kendi çirkinliğine ve yaşına bakmadan genç kızı satın alarak evine hapseden yaşlı çirkin koca.

Bozulan büyü yaşlı iktidarsız çirkin kralı bir anda genç yakışıklı ve güçlü bir prense dönüştürmez, büyü sadece genç kızın kurtulma isteğini tamamen ortadan kaldırarak, artık kaçmaya çalışmayacağının garantisini verir.

Bu da yaşlı zengin erkeğin, yatırım yaptığı senaryoda görmek istediği sondur. Film Avrupa koşullarında büyüyen bir kız çocuğu için pek bir şey ifade etmeyebilir, ama 12 yaşında gelinlik giydirilerek babaları tarafından pedofil canavarlara satılan kız çocuklarının olduğu ülkemde, yaşlı bir adam ile genç bir kızın birlikteliğini normalize eden filmler, bizlere çok fazla şey ifade etmek zorundadır.

Fakat, böyle biline ki, her genç kadın elbette kendi yaşlarında genç bir delikanlı ile yatağını, sevgisini ve kalbini paylaşmayı, kral bile olsa, Zeus gibi yaşlı, kır saçlı iktidarsız bir adama tercih eder, kimse kendini kandırmasın. Hiçbir erkek sadece yaşlı ve paralı olduğu için tanrısal güçler ile donatılmaz. Ancak denilebilirki etrafta, körpe bir genç kızı, aksesuar gibi, milyonluk köstekli saatinin zincirine bağlayıp, özel dikim yeleğinin cebinde taşıyan bey amcalar ya da bey dedeler görmüyor değiliz.

Kötü haber! Bu genç kızların hiçbirinin, bu bey amcalara sergilediği muhabbetin adı aşk, sevgi ya da saygı değil. 

Zeus’un Düğünü

Kral Zeus'a dönelim. Tanrı Kral'ın kâtipleri tarafından yazılan hikâyede, Zeus, meşakkatli bir yolculuğun sonunda, kaçırdığı Prenses Europa ile Kreta'ya varır. Zeus'un yeniden, tanrı-insan suretine bürünerek Europa'ya görünmesinin vakti çoktan gelmiştir.

Geldiği yeni toprakların güzelliği ile büyülenen Prenses Europa, tanrı kral Zeus'u görünce, Poseidon'un askerlerini, deniz kabuklarına üflenen savaş sirenlerini ve bir boğanın sırtında denizlere savrularak, topraklarından zorla koparıldığını unutur.

Hemen oracıkta, görür görmez Zeus'un insan suretine âşık olur. Çift, Girit Adası'nın güneyinde kalan Gortyna'da, yaprakları hiç solmayan yeşil bir çınar ağacının altında evlenir.

Bu aşkın meyveleri ise Minos, Sarpedon ve Rhadamanthe adında üç erkek çocuktur. Farklı rivayetler olmakla birlikte, söylentilerden biri, şimdiki Avrupa'nın isminin, batıya gelen doğulu prenses Europa'dan alındığı yönündedir.


Kral Agenor bu mutlu aşk hikâyesine ikna olmamış olacak ki, Prenses Europa'nın kardeşlerini ve bu kardeşlerden biri olan Cadmus'u, güçlü ordular eşliğinde kız kardeşi Europa'yı aramak üzere, Girit topraklarına gönderir.

Erkek kardeşler ne hikmetse, kız kardeşlerini bulmakta başarılı olamazlar, zaten ihtimal ki esas amaç da bu değildir.

Ancak gittikleri toprakları kolonize ederler. Cadmus, Yunanistan'ın önemli şehir devletlerinden biri olan Thebai şehrini kurarak buranın kralı olur. Kral Cadmus, zorla kaçırılan kız kardeşini kurtaramamıştır, belki de bu sebeple bağımsızlığın, özgürlüğün ve kendi cinselliğini kontrol etmenin sembolü olan Artemis, güçlü Kral Cadmus'un torunu Actaeon'un felaketi olur.

Ataerkil Düzenin Avcılarını, Av'a Dönüştüren Artemis

Yetenekli ve genç avcı Actaeon, Thebai yakınlarında avlanırken, arkadaşlarından ve kendi kokusunu tanıyan köpeklerinden ayrılır. Ormanda dolaşırken, Artemis'in (Diana'nın) yıkandığı kutsal bir kaynağa rastlar. Actaeon, tanrıçanın ve onunla birlikte olan perilerin mahremiyetine girmiştir.

Mahremiyetine zarar verilen Artemis bu davranışı cezasız bırakmayacaktır, içerisinde yüzdüğü su damlacıklarını kullanarak, Actaeon'u bir geyiğe dönüştürür.

Actaeon avcı iken av konumuna indirgenmiştir, sahiplerinin kokusunu tanıyan köpekler, Actaeon'u bulurlar, ancak sahipleri geyik suretinde olduğu için onu parçalayarak öldürürler

İtalyan ressam Giuseppe Cesari, Louvre Müzesi'nde sergilenen 'Diana ve Actaeon' adlı baş-yapıtında, bu hikâyeyi bütün canlılığı ile tasvir ediyor. (kaynak:wikipedia)

Zeus'tan Actaeon’a Antik Dönem Erkeğinin Sivilizasyon Yolculuğu

Bu iki büyük ve dramatik hikâyeden çıkarılacak bir ders var mıdır bilinmez, ancak ilk hikâyede hayvan kılığına bürünen tanrı kral, genç bir kızı, kendisine hiç danışmadan, isteyip istemediğini sormadan, kaçırıp, tecavüz edip, çocuk doğurturken, ikinci hikâyede bağımsızlığını, özgürlüğünü ve mahremiyetini savunan bir kadın olan Tanrıça Artemis, kendi sınırlarını ihlal eden avcı erkeği, bir hayvana dönüştürerek, onun kendi av köpekleri tarafından parçalanmasına sebep olmuştur.

Mitolojik hikâye denilip geçilmemesi gerekir, bu hikâyeler esasen sivilizasyon yolunda dev adımlar atan antik dünyanın ilk yapı taşlarını, metaforlar ile işlenmiş hikâyeler aracılığıyla günümüze kadar taşımakta mahir bir başarı göstermiştir.

Her ne kadar ataerkil dünya, kadını kurban pozisyonunda tutmakta ve kendini sadece parası ve gücüyle kadına sahip olabilecek bir Zeus olarak ilan etme çabasında olsa da, antik Yunan'ın çok fazla gerisine düşen ataerkil dünyanın kılıçsız Zeusları, bu kaçınılmaz değişimin farkına eninde sonunda varmak zorunda kalacaklar.

Binlerce yıldır, cadı ilan edilerek lanetlenen, öldürülen, eğitimden ve öğrenmekten uzak tutularak kolu kanadı kırılan kadınlar, artık başlarını yerden kaldırdılar ve bu Zeus namzetlerinin karikatürize edilmiş kötü birer şakadan ibaret olduklarını uzun süre önce gördüler.

Bilinmesi gereken şu ki, her bir kadın, dünyanın bir yerlerinde, kendi kanatlarının kavgasını veriyor. Bir daha geri dönmemek üzere uçmayı başardıklarında, ne zorbalığınız, ne paranız, ne tel örgüleriniz, ne de duvarlarınız onları tutmaya yetmeyecek.