KERİM SADİ’NİN NÜFUS CÜZDANI ÜZERİNE
Kaynak :Tüstav Arşivi
Bu yazıyı yazarken büyük ölçüde TÜSTAV’ıninternet sayfasından yararlandım. Kitaplarının çoğu pdf formatında sitede var. Tavsiye ederim.
Vakfa bağışlanmış evrakının içinde Nüfus Cüzdanı da var. Türk solundaKerim Sadi adıyla tanıdığımız Marksist Yazar Ahmet Nevzat Cerrahlar olarak nüfusa kayıtlıdır. 1960’lardan sonra yazdığı kitapları A. Cerrahoğlu adıyla yayınlamıştır. Zafer Toprak Hoca kendisinden Cerrahoğlu diye bahsederdi.
Nüfus cüzdanını dikkatle inceledim.1941’de verilen cüzdan yenilenmiş: 19.9.1950 tarihinde. Yorumum şu: Kerim Sadi’nin Semiha Uzunhasan ile olan evliliği boşanma ile sonuçlanmış. Daha doğrusu Semiha Hanım tarafından terk edilmiş. Bence haklı nedenlerle. Semiha Hanım sürgünlerde hep yanında olmuş. Konya’da aldatılmış. Sonuçta 1950 sonbaharında Medeni hal değişikliği nedeniyle cüzdan yenilenmiş. Semiha Hanım aynı yıl Kemal Tahir ile evlenmiş.
Kerim Sadi’nin doğum tarihi 1900 veya 1902 olarak gösterilir. Bu bilgi nüfus cüzdanındaki 1312-1310 bilgileri ile çelişiyor.
Medeni hali bekar olarak kayıtlı. 13.2. 1962 tarihli ikinci evliliği Üsküdar Nüfus idaresi tarafından tescil edilmiş. Bildiğim kadarıyla ikinci eşi bir piyanist ama sonra ondan da boşanıyor. Kerim Sadi vefat ettiğinde evli değil ve çocuğu yok. (1977)
İlginç bir hatırlatma, Semiha Hanım’ın hem Kerim Sadi hem de Kemal Tahir ile mutlu evlilik fotoğrafları var. O da Moskova’da bulunmuş, TKP çevreleri ilişkisi erkek kardeşi üzerinden.
ZAFER TOPRAK’IN KERİM SADİ’Yİ GÖRMESİ
YER: HAKKI TARIK US KÜTÜPHANESİ
Zafer Toprak Hoca Mülkiye’den mezun olduktan sonra İngiltere’de yüksek lisans yapmıştı. Döndüğünde İktisat Fakültesinde Halil Sahillioğlu’nun yanında İktisat tarihi doktorasına başladı. Bu arada-kendi kullandığı terim ile- Boğaziçi Üniversitesinde “lektör” olarak atandı. Bu statü, Okutman, öğretim görevlisi karşılığı bir kadroyu ifade eder. Ben kendisini ilkkez doktorasını yeni bitirmiş genç bir akademisyen olarak gördüm. Bizim fakültede Ümit Yaşar Doğanay amfisinde.
Tarık Zafer Hocamız konferansa davet etmişti. Yıl:1981 idi. Konferans başlığı doktora tezi idi. Tezin Türkiye’de Milli İktisat başlığı ile yayınladığını hepimiz biliyoruz.
Zafer Toprak Hoca eski milletvekili ve gazeteci Hakkı Tarık Us vakfınca yönetilen kütüphaneye gidermiş. Ben de gittim. Özellikle meşrutiyet dönemi gazete kolleksiyonu çok iyiydi. Şimdilerde kütüphanedeki her şey Bayezit Devlet Kütüphanesine nakledilmiş durumda.
Bu kadar kıymetli envanterine rağmen pek kimsenin uğradığı bir yer değildi. Sadece hazinenin farkında olan ilgili okuyucular gelirdi.
Bir gün Zafer Hoca çalışırken, kütüphaneye zayıf, yaşlıca bir beyefendi gelmiş. Bu Kerim Sadi imiş. Kendisinden bahsederken Cerrahoğlu derdi. Bu son kullandığı müstear ismiydi.
Heyecanlanmış, Cerrahoğlu, Zafer Hocayı solculuk sınavından geçirmiş. Gazete resimlerindeki kişileri sormuş. Mesela İştirakçi Hilmi’yi göstererek “tanıyormusun bu adamı” diye sormuş. Soruyu doğru yanıtladığını yazdığı makalede sınavdan geçen talebe gururuyla anlatıyor Zafer Hoca.
Malum Zafer Toprak hocamızın kişisel tarihinde “solculuğu” vardı. Hatta TKP’li olarak anılmaktan hoşlanırdı. Bir TKP geleneği olan müstearisimle (Hakkı Onur) yazdığı birkaç makalesi de vardır.
Zafer Toprak Hoca’nın Kerim Sadi’yi gördüğü tarih 1976 olmalı. Bir yıl sonra öldü dediğine göre. Bu hoş karşılaşmaya Hoca’nın yazdığı “Aydınlıktan Katkıya Kerim Sadi’nin Türkiye’de Marksist Düşünceye Katkısı” makalesinde tesadüf ettim.
Ben Kerim Sadi’nin TKP’li olarak anılmasını çok anlamlı bulmuyorum. Partililiği gençlik yıllarındadır. Dr. Şefik Hüsnü döneminde. O bir Marksist idi. Bir entelektüeldi. Bir bibliomandı.
Zafer Bey’in konuşmalarındaki Cerrahoğlu vurgusunun arkasında Hakkı Tarık Us’takikarşılaşmanın heyecanı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Kerim Sadi-bu karşılaşmada- Türk sol tarihinin anıtlarından biri iken Zafer Hocamız henüz akademiye yeni girmiş bir doktora öğrencisi idi.
KERİM SADİ’NİN ELEŞTİRİ VE POLEMİKLERİ
Kerim Sadi’nin özellikleİnsaniyet Kütüphanesi başlığı altında yayınladığı birkaç fasikülden oluşan kitapçıkları hacimlerinin çok ötesinde etkiler yaratmıştır. Dönem: Atatürk Türkiyesi.
1960’larda sonra da kitap ve kitapçıklar yayınlamıştır.
Bu yazıda şimdilik ifade etmek istediğim şey, 1933 Darülfünun reformundan sonra kurulan İstanbul Üniversitesi’nin akademik kadrosu Kerim Sadi’nin yayınladıkları ile şiddetli taarruzuna hedef olmuştur.
Bunların içinde Türkiye’ye gelen yabancı hocalar da vardır .
Ayrıntıları başka bir yazıya bırakarak, hatırlatma notu olsun diye şu isimleri anabiliriz.
Prof. Gerhard Kessler, Hilmi Ziya Ülken, Vehbi Sarıdal, Mehmet Ali Ayni, Ahmet Haşim, Halide Edip Adıvar. Sadi Irmak gibi pek çok isim hakkında yazdı. Eleştirdi. Ağır bireleştiri yazısını da 60’larda Fuat Köprülü’nün tarihçiliği hakkında yayınlayacaktır.
Beni epey hoşnut eden iki kitapçığındansöz etmek isterdim: Birinci, Kessler’eReddiye: Anti-Antimarksizm, öbürü de Fuat Köprülü’yü yerden yere vurduğu “Tarih Anlayışı Olmayan tarihçi :Fuat Köprülü” risalesi. Buson risale 40 sayfalık bir yayın ve tarihi 1964. Risalenin yayınladığı tarihte eğer yaşıyor olsaydı benim dışımda bir de Ali Emiri Efendi hoşnut olurdu bu kitapçıktan.
Kerim Sadi Kitaplarından örnekler
60’LARDA SOSYALİZM ALGISI
60’larda herkesin kendisini sosyalizm ile ilişkili gördüğü, Yakup Kadri’nin bile kalben sosyalist olduğunu söylediği bir ortam var. Zekat vermeyi sosyalizm sananlar olduğunu belirten Kerim Sadi sosyalizmin solidarizm olmadığını özellikle belirtiyor. Leon Blum gibi (30’larda Fransız sosyalist partisi lideri) gerçekte kapitalist düzenin muhafızı siyasetçilerin sosyalizm adına konuşamayacaklarını söylüyor.
Sosyalizm kavramının geçtiği her yayının “Hasan Paşa fırınından çıkan taze börek gibi kapış kapış gittiğini” ama içeriğinin bomboş olduğunu söylüyor. Kerim Sadi’nin sözleri ile, 60’lardakantite artmış, kalite düşmüş.
TİP VE YÖN’E DAİR
Türkiye tarihindeiki sol hareket dikkat çekici: 30’larda Şevket Süreyya Aydemir önderliğinde Kadro Hareketi diğeri 60’larda Milli Demokratik Devrim çizgisi.Kadro, İnkılap ve Kadro konferansından başlayarak, Kemalizme bir üçüncü dünya sosyalizmi rengi vermek istemişti.
Bu çizginin entelektüelolarak varlığına izin verildi ama, partide egemen olmasına değil.
Benzer bir hareket 60’larda Yön Bildirisinin yayınlanması ile başladı. Sonra dergiye dönüştü. Yön, Kadro’nun 30 yıl sonra yeniden doğuşu idi.
Bu hareket de soldan bir yorumdu. MDD’ciler kendi “devrimlerinin” sınıf temelini Zinde Kuvvetlerde görüyorlardı. MDD, Kemalizmi soldan tamamlama misyonunu Türkiye’nin aydınlarına yüklüyordu.
Bu sınıf, Marksist literatürün küçük burjuva sınıfı olarak tanımladığı sınıftı. Kerim Sadi, bu sınıf perspektifini Marksist bulmuyor eleştiriyordu. Dolayısıyla Yöncülerle gerçek anlamda fikri bir yakınlaşması olmadı.
Doğan Avcıoğlu etrafındaki “devrimci ekip”, Kerim Sadi’ye hürmette kusur edilememesi gereken eski kuşak bir sosyalist gözüyle bakıyordu. Kendi devrimlerinin stratejisi ile ilgili görmüyorlardı.
TİP’e gelince, Kerim Sadi’nin TİP’e girmesi beklenirdi. Ama girmedi. TİP’in sınıf tabanını, örgüt ve önderliğini sosyalist teori açından sorunlu buluyordu.
Netice itibariyle, Kerim Sadi 60’larda ne Aybar’ın TİP’i, ne de Avcıoğlu’nun “zinde kuvvetler tezinin” yanında bir duruş sergilemedi.
ATATÜRK VE SOSYALİZM
60’larda hummalı bir Atatürk’ü sosyalist yapma faaliyetinden söz edebiliriz. Bunu Atatürk devrimlerinden sola dair bir şeyler çıkarma gayreti olarak yorumlamak daha doğru olur.
Kerim Sadi, PapirusDergisi mülakatında konu açılınca, Atatürk ile sosyalizmin alakası hakkında bir şey söyleyebilmek için sosyalist teorive iktisadi doktrinler açısından bağlantılar tespit etmek gerekir diye başlamıştı.
Örneğin, okuduğu kitaplarda, aldığı notlar ve işaretlerde, düşünce formasyonunda, çalıştığı hükümet adamlarının memleket meselelerine yaklaşımlarında, fikir alışverişlerindeiçerik önemliydi. Doğru bir saptama yapabilmek için; bunların analizinin yapılması gerektiğini düşünüyor Kerim Sadi.
Mektuplarındaki düşünceler, dünyadaki sosyalist partiler karşısında CHP’nin konumunun irdelenmesi gereğini özellikle vurguluyor mülakatta.
Bir de Atatürk’ün vasiyetnamesi ve terekesinin incelenmesi, ferdi mülkiyet ve miras anlayışının tespit edilmesi gereğine temas ediyor. Atatürk’ün bir devlet ve siyaset adamı olarak tarihteki yerinin doğru tanımlanabilmesinin ancak böyle olabileceğini dile getiriyor konuşmasında.
Sözlerinden Atatürk devrimlerinden sosyalizm çıkarma çabalarını fazla zorlama (aslında afaki) bulduğu anlaşılıyor. Bu görüşüne ben de katılıyorum.
CHP’nin Atatürk’ün sağlığında Avrupa Radikal sol partiler ittifakında gözlemci olarak bulunduğunu hatırlayalım. Bu bir platformdu. Radikal sözcüğü aristokrasi ve ruhban karşıtlığı anlamına geliyordu. Bu da 30’larAvrupasındaen fazla laik cumhuriyetçi sosyal demokrat partiler ittifakı demekti. Önderliğini Fransız RadikalSosyalist Parti lideri EdouardHerriot yürütüyordu. Bulunduğu siyasal konum aslında Fransız Sosyalist Partisinin sağındaydı.
1950 AF KANUNU VE HİKMET KIVILCIMLI’NIN YAZISINDAN ÇIKARDIĞIM SONUÇ
Kerim Sadi’nin yazı hayatının 50.yılı münasebetiyle çıkarılan jübile kitabında görüş alınan yazarlardan biri de Dr. Hikmet Kıvılcımlı.
30’larda Hikmet Kıvılcımlı meşhur “Marksizm kalpazanları kimlerdir?” başlığı altında bir kitap çıkarmıştı. Burada hücum ettiği iki kişi var. Biri Nazım Hikmet öteki Kerim Sadi.
Dr. Hikmet bu kitapta ikisini dealaya alıyor. Özellikle Nazım’ı paşazade kökenleri nedeniyle küçümsüyor. Kerim Sadi ise Askeri Tıbbıyeden arkadaşı. Onu da okuldaki başarısızlığını hatırlatarak utandırıyor. Kıvılcımlı bu okuldan ünlü psikiyatri hekimleri Prof. Rasim Adasal ve Fahrettin Kerim Gökay’ın da arkadaşı.
O sıralarda Nazım Stalin döneminde “Sovyet demokrasisi” başlığı altında bir broşür yayınlamakla meşgul. Kerim Sadi ise Kıvılcımlı’ya reddiye mahiyetinde Marks-Engels -Lenin Enstitülerine Açık mektup başlığı altında bir kitap çıkaracak. Bunların hepsi 30’ların Atatürk Türkiyesinde gerçekleşiyor.
Sonra malum, Nazım, Kıvılcımlı ve Kemal Tahir-Mareşalin ve Şükrü Kaya’nın gayretleri ile ağır cezalara çarptırılıyorlar. Atatürk’ün vefatına yakın tarihlerde. Bir süre Çankırı Cezaevinde birlikte mahpusluk hayatları var. Çankırı Cezaevi resimlerinde durum düzelmiş gibi görünüyorsa da gene de eski kırgınlıkların izlerini ben hissediyorum. Lütfen resimleri sizler de inceleyin. Bir mesafe-bir soğukluk var. Sonra Nazım Bursa’da, Kıvılcımlı Çorum dahil birçok Anadolu şehrinde cezaevinde yattı. 1950 affında Kırşehir cezaevinden tahliye oldu.
Savaş yıllarında cezası infaz edilirken bulunduğu Anadolu şehirlerinde devletimiz kendisinden doktorluk yapmasını talep etmiş. Vatan hizmeti babında. O da kabul etmiş.
Dr. Kıvılcımlı’nın Osman Bölükbaşı ve Erol Güngör’ü o yıllardan tanıdığını anlıyoruz. Herhalde Kırşehir cezaevi yılları olmalı. Kendisine muayene olmaya gelmişler.
1950’de genel af yasası çıktı. Fakat komünistler affedilmediler. Onlara özel bir rejim uygulandı. Cezalarında belli bir oranda indirim yapılarak tahliye edildiler. Nazım için yapılan ay gün hesabını hatırlıyorum. Nazım Hikmet düşmanı Demokrat Parti milletvekilleriTBMM genel kurulunda özelikle onun tahliyeolmaması için epey mücadele verdiler. Sonra da yapmadıkları kalmadı.
15 Temmuz 1950 Nazım’ın tahliye tarihidir. Genellikle onun tahliyesi menkıbevi bir şekilde anlatılır. Oysa aynı kanunla Dr. Kıvılcımlı, Kemal Tahir de bırakılmıştır. Sadece Şevket Süreyya’nın Nazım’ı Vala Nurettin’in evinde ziyareti anlatılır.
Kemal Tahir, çıkar çıkmaz Semiha Hanım’ın Aksaray’daki evine koşa koşa gitti ve hemen evlendiler. Hapisten çıkan Kıvılcımlı Piraye’nin Altunizade’deki ahşap evine gitti. Çarkırı’da kendisine emanet ettiği defterlerini istedi. Pirayenin defterleri iyi muhafaza ettiğini görünce çok sevindi.
Kerim Sadiise 40’larda hep sürgündedir. Mahpus değildir. Semiha Hanım yanındadır. Hükümet onu Anadolu şehirlerine sürgün etmiştir.
Kerim Sadi resimleri Kaynak: Tüstav arşivi
TARİHİ BULUŞMA ÇOCUKSU SEVİNÇ
Bu arada Kıvılcımlı’nınyazdıklarından 30’larda birbirini epey hırpalamış olan üç silahşörlerin (kendisi öyle diyor) tahliyeden sonra buluştukları anlaşılıyor. Üç silahşörler: Dr. Hikmet, Nazım, Kerim Sadi.
Kıvılcımlı, Kerim Sadi jübile kitabına verdiği mülakatta “çocuksu şen kahkahalarla nasıl kucaklaştıklardan söz ediyor” Birbirlerini yaraladıkları kadar sevmeyi de öğrendiklerini söylüyor.
60’ların genç sosyalistlerine de, kin ve kan davasıyerine eski tüfeklerin kardeşlik mayasını örnek almalarını öğütlüyor.Bu keyifli buluşmanın (Kerim Sadi, Kıvılcımlı ve Nazım) 1950 sonbaharında gerçekleşmiş olabileceğini tahmin ediyorum.
Kerim Sadi için 50. Yıl kitabı
PAPİRUS DERGİSİNDE YAYINLANAN KERİM SADİ MÜLAKATI
1961 Anayasasının sağladığı göreli özgürlük ortamı, 50’lerin ağır MacCartizm koşulları altında nefes aldırılmayan sol düşüncenin gelişmesine imkan sağladı.
TİP’inkurulması ve meclise girmesi, Yön Dergisinin yayına başlaması 50’lerde tasavvur edilebilecek şeyler değildi. Sosyalizm, seçimlerde aldığı %3 oyun çok üstünde bir etkinlik alanına ulaştı.
Siyasal düşünce egemenliği sola/sosyalizme geçti. Yaşar Kemal’in, eski Baro Başkanlarından Turgut Kazan’ın, Murat Sarıca Hocamın TİP’in kurucu kadrolarında yer aldığını hatırlatırım.
Bu ortamda, 20’lerin TKP nostaljisine dönülmüştü. Eski tüfeklerle görüşülmeye onlarla mülakatlar yapılmaya ve yayınlanmaya başlandı. Mesela Milliyet Sanat geniş bir Şevket Süreyya mülakatı yayınladı.
Daha erken bir tarihte, Papirus Dergisi (1968) Kerim Sadi ile mülakat yaptı ve yayınladı. Bu görüşme Jübile kitabının birinci bölümünü oluşturacaktır.
Bu kitap onun yazı hayatının 50. Yılı münasebetiyle düşünülmüştü. Görüşmeyi Mustafa Baydar yapmıştı. Epey keyifli bir görüşme. Aşağı yukarı Türkiye tarihinin son 100 yılının ele alındığı bir konuşma olmuş.
O tarihte Kerim Sadi Kuzguncukta oturuyor. Kanepelerin altlarındanbile kitaplar taşıyor. Kerim Sadi sadece okuyan yazan bir entelektüel değil aynı zamanda bir biblioman. Değerli kitapları topluyor. Kişisel bir koleksiyonu var.
Kitaplığında mülakatçıyı etkileyen nadir kitapların varlığı hissediliyor. Örneğin müteferrika baskısı iki ciltlik Naima Tarihi, orijinal cildinde muhafaza altına alınmış; üzerinde daha önceki sahibinin Darüssaade Ağası olduğunu gösteren bir mühür var.
Diderot’un 18. Yüzyıl düşünce temelini oluşturan Ansiklopedisinin ilk baskıları, AnatoleFrance’ın 25 ciltlik külliyatı, Alman şairi Heine’nin basılmış ilk kitapları hepsi dolaplardan raflardan hatta kanepe altlarından ispat-ı vücut ediyorlar.
Mülakatçının anlatımından Kerim Sadi’nin nasılbir kitap kurdu olduğunu anlamak mümkün.
Çok kuvvetli bir polemikçi olan Kerim Sadi ile ilgili olarak Nizamettin Nafiz Tepedelenlioğlu’nun (O da KUTV’de bulunmuştu) şu sözü önemli. “O adamla tartışmaya girmeyin. Adam ekmek değil kitap yiyor.” Nizamettin Nazif gibi herkesle çok kolayçatışmaya girebilen birinin bunu söylemesi önemli bir kriter.
Mülakatta bir kaç nokta daha esaslı ele alınmış. Örneğin Sosyalizm düşüncesinin Türkiye’ye girişi.
Türkiye sol tarihini üç devreye ayırıyor Cerrahoğlu. Sosyalizmin 1848 komününden beri bilindiğini; Namık Kemal ve arkadaşlarının, Şemsettin Sami’nin, Ahmet Mithat Efendi’nin Birinci Enternasyonal ’den haberdar olduklarından söz ediyor.
İkinci meşrutiyette sosyalizm daha ziyade Fransız etkisi altında. Jean Jauresbelirleyici bir siyasi aktör.
1917 Ekim Devrimi çok önemli bir kırılma eşiği oluşturuyor.Türkiye ve Dünya solu açısından.Kerim Sadi kendisinin de içinde bulunduğu kuşağın ideolojik ve politik birikiminin kaynağı olarak Ekim devrimini görüyor. Bu dönemi bilimsel sosyalizm dönemi olarak tanımlıyor.
KERİM SADİ’NİN SOSYALİSTLİĞİ
Kerim Sadi’nin 30’larda İnsaniyet Kütüphanesi yayınlarında çıkardığı kitapçıklar ve 27 Mayıs’tan sonra yayınladığı Sosyalizm Tarihinde Ünlü Düşünürler Ansiklopedisi, (5 cilt) Türkiye’de Sosyalizm (3 cilt) ve Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine katkı kitapları vardır. Bu yayınlarındaki düşünceleri ile ilgili ayrı bir yazı yazmak düşüncesinde olduğumu bir kez daha ifade etmek isterim.
Bu arada, yazdıkları ve söyledikleriyle birçok kişinin tepkisini çektiği kesin. Eleştiri ve polemiklerindeki sertliğe rağmen-Nazım, Kıvılcımlı, Kemal Tahir ve diğerleriyle karşılaştırıldığında- başının çok fazla belaya girdiği söylenemez. Arkadaşları uzun süreli hapis cezaları almalarına rağmen Kerim Sadi hep sürgün edilmiştir. Kitapları toplatılmıştır. Örneğin İçişleri Bakanı ŞükrüKaya’nın Manifestoyu toplatması gibi. Üstelik de kendisi de bazı kitapları çevirmiş ve yayınlamış biri olmasına rağmen.
Kerim Sadi, Aziz Nesinle Bursa’da, A. Kadir ve Kemal Sülker’le Konya’da sürgün arkadaşlığı yaptı. Sürgünlerinde çoğunlukla eşi yanında idi.
Sürgüne o zamanlar verilen ad: menfa cezası. Osmanlı’dan beri var olan bir uygulama. Bir vilayette belli bir süre ile zorunlu olarak ikamet etmek anlamına geliyor.
Soğuk savaşın ve Amerikancılığın zirvede olduğu 50’li yıllarda sessizliğe bürünmüş, kitap okumuş ve yazmış. 60’ların başındaki yayınları 50’lerde biriktirdikleri olmalı.
Marksizmle tanışması Haydarpaşa Askeri Tıbbiyesinde olmuş. (Tıp Fakültesi) Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile buradan arkadaşlar.
20’lerde TKP aracılığı ile Moskova KUTV üniversitesine gitmiş, (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) iki yıl kadar orada eğitim görmüş, Ama oradaki öğrenciliğine dair bir bilgiye tesadüf etmedim. Örneğin Vala Nurettin’in “Bu Dünya’dan Nazım Geçti” kitabında oradaki öğrencilik hayatına ilişkin oldukça geniş bir bölüm vardır. Şevket Süreyya’nın attığı nutuklardan, Nazım’ın derslerden kaytaran öğrenciliğinden, Troçki’nin gelişinden, diğer öğrencilerden bahseder. Ama doğrudan Kerim Sadi’den bahseden bir pasaj hatırlamıyorum.
Döndükten sonra, Takriri Sükun dönemine kadar erken cumhuriyetin “serbesti ortamında gençlik çağı yazılarını yazmış: Aydınlık’ta. Bu dönemde kendisinden TKP’li olarak söz etmemiz mümkündür.
İkinci kez yurtdışına çıkışı, Dr. Şefik Hüsnü Deymer ile birliktedir. İki yıl kadar Fransa’da bulunmuş.
Kemalizmin gücünü iyice pekiştirdiği dönemde Nazımla birlikte Zekeriya Sertel’in Resimli Ay Mecmuasında çalışmış. 6 sayfalık “Ansiklopedideki Vahşi” öyküsünü bu arada yayınlamış. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim bu öyküyü.
Kerim Sadi’nin TKP çevresinde olmakla birlikte, “teşkilatta sorun çıkaran bir bir sima” olarak görüldüğünden eminim. Parti ile ilişkisi bence Nazım’ınkinden bile kötü. O’nu bir partiliden ziyade kimseden sözünü sakınmayan bir Marksist düşünür olarak tanımlamak daha doğru olur.
30 ların ve 50’lerin“ komünist tevkifatlarında” onun ismini görmüyoruz. Mahkumlar arasında yok.
Kerim Sadi, devletin izlediği, ama çok fazla dokunmadığı, sol-sosyalist çevrelerde yazdıkları okunması gereken amayakın ilişki kurulması pek tercih edilmeyen bir düşünce adamı olarak görülmüş. Bu aktivizm eksikliği onun “pasifistlikle” suçlanmasına neden olmuş genellikle. Bilinen, tanınan, ama kimselerin fazla yakın olmadığı bir Marksistir o.
Çok Okunanlar
Santorini Yanardağı patlarsa ne olur? En son ne zaman patladı?
Teğmenler 'Poz' vermedi!..
Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmenin detaylarını anlattı...
Anket sonuçlarında dikkat çeken sonuç!
BEDAŞ 5 Şubat'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Meteoroloji ve AKOM'dan peş peşe uyarı! İkinci kar ne zaman yağacak?
Çetenin kilit isimlerinden Turan Yıldırım nasıl kaçırıldı? Film gibi operasyon..
Skandala imza atan Kanye West ve Bianca'nın konuşmaları deşifre edildi
İşte O Komutan!..
Mansur Yavaş ile ilgili dikkat çeken ön seçim iddiası