Mısır Apartmanının bana hatırlattıkları
Taksim’den Tünel’e doğru giderken Mısır Apartmanını her gördüğümde bir kaç şey aklıma düşer. Atatürk’ü düşünürüm genç bir general olarak. Diş hekimi Sami Günzberg’in muayenehanesine gelmiş. Günzberg çok ünlü bir diş hekimi. Onun hastası olmayan yok gibi. Atatürk Şah Pehlevi’yi Dr. Günzberg’e tedaviye götürmüş, 1934’te Türkiye’ye geldiği zaman. Üç İstanbul’un yazarı Mithat Cemal Kuntay’ı hatırlarım. Uzun süre orada oturmuş. Eski Meclis başkanlarımızdan Hüsamettin Cindoruk’un çalışma ofisi de orada.
Bir de bu apartmandan çıkarılan bir cenaze aklıma düşer. 1936 Aralık ayında. Bu Mehmet Akif Ersoy’dur. Küskün ayrıldığı ülkesine ağır hasta olarak dönmüş ve bu apartmanda hayata veda etmiştir.
Akif neden gitti? Nasıl döndü?
Mehmet Akif bağımsızlık savaşımızın sembolü İstiklal marşımızın yazarıdır. Birinci mecliste Burdur milletvekilidir. Hakkında her hangi bir adli takibat yapılmamış olmasına rağmen ülkesini terk etmesinin temel nedeni Türk Devrimidir.
Akif, Takrir-i Sükun Kanunundan sonra gittiği Mısır’da dostu ve hamisi Abbas Halim Paşa’nın tüm ihtimamına rağmen sıla hasreti içinde, mutsuz bir hayat yaşamıştır. Dönüşünde, bir süre Şişli Şifa Yurdunda tedavi altına tutulmuş, tebdili hava olsun diye Alemdağında Baltazzi Çiftliğinde bir süre kalmıştır. Çiftlik yine Abbas Halim Paşa’ya aittir. Durumu ağırlaşınca, tekrar şehre getirilmiştir. Tedavisine Mısır Apartmanında devam edilmiş, burada vefat etmiştir.
Cenazesi üzerine yaratılan algı
Sağ cenahta Akif’in cenazesi üzerinden yaratılmış bir algı vardır. Bir tek parti zulümleri edebiyatı vardır Türkiye’de. Burada sadece iki örnekten kısaca söz edeceğim.
Bu literatüre göre, örneğin haksız bir şekilde emekliye sev edilen Fevzi Paşa vefat ettiğinde radyo müzik yayınına devam etmiş; devlet mareşale sahiplenmemiştir. Milliyetçi ve muhafazar büyük bir kitle adeta bir sel halinde mareşali omuzlarda Eyüp Sultan’a kadar götürmüş, defnetmiştir. İsmet Paşa da kısa bir süre sonra milli irade tarafından cezalandırılmış, iktidardan düşmüştür. Milletin kutsallarına önem vermeyen CHP o gün bugündür iktidar yüzü görmemektedir.
Bir başka muhafazakar söylence Mehmet Akif’le ilgilidir. Cenazesi kimsesiz bir şekilde Bayezit Camii’ne getirilmiş, üniversite öğrencilerinin durumu farketmesiyle milli bir galeyan halinde şairimiz Edirnekapı şehitliğinde toprağa verilmiştir. Tek parti onu önemsizleştirmeye çalışmış, ama millet sahip çıkmıştır.
Bu kurguların ikisinde de abartı tarafı gerçeğin çok üstündedir. Bir kere Fevzi Paşa, emekliye ayrılmasından sonra İsmet Paşa’ya düşmanca bir tutum takınmış, bütün münasebetini kesmiştir. Demokratlar tarafından istismar edilmiş, en sonunda bütün karşıdevrimcilerin bir araya geldiği Millet Partisinin fahri başkanlığını kabul etmiştir. Fevzi Paşa, 1950 baharında İnönü karşıtı cephenin sembolü olmuştur. Pek yakında yapılacak şeçimde (1950) Fevzi Paşa, Millet Partisi’nin, İnönü, CHP’nin adayıdır. İktidarın tutumunu bu gerçeğin ışığında değerlendirmek gerekir.
Mehmet Akif meselesine gelince, rejimin kendisi ile ilgili bir derdi yoktur. Ama Akif’in içten içe sürdürdüğü rejimle ilgili bir derdi vardır. Açıktan bir cephe alma söz konusu değildir ama, küskünlük, kırgınlık vardır.
Mehmet Akif’e Kuran Tercümesi işinin verilmesi
Akif, meşrutiyette mebusan meclisi üyesi değildi. Birinci Meclis üyeliği Mustafa Kemal Paşa’nın tavassutu ile sonradan gerçekleşmişti. Aktif bir parlamenterlik hayatı olmamıştır. Gazi, kendisine sadık - Hoca Rasih Kaplan, Hoca Esat Efendi gibi ilmiyeli mebusları- İkinci meclise aday gösterdi. Seçilenler arasında Kemalist grupta yer almış 10 kadar ulemadan aday vardır. Ama, Mehmet Akif yoktur. Bununla birlikte, TBMM kararı ile kendisine çok önemli bir görev verilmiştir. Kur’anın Türkçeye tercümesi. Teklif Börekçizade’nin başında bulunduğu Diyanet tarafından resmen kendisine iletilmiştir. Teklifi götüren Ahmet Hamdi Akseki’dir. Akif, Kur’an’ın tefsir ve meali işinin Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a verilmesi şartıyla Türkçeleştirme işini kabul etmiştir.
Akif’in tercümesinin akıbeti
Bilindiği gibi Yazır’ın tefsiri “Hak Dini Kuran Dili” başlığıyla yayınlanmıştır. Akif’in tercümesinin akıbeti ise malumdur. İmha edilmiştir. Olayı şöyle yorumlamak mümkündür. Cumhuriyet devriminden sonra muhafazakar mütefekkirler rejim karşısında ikiye bölünmüştür. Börekçizade, Yaltkaya, Akseki rejimin diyanet teşkilatında görev almışlardır. İzmirli İsmail Hakkı Bey de İslam tetkikleri Enstitüsünde teklif edilen görevi kabul etmiş, Ord. Prof. Olmuştur.
Bir de meşrutiyetten beri aynı çevrede yer almış, cumhuriyetten sonra herhangi bir memuriyeti, resmi bir vazifesi olmayanlar vardır. Kamu görevi olanlar, ikinci kesimi dolaylı bir şekilde kollamıştır. Akif’e tercüme işinin, Elmalılı’ya tefsir işinin havale edilmesini sağlayan kökeni eskiye dayanan arkadaşlık hukukudur.
Akif Türkiye’de başladığı ve Mısır’da üzerinde çalışmaya devam ettiği Kur’an tercümesini ülkeye dönmesine yakın bitirmişti. Bu yaklaşık olarak 10 yıllık bir fikri mesai anlamına gelir.
Fakat Akif’in çok özlediği ülkesinde kendisini tedirgin eden başka gelişmeler olmaktaydı. Ezan ve kametin Türkçe okunmaya başlamasından sonra, ibadetinde (namaz surelerinin de) Türkçe yapılacağına dair söylentiler vardır. Bu hiçbir zaman uygulamaya girmemiş bir düşünce olmakla birlikte, Atatürk bir Türk islamı yaratmak istemiştir kanımca. İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi, Türklerin dinini Arap kültür dairesinden çıkartmak, milli devletin milli dini haline getirmekti bence.
Bu, iyi ahlak, iyi yurttaşlık temelinde İslam’da Türk Protestanlığı düşüncesi olarak yorumlanabilir. Cumhuriyet hükümeti, İstanbul Üniversitesinde İslam Tetkikleri Enstitüsü kurmakla bunu amaçlamıştır. Hedef , İslamda reformdur. Daha açık bir ifade ile Türk islamıdır. Bu konuda Fuat Köprülü’nün camilere- kiliselerde olduğu gibi- sıralar konulması ve ibadet için Türkçeleştirilmiş matbu sureler kullanılması gibi dikkate alınmayan önerileri de olmuştu.
O yıllardaki Diyanet yayınlarına bakıldığında Türkler için milli bir islam arayışı açıkça görülür. Bunlar düşünce düzeyinde kalsa da suskun İslamcı cenahta büyük tedirginlik yaratmıştır. Günümüzde “Türkçe ezan zulmü” denilen dönem böyle başlamıştır. Türk Devrimi Türklere anadilde ibadeti bir seçenek olarak gündeme getirince, günümüze kadar devam eden infial başlamıştır. Ne İlginçtir ki namaza davet çağrısı olan ezanın Arapça okunması günümüzde İslamın temel bir rüknü olarak algılanmaktadır. Mütedeyyinlere göre Arapça İslamın vazgeçilmez parçasıdır. Akif ezanda sonra namaz surelerinin de Türkçe okunması ihtimali karşısında tedirgin olur. Yıllarca uğraşarak tamamladığı Kuran tercümesinin namazda kullanılma ihtimali onu dehşete düşürür.
Hastalık ve memleket hasretiyle ülkesine dönerken Mehmet İhsan Efendi’ye (CHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası) şunu söyler: “Eğer dönebilirsem üzerinde biraz daha birlikte çalışırız. Dönemezsem tercümeyi yak!..” Akif, İstanbul’da yakın çevresinden büyük ihtimam görür. Ama şifa bulamaz. Abbas Halim Paşa’nın Mısır Apartmanında hayata veda eder.
Kahire’de uzun yıllardır, teoloji, Arap ve Türk Dili hocalığı yapmakta olan Yozgatlı İhsan Efendi, Akif’in eseri imha “vasiyetini” yerine getirmek istemez. Hatta kendi el yazısı ile istinsah eder . Bir kopyasını daha çıkarır. Oğlu Ekmeleddin’e,-kendi vefatından sonra yerine getirilmek üzere- Akif’in vasiyetini söyler. Kaynaklar, Akif tercümesinin son dönem Osmanlı şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin- O da 150’liklerdendi- oğlu İbrahim’in telkinleri ile yakıldığına işaret ediyor. Muhtemelen 60’lar gibi çok geç bir tarihte.
Akif ve İttihat ve Terakki
Meşrutiyet devriminden sonra ortaya çıkan düşünce ortamında iki önemli dergi vardır. Çok sayıda gazetenin yanında. İslamcı çevrelerin yayın organı Sırat-ı Müstakim, Türkçülerin yayın organı Türk Yurdu. Akif’in başyazar olduğu Sırat-ı Müstakim daha sonra Sebirürreşat adını alacaktır.
Akif, husumet derecesinde Abdülhamit ve istibdat karşıtı olduğundan İttihat ve Terakki çevresi içinde yer alır. Ancak bu partizan bir İttihatçılık değildir. Akif İttihatçılarla çok yakın bir ilişki içinde olmamakla birlikte, devlet İttihatçıların elinde olduğundan teklif edilen memuriyetleri kabul eder. Darülfünunda ve derneklerde dersler ve konferanslar verir. Sultan Reşat devrinde Din İşleri Yüksek Kurulunda (Darül Hikmeti İslamiye) resmi bir görevi olacaktır. Bu sıralarda İttihat ve Terakki, Türkçülük, İslamcılık ve Osmanlıcık siyasetleri arasında gel-gitler yaşamaktadır.
Garpçılık Türkçülük ve biyolojik materyalizm karşısında Akif
Meşrutiyet, siyasi bakımdan söz derece hummalı çatışmaların yaşandığı bir dönem olmuştur. Düşünce hayatında da Jön Türk devrimi ile İttihakı ve Terakki semsiyesi altında kendine yer bulan pek çok düşünce akımı kısa sürede tefrikaya düşer. Derin fay hatları ortaya çıkar.
Tevfik Fikret, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri ileri gibi düşünce adamları İslamcılık düşüncesine karşıdırlar. Onlara göre ‘’İslam Mani-i Terakkidir’’ Mehmet Akif onlarla karşı karşıya gelir. Türkçülere, Garpçılara cevap “İslamda Davayı Kavmiyet Yoktur” başlıklı bir risale ile dostu Babanzade Ahmet Naim’den gelir.
Ama asıl rakip, Savaşın humması arttıkça Türkçülük, Pan-Türkçülük olacaktır. Sebirürreşat çevresi ile Türk Ocakları arasındaki meşrutiyetin başındaki geçişkenlik zaman içinde kaybolacak ve yollar ayrılacaktır.
Akif Berlin’de Hilal Ordugahında
Dünya Savaşı ile birlikte müttefikimiz Almanya İtilaf cephesinden Müslüman esirler alır. Bunların önemli bir kısmı Çarlık Rusya ordusunda çarpışmak zorunda kalan Türkler ve Tatarlardır. İngiliz ve Fransız ordularında, Senegalliler ve Hint Müslümanları vardır.
Bunlar için Berlin’de büyük bir esir kampı oluşturulur. Bu kamplara esirlerin Müslümanlığına izafeten Hilal Ordugahları adı verilir. Bu kamplar bir çeşit misafirhane olarak takdim edilmeye çalışılır. Belki de bu askerleri uyruğu oldukları devletlere karşı savaştırma düşüncesi bile olabilir. Osmanlı hükümetinden bu askerlere telkinde bulunmak üzere bir heyet istenir. Sirkeci’den kalkan bir trenle Mehmet Akif ve arkadaşları Berlin’e giderler. Uzun süre bu esir askerlerin arasında kalırlar .Dini ve milli konuşmalar yapılır. Hutbeler okunur. Vaazlar verilir. İslam dayanışması (uhuvvet-i İslamiye) ve esir Türkler belli başlı temalardır.
Akif Teşkilatı Mahsusa ajanlarıyla birlikte Arap Çöllerinde
Enver Paşaya bağlı Teşkilatı Mahsusa ajanları (o zamanın özel harp dairesi ) İngiliz işgali altındaki bölgelerde, Kafkaslarda ve iç Asya’da ayaklanmalar çıkarmak için görevlendirilirler. Kısmi bir başarı da kazanırlar.
İlginçtir savaşın sonuna doğru Rauf Beyi de (Orbay) İran içlerinde bir misyonda görürüz. Teşkilatı Mahsusa, casusluk, istihbarat, gerilla faaliyetlerini birlikte yürütür. Teşkilatı Mahsusa Trakya Hükümeti Muvakkatesi girişiminden itibaren aktif olarak çalışmıştır. Örgütün en etkili simaları Süleyman Askeri ve Kuşçubaşı Eşref’tir. Teşkilatı Mahsusa-mütarekede- İttihatçıların yargılandığı Aliye Divanı Harbi Örfisinde özellikle “Ermeni tehciri” meselesi ile ilgili olarak sorgulanacaktır.
Bu arada, Lawrence ile işbirliği içindeki Şerif Hüseyin, Arap bağımsızlığı için, isyan etmiştir. Arap kabilelerini arkasına takarak İngilizlerin safını geçer. Şerif Hüseyin’e göre, Osmanlı Hilafeti gasp etmiştir. Hilafet Kureyşin hakkıdır. Gasıp Türkün malı, canı, kanı helaldir.
İttihat ve Terakki Hükümeti henüz payitahta bağlı kalmış Arap kabilelerini elde tutmak için Kuşçubaşı Eşref ve Mehmet Akif Heyeti Nasihası (Ögüt Kurul tertip eder. Şerif Hüseyin yerine, yanlarında Sultan Reşat’ın atadığı yeni Mekke şerifi ile birlikte aylarca Necd çöllerinde dolaşırlar. Telkinde bulunurlar. Arap Aşiretlerine uhuvveti İslamiye, hilafet, Hz. Peygamberin sancağı vaazları verir Mehmet Akif. Ümmetin Arap unsurunun Halifenin arkasında olmadığı çok acı bir şekilde görülecektir Medine müdafaasında.
Mütarekeye girerken Akif, din kardeşliği temelinde siyasi birliğin soyutlamadan öte bir anlamı olmadığını çok acı bir şekilde görür. Heyet derin üzüntü içinde Payitahta döner. İmparatorluk yenilmiş, devlet dağılmanın eşiğine gelmiştir.
Meclise Katılma
Mehmet Akif, meclisin açıldığı günlerde Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyle birlikte Geyve Boğazı üzerinden Anadoluya geçti. Milletvekili seçilmemişti. Milli davaya katılmak üzere yollara düşmüştü. Seçilmiş milletvekillerinden bazıları memuriyeti tercih ettiğinden boşalan milletvekillikleri olmuştu. Akif’i- Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile- Burdur’dan vekil seçtiler.
Mehmet Vehbi Bolak (Balıkesir milletvekili) ve Ali Şükrü Bey (Trabzon milletvekili) ile birlikte 1921 yılı yazına kadar Tacettin Dergahında kaldılar. İstiklâl Marşı orada yazıldı. Dergah günümüzde hazinesinde defnedilmiş simalar nedeniyle Ankara’nın en çok ziyaret alan yerlerinden biridir.
Mehmet Akif aktif bir parlamenter değildi. Anadolu’da işgallerin başladığı dönemden başlayarak, Kurtuluşa kadar cepheleri, kasaba ve köyleri manevi olarak desteklemeye çalıştı. Yaptığı konuşma, verdiği hutbe ve vaazlarla etkili oldu. Bu vaazlar içinde basılmış olan ikisi en meşhur olanlarıdır: Balıkesir Zağanos Paşa Camii ve Kastamonu Kadı Nasrullah Camiinde verdiği vaazlar. Bu vaazlar, Eşref Edip Fergan tarafından artık Anadolu’da basılmakta olan Sebirürreşat’ta yayınlanmıştır. Yakın çevresi çoğunlukla Mustafa Kemal karşıtlarından oluşsa da Akif’in herhangi bir aktif muhalif tutumuna Meclis tutanaklarında tesadüf etmediğimi söyleyebilirim.
Mısır’a gidene kadar Akif
Akif, zaferden sonra, II. Meclis seçimlerinde aday gösterilmedi. Kendisinin mebus seçilmek için bir istekliliği de yoktu. 1925’te, Mısır Apartmanında çekilen bir resimde onun yakın çevresi görünüyor. “Bir Kara Gün” makalesinin yazarı Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin, Madrit Sefiri Sami Paşazade Sezai, Abdülhak Hamit Tarhan ve Üç İstanbul Romanın yazarı-Beyoğlu Noteri- Mithat Cemal Kuntay. Güçlü bir ihtimalle Malta sürgününden dönen Abbas Halim Paşa da İstanbul’da olmalı o günlerde.
Akif, Terakiperver Parti Muhalefetinden Takriri Sükun’a kadar İstanbuldadır. Abbas Halim Paşa tarafından himaye edilmektedir. Takriri Sükun ile birlikte arkadaşı Eşref Edip’in çıkardığı Sebirürreşat kapatılmıştır. Cumhuriyet Hükümeti kendisini hiçbir soruşturmaya dahil etmemesine rağmen siyaseten mağdur edileceği gibi bir endişe içindedir.
Bir kaç kez Mısır’a gidip geldikten sonra, sürekli orada yaşamaya karar verir. Cumhuriyet hükümetinin teklif ettiği Kuran’ı Türk diline kazandırma projesini kabul eder. Kendi kendine gittiği bu gönüllü sürgünde Yozgatlı Mehmet İhsan Efendi’nin El Ezher yakınlarında müderris olduğu Mahmudiye Medresesinde vaktini geçirir çoğunlukla. Onun odasında çalışır. O dönemden kalan Mısır resimlerinde- örneğin piramitlere develerle yapılan bir gezide çekilen resimlerde-Abbas Halim Paşanın (Sait Halim Paşa kardeşi) hemen yanında mutsuz bir ifadeyle görürüz Akif’i. Meşguldür. Maddi olarak bir mağduriyeti yoktur. Ama ait olmadığı topraklarda çok mutsuz bir yüz ifadesi vardır.
10 yıl boyunca dini meseleler dışında bir şeyle meşgul olmaz. Yakınlarda- Mısır, Suriye ve Lübnan’da- 150likler vardır. Milli Mücadele dönemindeki tutumları nedeniyle vatandaşlıktan çıkarılmışlardır. Örn: Refik Halit Karay Beyrut’ta, Çerkes Ethem Ürdün’de, gönüllü Sürgün Rıza Nur, İskenderiye’de, Rıza Tevfik Ürdün’dedir. Onlarla bir teması olmamıştır.
Akif, İnkılap hareketlerine, özellikle dinde reform düşüncesine muhalif olmakla birlikte, cepheden bir karşı tutum almamış, münzevi ve mutsuz bir şekilde Mısırda yaşamaya devam etmiştir. Ta ki siroz olup, 1936 Haziranında İstanbul’a dönene kadar. Bu arada, o ülkesine dönene kadar, Gazi Mustafa Kemal Paşa laik hukuk temelinde çağdaş bir devlet kurmuştur.
Mehmet Akif’i tarihte nereye koymalıyız?
Akif’in temel meselesi, milliyetçilikler çağında, İslam birliği ve dayanışması temelinde (uhuvvet-i İslamiye) bir ideoloji ile devletin ayakta tutulabileceğini sanmasıydı. Cumhuriyetçi değildi. Meşrutiyet ve meşverete dayalı bir sistemi tercih ederdi.
Düşünce yapısı herhalde Sait Halim Paşa’nın “Buhranlarımızda” gösterdiği çözümlemelere yakındı. Hatırlamakta yarar var. Sait Halim, Abbas Halim Paşa’nın büyük biraderiydi. Abbas Halim, Sait Halim kabinesinde Hafız Nazırlığı da yapmıştı.
XX. yüzyılın ilk çeyreğinde bütün çok uluslu imparatorluklar gibi Osmanlı da dağıldı. 10 yıl içinde Rumeli ve Kuzey Afrika toprakları elden çıktı. Yakın dostları Kavalalı Hanedanının ülkesi Mısır, İngiltere tarafından işgal edildi.
Osmanlı’nın “peygamber soyu” diye el üstünde tuttuğu Seyyidler Arap Bağımsızlığı hareketinin önderleri olmuş, Osmanlı’nın “hilafeti gasp ettiğini” söyler olmuşlardı.
Savaşın sonuna doğru, ne Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası ne de Mehmet Akif’in Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarıyla Filistin’den Necd’e kadar Arap ahaliyi tenvir etme gayretleri işe yaramayacaktı.
Mütareke’de Anadolu İhtilali saflarına katıldığında bunu ümmetin kurtuluş mücadelesi olarak anlamıştı. Oysa ki bağımsızlık savaşını yürüten meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi- ülke Türkiye idi. Devlet de, 1921 Anayasasında gösterildiği üzere-Türkiye Devletiydi.
Akif, inançları itibarıyla Cumhuriyet devrimleri safında yer alabilecek bir insan değildi. Karşısında pozisyon alabilecek bir yaradılışı da yoktu.
Mısır’da geçirdiği yıllarda ciddi anlamda maddi bir sıkıntı içinde olduğunu tahmin etmem. Ancak, Kavalalı Hanedanının himayesi altında bulunma halinin ona pek iyi gelmediğinden eminim. Samimi dostluklarına rağmen, Abbas Halim Paşa çevresiyle çekilmiş resimlerinde yüzünde belirgin bir tedirginlik ifadesi olmasının nedeni budur.
Kendisine emekli maaşı bağlanmadığı için kırgın olduğu söylenir. Büyük bir ihtimalle hizmeti Tekaüdiye Kanununa göre yeterli değildi. Onun durumuna yakın başkaları da vardı. Örneğin, Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey’e de emekli maaşı bağlanamamıştı. Emekliliğe yasal olarak hak kazanamamış olsa bile Mehmet Akif Ersoy’a TBMM vatani hizmet tertibinden maaş bağlayabilirdi. Talat Paşa’nın dul eşi Hayriye Hanım’a maaş bağlayan devlet, Mehmet Akifi de Abbas Halim’e muhtaç etmeyip himaye etmeliydi. Bu yanlış olmuştur. Nazım’ın Kuvayı Milliye destanında “Akif inanmış adam, büyük şair” diyerek andığı Mehmet Akif Ersoy bunu hakediyordu.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza