TÜRK SOSYALİSTLERINİN ÜÇ KAYNAĞI
Bu yazıda sosyalist ve komünist kavramları eşanlamlı olarak kullanılacaktır. Nedeni şudur: yazının kapsadığı zaman dilimi ve bahsedilen kişilerin çoğunlukla TKP’yle iltisaklı oluşu. TKP, Komintern’e bağlı bir partiydi. Bilindiği gibi Marksist literatürde, sosyalizm, sınıfsız toplumu (komünizm) hedefleyen işçi sınıfı devleti (proleterya diktatörlüğü) olarak tasavvur edilmektedir.
Yazı mütareke ile başlıyor. Mütareke, bolşevik devrimi sonrasındaki gelişmelerin başlangıç noktasıdır. Yazının ilgi alanı 1933’te bitiyor. O da, Kliment Voroşilov’un cumhuriyetin 10. yıl törenlerinde bulunmak üzere Ankara’ya gönderildiği yıldır. Bu misyon Türk-Sovyet ilişkilerinin zirvesine işaret eder. Yazıda geçen kavram, kurum ve kişiler bu tarihi ve siyasi bağlam içinde düşünülmelidir.
Şimdi konuyu ele almaya başlayabiliz: Türkiye sosyalizminin üç kaynağı olduğu söylenebilir. Birincisi doğrudan Bolşevik Devrimi içinden gelen kaynaktır. TKP ve Mustafa Suphi çevresidir. İkincisi Spartakist ayaklanması sırasında Almanya’da bulunanlardır. Bunların çoğu İttihat ve Terakki tarafından öğrenim görmeye gönderilen öğrencilerdir. Bu öğrencilerin bir kısmı lisans öğrenimi yaparken bir kısmı doktora öğrencileri idi. Üçüncüsü kaynak ise, Fransa'da tıp öğrenimi görmüş olan Dr. Şefik Hüsnü Değmer’dir. Mütareke İstanbul’da ortaya çıkan İştirakçi Hilmi Bey’i bir kaynak olarak görmediğimi belirtmeliyim bu arada.
Öncelikle Türk sosyalist literatürüne 15'ler olayı ile adı geçen Mustafa Suphi önderliğindeki TKP çevresini ele alalım. Suphi ve arkadaşları Birinci Dünya Savaşı'ndan önce sürgünde bulundukları Sinop'tan Rusya'ya deniz yoluyla kaçmışlardı. Ceditçi Kırım Tatarları çevresinde- reformistleri- ilgiyle karşılanmışlardı. Birinci Dünya Savaşı çıkınca Çarlık Rusya Hükümeti bu siyasi mültecileri gözaltına aldı. Düşman ülke yurttaşı olarak kamplarda tutuldular.
Burada Mustafa Suphi kimliğinden biraz söz etmek yerinde olur. Suphi, Galatasaray Lisesi ve Fransa'da iyi bir eğitim görmüştü. Düşünce hayatının erken döneminde Türkçü ve İttihatçıydı. İttihatçı önderlerle çatıştı ve muhalefete geçti. Mahmut Şevket Paşa suikastinden sonra Sinop’a sürgün edilenler arasındaydı. Muhalif, reformist Türkçü düşüncelerle gittiği Rusya'da ülkenin geçirmekte olduğu büyük dönüşümden etkilendi. Bolşevik saflarına katıldı.
İç savaş sürecinde Bolşeviklerin safında yer aldı. Komintern’de ve Bakü Şark Milletleri Kurultayında Türk komünistlerinin temsilcisiydi. Önderliğini yaptığı Türkiye Komünist Partisi 1920 Eylül'ünde Bakü’de kuruldu. Bu arada Anadolu Hükümetinden de temsilciler Bakü kurultayına gönderilmişlerdi. Hatırlatalım.
Anadolu'da TKP ile fikir ve işbirliği içinde olan çevre Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkasıdır. THİF, Ankara'da içlerinde milletvekillerinin de bulunduğu karmaşık bağlantıları olan bir çevreydi. Bu bağlantılar, Bakü TKP’si, Yeşil Ordu, Çerkes Ethem üzerinden kurulmuştu. Bu arada Ethem’ın Kuvayı Seyyare komutanı olduğunu hatırlamakta yarar var. Kuvayı seyyare gayri nizami gerilla gücü demektir. Bu 2.000 ‘in üzerinde silahlı adamı olan bir siyasi odak anlamına gelir.
THİF, Tokat milletvekili Nazım Bey’i- Namzetlik Kanunu öncesinde- Dahiliye Vekilliğine seçtirmeyi de başarmıştı. Bu süreç, TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın iktidar zeminini elinden alabilecek bir potansiyel taşıyordu.
THİF çevresinin 1920 sonbaharından 1921 Ankara İstiklal Mahkemesi yargılamalarına kadar etkili olduğu bir dönem oldu. Hükümeti devirmeye teşebbüsten mahkum olanlar ve beraat edenler oldu. Beraat eden Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi. Bu çevre, Halk Zümresi, Yeşil Ordu, Çerkes Ethem, Arif Oruç, Seyyare-i Yeni Dünya Gazetesi ile sınırları ve içeriği tam berrak olmayan bir etkileşim içindeydi.
Ankara'da sosyalizm rüzgarları estiren bu çevre, Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih, Şerif Manatov , Ziynetullah Nişurevan gibi simaları da kapsıyordu. Bu isimleri ideolojik renk olarak Bakü TKP’si ile ilişkilendirmek doğru olur.
Bolşevik Devrimi çizgisindeki bu çevre 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun çıkarılması, Ankara İstiklal Mahkemesi kararları ve Trabzon Sürmene açıklarında vuku bulan facia sonunda sessizliğe büründü.
Bu suretle, Türk komünistlerinin Anadolu'da iktidar olma, ihtilalin burjuva demokratik karakterini, kesintisiz devrimle bolşevikleştirme hamlesi başarısız oldu.
TÜRK SPARTAKİSTLERİ
Türk sosyalizminin ikinci kaynağı Spartakist hareketin etkisi altındaki solcu öğrenci grubudur. Bunlar mütareke akdedilince İstanbul'a döndüler. Bir kısmı İstanbul’da kalarak Dr. Değmer ile siyasi parti kurma girişiminde bulundu. Bazıları ise, İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçmek istediler. Bu isimlerden bazıları kabul edildi. Bazıları reddedildi.
Spartakistler-bilindiği gibi- Alman Marksistleridir. Bolşevik devriminden aldıkları cesaretle yenilmiş Almanya'nın kaotik ortamından yararlanarak bir Alman devrimi gerçekleştirme teşebbüsünde bulundular. Önderleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg dahil olmak üzere Spartakist hareketi kanlı bir şekilde bastırıldı.
Bu olaylara Almanya'ya gönderilmiş Türk öğrencileri de şahit olmuştu. Bunlar içinde Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, Nafi Atuf Kansu, Mehmet Eti, ressam Namık İsmail de vardı. Bu simalar savaş bittikten sonra Hamburg'dan kalkan Gülcemal Vapuru ile İstanbul'a döndüler. Bunlardan bazıları İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçmek üzere iken iki genç ile karşılaştılar: Vala Nurettin ve Nazım Hikmet bu isimlerin pek çoğu daha sonra Kemalist elite iltihak edecek, Hatta devrim ve parti kadrolarında yer alacaktır
MOSKOVA’DA ÜNIVERSİTE ÖĞRENCİLERİ: AYDEMİR, VALA, NAZIM
1921 kışında Anadolu'ya geçmek isteyen 20'li yaşlardaki Nazım Hikmet ve Vala Nurettin Spartakistlerle-İnebolu’da- karşılaştı. Gençler, Ankara'nın onayını- birlikte- beklerken sınıfsız toplum sömürüsüz dünya fikirlerinin tartışıldığı bir ortamda buldular kendilerini. Bu düşüncelerden çok etkilendiler.
Ankara'ya ulaştıklarında İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un babası) ve Hamdullah Suphi Bey’in tavassutu ile Bolu'ya öğretmen olarak atandılar. Meclis’te Mustafa Kemal Paşa’ya takdim edildiler. Belki de Şerif Manatov’un Ankara Konferanslarını da dinlemiş olabilirler.
Bolu'daki tutucu ortam ve karşılaştıkları Marksist ceza yargıcı Ziya Bey’in etkisiyle Rusya'ya gitmeye karar verdiler. İkili Zonguldak, Trabzon Batum üzerinden Kafkaslara geçti. Tiflis’ten sonra ulaşacakları yer Bakü olacaktı. Nazım ve Vala Nurettin burada Şevket Süreyya Aydemir ile karşılaştı. Aydemir Türkçü- Turancı fikirlerle Edirne’den Azerbaycan’a öğretmen olarak gitmiş biriydi. Kızıl Ordu, Kafkaslara inince, şartlar tamamen değişti. Şevket Süreyya aynı Mustafa Suphi gibi başka bir dünya keşfetti: Sınıfsız toplum ideali peşinde bir sosyalist öğretmen oldu. Vala-Nazım- Şevket Süreyya üçlüsünün hukuku o tarihe dayanır.
Gençler aralarına Şevket Süreyya’nın eşi Leman’ı da alarak bir Sosyal Aile kurdular. Kırgınlıklar olsa da arkadaşlıkları hep devam etti. İç Savaşın, kıtlığın yakıcı boyutlarda devam ettiği bir ortamda KUTV’de (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) öğrenim görmeye Moskova’ya gittiler. Üniversite’ye kabul edilmelerini sağlayan Ahmet Cevat Emre'ydi. Ahmet Cevat, daha önce Türkiyat kürsüsünde iş bulmuş ve Moskova’ya gitmişti. Sanırım Sultan Galiyev’in referansı ile.
Bu sınıfsız topluma inanmış küçük komünist grup, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Moskova'ya vardılar. KUTV’ye alındılar. Bu üniversite, daha sonra bütün Türk Marksistlerinin eğitim gördüğü bir yüksek öğrenim kurumu olacaktı. İsmail Bilen, Zeki Baştımar, Nail Vahdeti Çakırhan, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, İsmail Hüsrev Tökin ve daha pek çok sima bu üniversitede eğitim görmüştür. Üniversite’nin temel amacı Dünya Devriminin kadrolarını yetiştirmekti. Çin’den , Hindistan’a, ABD ve Afrika’ya kadar her yerden öğrenciler, sınıfsız, sömürüsüz, “yârin yanağından gayrı, her yerde, her şeyde, hep beraber” diyebilmek idealiyle yetiştirildiler. Ho Chi Minh, Roy, Nikolaos Zachariadis gibi isimler de oradan geçmişti. Türk öğrenciler de eğitimlerini tamamlayınca (Komintern kararı uyarınca) kendi ülkelerine gönderilecekler; yetişmiş TKP’liler olarak, devrime hizmet edeceklerdi.
TKP’nin bu devrimci kadroları Şark Emekçileri Üniversitesinde Sultan Galiyev, Troçki ve diğer devrimci önderlerin rahle-i tedrisinden geçtiler. Eğitim seminerler dizisi olarak devam ediyordu.Program oldukçe gevşekti. Her gelen hoca bildiğini anlatıyor. Nazım, Şevket Süreyya ve Vala’nın ders notlarından çalışıyordu. Şevket Süreyya sınıfın en çalışkanıydı. Stalin-Troçki çekişmesinin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı dönemde (daha Lenin ölmemişti) Vala ve Nazım'ın iki genç komünist öğrenci olarak Troçki'den nasıl etkilendiklerini Vala’nın hatıralarından anlıyoruz.
Bu arada 1921 affıyla tahliye edilen THİF mensupları, Sovyetlerle ilişkilerin çok iyi olduğu konjonktürden yararlanarak 1922 yazında partiyi canlandırma girişiminde bulundular. Geçici bir hoşgörü döneminden sonra parti faaliyetleri, Rauf Orbay hükümeti tarafından yasaklandı.
Hemen belirtilmeliyim ki, Sovyetlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine karşı resmi siyaseti THİF ve TKP kadrolarının faaliyetlerinden bihaber görülmekti. Sovyet Hükümetiyle TBMM hükümeti arasında ilişkiler gelişirken TKP'nin faaliyetleri-karşılıklı- görmezden gelinmiştir. Nihayet, Komintern,-yeterince olgunlaştıkları kanaatiyle- içlerinde Nazım ve Şevket Süreyya'nın da bulunduğu genç Türk komünistlerin dönüşüne karar verdi. Vala ani bir kararla daha önce dönmüştü. Gençler, Odesa üzerinden İstanbul'a döndüler. 1924 sonbaharında. Amaçları TKP’yi işçi sınıfı içinde örgütlemekti. İstanbul'da artık Komintern ideallerine bağlanmış Dr. Şefik Hüsnü Değmer’le çalışacaklardı.
DR. ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER: TKP GENEL SEKRETERİ
Doktor Şefik Hüsnü TKP’ye uzun süre önderlik etmiş bir isimdir. Bir paşa çocuğu olarak-babasının rızası hilafına- Fransa'da temel bilimler ve Tıp okudu. Doktor oldu.
Öğrenciliği sırasında İkinci Enternasyonel çizgisindeki Fransız sosyalistlerini tanımıştı. Özellikle Jean Jaues’e hayrandı. Değmer, Fransız yurtttaşı bir Polonya yahudisiyle (Leokadya Sterniaka) ile evlenmişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında silah altına alındı, Çanakkale Cephesi'nde askeri doktorluk yaptı.
Mütareke’de Almanya'dan dönen Türk Spartakistleri ile birlikte Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist fırkasını kurdu. Komintern’in kurulmasından sonra yaşanan büyük kopuşta Komünistlerin safına katıldı. Komintern III. Enternasyoneldir. II. Enternasyonele bağlı olan partiler Avrupa’nın Sosyal Demokrat ve Sosyalist Partileridir. Bu gelenek hala devam eder.
Şefik Hüsnü Fransız Komünist Partisinin ilk kongresine katılanlardan biridir. O Kongrede Ho Chi Minh de vardı. 1920 Bakü TKP’si ve Türkiye Halk iştirakiyyun Fırkası Ankara rejimi tarafından tasfiye edilince TKP önderliği Dr. Şefik Hüsnü’ye geçti.
Bu Nazım, Vala ve Şevket Süreyya'nın Rusya'dan döndükleri döneme takabül eder.Meşhur Akaretler Kongresi bu dönemde gerçekleşektir.
Şefik Hüsnü TKP’sinin Aydınlık, Kurtuluş, Orak Çekiç gibi yayınları Cumhuriyet Devriminin ilk yıllarında İstanbul'da göreli bir serbestliğin yaşandığı ortamda yayınlanma imkanı bulmuştu. Bunun sebeplerinden biri 1921 Moskova ve 1925 Dostluk ve İşbirliği anlaşmalarının yarattığı olumlu havaydı. Sovyetler Türk Hükümetine karşı, TKP ile resmi ilgileri yokmuş gibi davranıyorlardı. Verilen cezalar da 1938 Donanma ve Harp Okulu davalarına kadar çok ağır olmuyordu.
SBKP 1925 sonrasında TKP Genel Sekreteri olarak Doktor Şefik Hüsnü’yü muhatap olarak görüyordu. 1927 tevkifatında bir buçuk yıl hapis cezası alıp 1929'da tahliye olduktan sonra Dr. Şefik Hüsnü’nün Moskova ile teması artmış görünüyor. Bir yolunu bulup Rusya’ya geçti.
30'larda Komintern Avrupa sorumlusu Georgi Dimitrov ile birlikte Berlin'de bulunan Dr. Değmer Hitler'in iktidara gelmesi ve Reictag yangınından sonra tutuklananlar arasında idi.
Belki de Türk vatandaşı olduğu için 6 ay sonra -Hitler rejimi tarafından-serbest bırakıldı. Dünya Savaşı öncesi (1939) Türkiye'ye dönen Doktor Şefik Hüsnü, savaş yıllarında tabip yüzbaşı olarak bir kez daha askere çağrıldı. Çanakkale Savaşı'nda olduğu gibi. Bundan sonra TKP’de Reşat Fuat Baraner ve İsmail Bilen dönemi başladı.
1925-1927 TEVKİFATLARI
Türk komünistlerinin faaliyetleri 1925 ve 1927 tevkifatlarıyla kesintiye uğradı. Zaten sınırlı sayıda olan kadrolar iyice pasifize oldu. İkinci meclis seçimleri ve Lozan'ın tasdik edilmesi, yeni Türkiye Devletinin tescil edilmesinden sonra rejimin komünistlere yönelik takibat politikası hafif hapis cezalarına dönüştü. 1925 tutuklamalarında ağır cezalar verilmedi. Bu grupta genç Doktor Hikmet Kıvılcımlı da vardı.
Bu arada Nazım İstanbul’da TKP’ye yönelik operasyonlar sırasında İzmir'deydi. İzmir'de işçi sınıfını uyandırmak üzere görevlendirilmişti. Burada Nazım’ın bir köpek tarafından ısırılma ve bir barakada saklanma hikayesi olduğunu da söylemeliyim. Kuduz olma ve yakalanma korkuları içindedir. Gizlice İstanbul'a geri döner. TKP tarafından Moda’dan bir tekne ile boğaz dışına çıkarılır ve Rusya'ya geçişi sağlanır.
İlginç bir nokta, Nazım’ın babasının da bir köpek ısırığı sonrasında kuduz ve tetanoz aşıları birlikte yapıldığı için öldüğü söylenir. Hikmet Bey, Süreyya Paşa sineması müdürüdür. Halep eski valisinin oğlu ve Selanik Konsolosu olduğunu da hatırlayalım babası Hikmet Bey’in. Nazım, babasının ölümünden Süreyya Paşa’yı sorumlu tutar ve aleyhinde yazdığı “Hiciv vadisinde bir tecrübe-i kalemiye” şiiri nedeniye mahkum olur.
1927 tevkifatından sonra Vedat Nedim (Tör) ve Şevket Süreyya Türk inkılabının ideolojisini yapmak üzere TKP’den ayrılırlar. Bu arada Nazım Rusya’dadır. Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ve cumhuriyetin 5 yılı (1928) münasebetiyle çıkarılan aftan yararlanmak üzere Türkiye’ye gelmek için Büyükelçiliğimize başvurur.
Türk Büyükelçiliği pasaport ve vize taleplerine uzun süre yanıt vermeyince, pasaportsuz bir şekilde Hopa'dan İsmail Bilen ile birlikte Türkiye'ye giriş yaparlar. köylülerin ihbarı üzerine tutuklanırlar. Nazım'ın buradan Ankara’da nüfuz sahibi bazı tanıdıklara ve arkadaşı Vala’ya çektiği, “Vatanıma döndüm bana tavassut eder misiniz?” babında telgrafları vardır.
Hopa'da tutukluların vapurla ve mevcutlu olarak İstanbul’a gönderilmelerine karar verilir. Süreç, Nazım ve Bilen’in (Marat İsmail) Galata Köprüsü'nden zincirli olarak ahalinin içinden geçirilerek Sultanahmet cezaevine götürülmeleri ile son bulur. Çıkarılan af kanunu bu vakada belirleyici olur. 1928'de cumhuriyet yargısı kendilerini sadece Pasaport Kanununa muhalefetten mahkum eder. Zaten de yeterince mahpus kaldıklarından tahliye edilirler. Böylece Nazım’ın Türkiye’de 1951’e kadar sürecek yeni dönemi başlayacaktır.
Özetle, 1928 itibarıyla Türk komünistleri tedip edilmiş, sessizleşmişti. Bir kısmı Kemalizme katılmış kadrolardan oluşuyordu Bu tarihten sonra çeşitli yollarla Sovyetlere gidenler oldu. Nazım Kemalist kadrolara katılma teklifini reddederek Zekeriya Sertel'in Resimli Ay mecmuasında ve sonra İhsan İpekçi’nin film şirketinde çalışmaya başladı.
İlk şiirlerini bu dönemde yayınlanmaya başlayacak ve kamuoyunda büyük ilgi uyandıracaktır. Nail Vahdeti (Çakırhan), Sabahattin Ali ve Emin Türker (Eliçin) ile bu ortamda tanışmıştır. Bu arada Sovyetlerde Stalin-Troçki arasındaki çatışmanın erken dönemi bitmiş, Troçki Alma-Ataya sürgüne gönderilmişti.
GENEL DEĞERLENDİRME
Görüldüğü üzere, Türk komünistlerinin kadro kaynağı çoğu Fransa veya Almanya'da eğitim görmüş simalardan oluşuyordu. Bu kadrolar, sınıfsal olarak Osmanlı elit ailelerine mensup ya da hükümet bursu ile yurtdışına gönderilmiş başarılı, zeki, ülkelerine bağlı genç insanlardı.
Milli Kurtuluş hareketini bolşevikleştirme girişimleri Ankara İstiklal Mahkemesi kararları ve Kemalist önderliğin güç kazanması ile sönümlendi. Sovyetler, Türk Hükümetinin uyguladığı komünist kadrolara yönelik siyaseti görmezden geldiler.
1927 tevkifatına kadar TKP-esas itibariyle- İstanbul merkezli çoğu Moskova Şark Emekçileri Üniversitesinde eğitim görmüş; Kominten kararlarıyla Türkiye'ye gönderilmiş partizanlardan oluşuyordu. 1927'den sonra bu kadrolar dağıldı.
Bazıları Kemalist devrimin sol kanadı olma işine giriştiler. İsmail Hüsrev Tökin, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge Kadro Dergisinin yazarları oldular. (1932-1934) Diğerleri de Sovyet Rusya'ya geçtiler. TKP bundan sonra SBKP’nin yörüngesinde Berlin, Leipzig ve Moskova'dan yönetilen bağımlı bir partiye dönüştü.
1924 sonrası iktidar mücadelesi (Lenin’in ölümünden sonra) Stalin tarafından kazanıldıktan sonra büyük temizlik operasyonlarından nasibini alan Türk komünistleri de oldu: Örneğin Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih.
Bu arada, Türk komünistlerinin Stalin karşısında iktidar mücadelesini kaybeden Troçki’ye ilişkin tutumuna gelince, Kızıl ordu kurucusu sürgün olarak -1929’da-Türkiye'ye geldiğinde ona yakın olabilecek hiçbir Türk komünisti bulunmuyordu.
Troçki'nin İstanbul'a gelişinin çok erken döneminde Tokatlıyan Otelinde yaptığı basın toplantısında Vala Nurettin Bey, KUTV’deki öğrencilik yıllarından kalan bir sempatiyle kendisine Rusça soru sorunca, burada kimse Rusça bilmiyor, sorunuzu Fransızca, İngilizce veya Almanca sorun diye azarlanmıştı. Bu dönemde Nazım’ın Stalin Rusyasını ve Sovyet demokrasisini öven bir broşür yayınlamakla meşgul olduğunu da hatırlatalım.
Türk komünistlerinin durumu Türk-Sovyet ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. TBMM Hükümeti ile Bolşevikler arasındaki tereddütler giderildikten sonra Ali Fuat Paşa Moskova’ya büyükelçi olarak gönderildi. Bu çok önemli bir aşamaydı. Ruslar da Angarski, Frunze ve Aralov’u Ankara’ya sırasıyla gönderdiler. Erken cumhuriyet döneminde Rusların Ankara’daki büyükelçisi Yakov Zaharoviç Suritz idi.
Üç somut olay Türk Sovyet ilişkilerinin içeriğini izah etmek için yeterlidir. Birincisi, Troçki’nin başka bir ülkeye değil Türkiye’ye gönderilmesidir. İkincisi ise, Suritz’ten sonra, Stalin’in Ankara’ya büyükelçi olarak Lev Karahan’ı göndermiş olmasıdır. Karahan Sovyet Devriminin önemli bir ismidir. Stalin’in Dışişleri Halk komiser yardımcısı ve Doğu işleri sorumlusu olduğunu unutmayalım. Sonuncusu ise, Sovyetlerin Cumhuriyet’in 10. Yıl kutlamalarına Mareşal Voroşilov başkanlığında büyük bir heyete katılmaları ve şeref locasında misafir edilmeleridir. Son olarak, Stalin’in -Voroşilov ile-Türkiye Cumhurbaşkanına üzeri zümrüt, elmas ve pırlanta ile kaplı bir kılıç hediye gönderdiğini biliyoruz. Kılıç’ın kabzasının bir tarafında T.C, öbür tarafında orak çekiç armalarının bulunması iki devletin dostane ilişkilerine işaret eder. Böyle bir ortamda, TKP’nin, Rusya’nın himayesi altındaki çok sayıda partiden sadece biri olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Çok Okunanlar
Fatih Altaylı, Sözcü’deki istifaların perde arkasını anlattı
Bu hafta Avrupa’da sadece Başakşehir kazandı
Bugün kimin maçı var? 12 Aralık Perşembe Avrupa Ligi’nde bugün hangi maçlar var?
İstanbul'da İSPARK otopark ücretlerine büyük zam
Bahçeli'nin teröristbaşı açılımı çöpe gider!..
Kararsız seçmen oranı yüzde 30'u aştı
Reyting sonuçları açıklandı! 12 Aralık 2024 Perşembe birincisi kim oldu?
Narin Güran cinayetinde şok edici iddialar: Uygunsuz şekilde mi gördü?
Milli Piyango 2025 büyük ikramiye ne kadar?
Bulgaristan ve Romanya, Schengen'e tam üye oldu