Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6287
Dolar
Arrow
34,8925
İngiliz Sterlini
Arrow
44,3362
Altın
Arrow
3006,0000
BIST
Arrow
10.010

Mütakere’den Cumhuriyet’e Türk sosyalistleri üzerine notlar (1918-1933)

TÜRK SOSYALİSTLERINİN ÜÇ KAYNAĞI 

Bu yazıda  sosyalist  ve komünist  kavramları  eşanlamlı olarak  kullanılacaktır. Nedeni şudur:  yazının   kapsadığı zaman dilimi ve   bahsedilen kişilerin   çoğunlukla TKP’yle iltisaklı oluşu.   TKP, Komintern’e  bağlı bir partiydi. Bilindiği gibi Marksist  literatürde, sosyalizm,    sınıfsız toplumu (komünizm) hedefleyen işçi sınıfı  devleti (proleterya  diktatörlüğü)  olarak  tasavvur edilmektedir. 

Yazı  mütareke  ile başlıyor.  Mütareke, bolşevik  devrimi  sonrasındaki gelişmelerin başlangıç  noktasıdır.  Yazının  ilgi alanı 1933’te  bitiyor.  O da, Kliment Voroşilov’un  cumhuriyetin  10. yıl törenlerinde  bulunmak üzere Ankara’ya gönderildiği yıldır. Bu  misyon Türk-Sovyet ilişkilerinin zirvesine işaret eder. Yazıda geçen kavram,  kurum ve kişiler  bu  tarihi ve siyasi  bağlam içinde düşünülmelidir. 

Şimdi konuyu ele almaya  başlayabiliz: Türkiye sosyalizminin üç kaynağı olduğu  söylenebilir. Birincisi doğrudan  Bolşevik  Devrimi içinden gelen kaynaktır.  TKP ve Mustafa Suphi  çevresidir. İkincisi Spartakist  ayaklanması sırasında Almanya’da bulunanlardır. Bunların  çoğu  İttihat ve Terakki tarafından öğrenim görmeye gönderilen  öğrencilerdir.  Bu öğrencilerin bir kısmı  lisans  öğrenimi yaparken bir kısmı doktora öğrencileri  idi.   Üçüncüsü  kaynak ise,  Fransa'da  tıp  öğrenimi  görmüş olan Dr.  Şefik  Hüsnü Değmer’dir. Mütareke İstanbul’da ortaya çıkan İştirakçi Hilmi Bey’i  bir kaynak olarak görmediğimi belirtmeliyim  bu arada. 

Öncelikle Türk sosyalist literatürüne   15'ler olayı ile adı geçen Mustafa Suphi önderliğindeki TKP çevresini ele alalım. Suphi  ve arkadaşları Birinci Dünya Savaşı'ndan önce sürgünde bulundukları Sinop'tan Rusya'ya deniz yoluyla kaçmışlardı. Ceditçi  Kırım Tatarları çevresinde- reformistleri-  ilgiyle karşılanmışlardı.  Birinci Dünya Savaşı çıkınca Çarlık Rusya  Hükümeti bu siyasi mültecileri gözaltına aldı. Düşman ülke yurttaşı olarak kamplarda tutuldular.

Burada Mustafa Suphi    kimliğinden  biraz   söz etmek yerinde olur.  Suphi,  Galatasaray Lisesi ve Fransa'da iyi  bir eğitim görmüştü.  Düşünce hayatının   erken döneminde Türkçü ve İttihatçıydı.   İttihatçı  önderlerle çatıştı ve muhalefete geçti. Mahmut Şevket Paşa  suikastinden sonra Sinop’a sürgün edilenler arasındaydı.  Muhalif, reformist Türkçü düşüncelerle gittiği Rusya'da   ülkenin geçirmekte olduğu büyük dönüşümden etkilendi.  Bolşevik saflarına katıldı.

İç savaş   sürecinde  Bolşeviklerin safında yer aldı.  Komintern’de ve Bakü Şark Milletleri Kurultayında Türk komünistlerinin  temsilcisiydi. Önderliğini yaptığı  Türkiye Komünist Partisi 1920 Eylül'ünde Bakü’de kuruldu. Bu arada  Anadolu Hükümetinden de temsilciler Bakü  kurultayına   gönderilmişlerdi. Hatırlatalım. 

Anadolu'da TKP ile fikir ve  işbirliği içinde olan çevre Türkiye Halk  İştirakiyyun Fırkasıdır. THİF, Ankara'da içlerinde milletvekillerinin de bulunduğu karmaşık bağlantıları olan bir çevreydi.  Bu bağlantılar, Bakü TKP’si, Yeşil Ordu, Çerkes Ethem üzerinden  kurulmuştu. Bu arada Ethem’ın Kuvayı  Seyyare  komutanı olduğunu  hatırlamakta  yarar  var.  Kuvayı  seyyare    gayri nizami  gerilla gücü   demektir. Bu 2.000 ‘in  üzerinde silahlı adamı olan bir siyasi  odak  anlamına  gelir. 

THİF,   Tokat milletvekili Nazım Bey’i- Namzetlik Kanunu öncesinde-  Dahiliye Vekilliğine seçtirmeyi de  başarmıştı.  Bu süreç, TBMM  Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın  iktidar  zeminini  elinden alabilecek bir potansiyel taşıyordu. 

THİF çevresinin 1920 sonbaharından 1921  Ankara İstiklal Mahkemesi yargılamalarına kadar etkili olduğu  bir dönem oldu. Hükümeti devirmeye  teşebbüsten  mahkum olanlar ve beraat  edenler  oldu. Beraat eden Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi. Bu çevre, Halk Zümresi,  Yeşil Ordu, Çerkes Ethem,  Arif Oruç, Seyyare-i  Yeni Dünya Gazetesi ile sınırları ve içeriği tam berrak olmayan bir etkileşim içindeydi. 

Ankara'da sosyalizm rüzgarları estiren bu çevre,  Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih,  Şerif Manatov , Ziynetullah Nişurevan gibi simaları da kapsıyordu.   Bu isimleri ideolojik renk olarak Bakü TKP’si  ile ilişkilendirmek doğru olur.

Bolşevik  Devrimi çizgisindeki  bu çevre 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun çıkarılması,  Ankara İstiklal Mahkemesi kararları  ve  Trabzon Sürmene açıklarında vuku bulan  facia sonunda sessizliğe büründü.

Bu suretle, Türk  komünistlerinin  Anadolu'da iktidar olma, ihtilalin burjuva demokratik karakterini, kesintisiz devrimle bolşevikleştirme hamlesi  başarısız oldu. 

TÜRK SPARTAKİSTLERİ

Türk sosyalizminin  ikinci kaynağı  Spartakist hareketin etkisi altındaki    solcu öğrenci  grubudur. Bunlar mütareke akdedilince İstanbul'a döndüler.  Bir kısmı İstanbul’da kalarak Dr. Değmer  ile   siyasi parti kurma  girişiminde  bulundu. Bazıları ise, İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçmek istediler. Bu isimlerden bazıları  kabul edildi. Bazıları  reddedildi.   

Spartakistler-bilindiği gibi- Alman Marksistleridir.  Bolşevik devriminden aldıkları cesaretle yenilmiş Almanya'nın kaotik ortamından yararlanarak  bir Alman devrimi gerçekleştirme teşebbüsünde bulundular.  Önderleri  Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg dahil olmak üzere Spartakist hareketi  kanlı bir şekilde bastırıldı.

Bu   olaylara  Almanya'ya gönderilmiş Türk öğrencileri de  şahit olmuştu. Bunlar içinde Vedat Nedim Tör,  Burhan Asaf Belge, Nafi Atuf Kansu,  Mehmet Eti, ressam Namık İsmail de vardı. Bu simalar savaş bittikten sonra Hamburg'dan kalkan Gülcemal Vapuru ile İstanbul'a döndüler. Bunlardan bazıları İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçmek üzere iken iki genç ile karşılaştılar:  Vala Nurettin ve Nazım Hikmet bu isimlerin pek çoğu daha sonra Kemalist elite iltihak edecek,  Hatta devrim ve parti kadrolarında yer alacaktır

MOSKOVA’DA ÜNIVERSİTE ÖĞRENCİLERİ: AYDEMİR, VALA, NAZIM 

1921 kışında  Anadolu'ya geçmek isteyen 20'li yaşlardaki Nazım Hikmet ve Vala Nurettin Spartakistlerle-İnebolu’da- karşılaştı.  Gençler, Ankara'nın onayını-  birlikte- beklerken  sınıfsız toplum sömürüsüz  dünya fikirlerinin  tartışıldığı bir ortamda  buldular kendilerini.  Bu düşüncelerden  çok etkilendiler.

 Ankara'ya ulaştıklarında İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un babası) ve Hamdullah Suphi Bey’in  tavassutu  ile Bolu'ya öğretmen olarak atandılar. Meclis’te Mustafa Kemal Paşa’ya  takdim edildiler. Belki de Şerif Manatov’un  Ankara Konferanslarını  da dinlemiş olabilirler.

 Bolu'daki   tutucu ortam ve  karşılaştıkları Marksist  ceza  yargıcı Ziya Bey’in  etkisiyle Rusya'ya gitmeye karar verdiler.  İkili Zonguldak, Trabzon Batum  üzerinden Kafkaslara geçti.  Tiflis’ten sonra ulaşacakları  yer Bakü olacaktı.  Nazım ve Vala Nurettin burada Şevket Süreyya Aydemir ile  karşılaştı. Aydemir  Türkçü- Turancı  fikirlerle Edirne’den Azerbaycan’a  öğretmen olarak gitmiş biriydi.  Kızıl  Ordu, Kafkaslara inince, şartlar tamamen değişti. Şevket Süreyya aynı Mustafa Suphi gibi    başka bir dünya keşfetti:  Sınıfsız toplum  ideali peşinde  bir sosyalist  öğretmen  oldu. Vala-Nazım- Şevket Süreyya  üçlüsünün  hukuku  o tarihe  dayanır. 

Gençler  aralarına Şevket Süreyya’nın   eşi Leman’ı da  alarak  bir  Sosyal Aile   kurdular. Kırgınlıklar  olsa da   arkadaşlıkları hep  devam etti.  İç Savaşın, kıtlığın  yakıcı boyutlarda devam ettiği bir ortamda  KUTV’de  (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi)      öğrenim görmeye  Moskova’ya gittiler.  Üniversite’ye kabul edilmelerini sağlayan Ahmet Cevat Emre'ydi.  Ahmet Cevat, daha önce Türkiyat  kürsüsünde iş bulmuş ve Moskova’ya gitmişti. Sanırım Sultan Galiyev’in referansı ile. 

Bu sınıfsız  topluma inanmış   küçük komünist  grup, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan  sonra Moskova'ya vardılar.  KUTV’ye  alındılar.  Bu  üniversite, daha sonra bütün Türk Marksistlerinin eğitim gördüğü bir yüksek öğrenim kurumu olacaktı.  İsmail Bilen, Zeki Baştımar, Nail Vahdeti Çakırhan, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, İsmail Hüsrev Tökin ve daha  pek çok    sima bu üniversitede eğitim görmüştür.  Üniversite’nin  temel amacı Dünya  Devriminin  kadrolarını yetiştirmekti. Çin’den , Hindistan’a, ABD ve Afrika’ya  kadar   her yerden  öğrenciler, sınıfsız, sömürüsüz, “yârin yanağından gayrı, her yerde, her şeyde, hep beraber”  diyebilmek idealiyle  yetiştirildiler. Ho Chi Minh, Roy, Nikolaos Zachariadis gibi isimler de  oradan geçmişti. Türk öğrenciler de eğitimlerini tamamlayınca (Komintern kararı uyarınca) kendi  ülkelerine gönderilecekler;  yetişmiş TKP’liler olarak, devrime  hizmet edeceklerdi. 

TKP’nin  bu  devrimci kadroları Şark Emekçileri Üniversitesinde Sultan Galiyev, Troçki ve diğer devrimci önderlerin rahle-i tedrisinden geçtiler. Eğitim seminerler dizisi olarak  devam ediyordu.Program oldukçe gevşekti.   Her gelen  hoca bildiğini  anlatıyor. Nazım, Şevket Süreyya ve Vala’nın  ders notlarından çalışıyordu. Şevket Süreyya  sınıfın en çalışkanıydı. Stalin-Troçki çekişmesinin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı dönemde (daha Lenin ölmemişti)  Vala  ve Nazım'ın iki genç komünist öğrenci olarak Troçki'den nasıl etkilendiklerini Vala’nın  hatıralarından anlıyoruz. 

Bu arada 1921  affıyla tahliye edilen THİF mensupları, Sovyetlerle  ilişkilerin  çok iyi olduğu konjonktürden yararlanarak 1922 yazında partiyi canlandırma girişiminde bulundular.  Geçici bir hoşgörü  döneminden sonra  parti  faaliyetleri, Rauf Orbay hükümeti tarafından yasaklandı.  

Hemen belirtilmeliyim ki,  Sovyetlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine karşı resmi siyaseti THİF ve TKP kadrolarının  faaliyetlerinden bihaber görülmekti. Sovyet Hükümetiyle TBMM hükümeti arasında ilişkiler gelişirken TKP'nin faaliyetleri-karşılıklı- görmezden gelinmiştir. Nihayet, Komintern,-yeterince   olgunlaştıkları  kanaatiyle-  içlerinde Nazım ve Şevket Süreyya'nın da bulunduğu genç Türk komünistlerin dönüşüne  karar  verdi.  Vala ani bir  kararla  daha önce dönmüştü.  Gençler, Odesa üzerinden İstanbul'a döndüler.    1924  sonbaharında. Amaçları TKP’yi  işçi sınıfı içinde örgütlemekti. İstanbul'da artık Komintern ideallerine bağlanmış  Dr. Şefik Hüsnü Değmer’le  çalışacaklardı. 

DR. ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER: TKP GENEL SEKRETERİ 

Doktor Şefik Hüsnü  TKP’ye    uzun süre önderlik etmiş bir isimdir.  Bir paşa çocuğu olarak-babasının  rızası hilafına- Fransa'da temel bilimler ve Tıp okudu.  Doktor oldu.

Öğrenciliği sırasında İkinci Enternasyonel çizgisindeki Fransız sosyalistlerini tanımıştı.  Özellikle Jean Jaues’e  hayrandı.  Değmer, Fransız yurtttaşı  bir Polonya yahudisiyle (Leokadya Sterniaka)  ile evlenmişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında  silah altına alındı, Çanakkale Cephesi'nde askeri doktorluk yaptı.

 Mütareke’de Almanya'dan dönen Türk  Spartakistleri ile birlikte Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist fırkasını kurdu. Komintern’in kurulmasından sonra  yaşanan  büyük kopuşta  Komünistlerin   safına  katıldı.  Komintern III. Enternasyoneldir. II. Enternasyonele  bağlı olan partiler Avrupa’nın   Sosyal Demokrat ve Sosyalist Partileridir. Bu gelenek  hala devam eder. 

Şefik Hüsnü  Fransız Komünist Partisinin ilk kongresine katılanlardan biridir. O Kongrede Ho Chi Minh de vardı.  1920 Bakü TKP’si ve  Türkiye Halk iştirakiyyun  Fırkası Ankara rejimi tarafından tasfiye edilince TKP önderliği Dr. Şefik Hüsnü’ye geçti. 

Bu Nazım, Vala ve Şevket Süreyya'nın Rusya'dan döndükleri döneme takabül eder.Meşhur Akaretler Kongresi  bu dönemde gerçekleşektir. 

Şefik Hüsnü TKP’sinin  Aydınlık, Kurtuluş,  Orak  Çekiç gibi yayınları Cumhuriyet Devriminin ilk yıllarında İstanbul'da göreli bir serbestliğin yaşandığı  ortamda  yayınlanma imkanı bulmuştu. Bunun sebeplerinden biri 1921 Moskova ve 1925 Dostluk ve İşbirliği anlaşmalarının yarattığı olumlu  havaydı.  Sovyetler Türk Hükümetine  karşı, TKP ile resmi ilgileri  yokmuş gibi davranıyorlardı. Verilen cezalar da 1938 Donanma ve Harp Okulu davalarına kadar çok ağır olmuyordu.

SBKP 1925 sonrasında  TKP  Genel Sekreteri olarak Doktor Şefik Hüsnü’yü  muhatap olarak görüyordu.  1927 tevkifatında  bir buçuk yıl hapis cezası alıp 1929'da tahliye olduktan sonra Dr.  Şefik Hüsnü’nün  Moskova ile teması artmış görünüyor. Bir yolunu  bulup Rusya’ya geçti. 

 30'larda Komintern Avrupa  sorumlusu   Georgi Dimitrov ile birlikte Berlin'de bulunan Dr. Değmer Hitler'in iktidara gelmesi ve Reictag yangınından sonra tutuklananlar  arasında  idi. 

 Belki de Türk  vatandaşı  olduğu için  6 ay sonra -Hitler  rejimi tarafından-serbest bırakıldı. Dünya Savaşı öncesi (1939)   Türkiye'ye dönen Doktor Şefik Hüsnü,   savaş yıllarında tabip yüzbaşı olarak bir kez daha askere çağrıldı. Çanakkale Savaşı'nda olduğu gibi. Bundan sonra TKP’de  Reşat Fuat Baraner ve İsmail Bilen dönemi başladı.

1925-1927 TEVKİFATLARI  

 Türk komünistlerinin faaliyetleri 1925 ve 1927 tevkifatlarıyla  kesintiye uğradı. Zaten sınırlı sayıda olan kadrolar  iyice pasifize oldu. İkinci meclis   seçimleri ve Lozan'ın tasdik edilmesi, yeni Türkiye Devletinin tescil edilmesinden sonra rejimin komünistlere  yönelik  takibat  politikası  hafif  hapis cezalarına dönüştü. 1925  tutuklamalarında ağır  cezalar verilmedi. Bu grupta genç Doktor Hikmet Kıvılcımlı da vardı.  

Bu arada Nazım İstanbul’da  TKP’ye  yönelik operasyonlar sırasında İzmir'deydi. İzmir'de işçi sınıfını uyandırmak üzere görevlendirilmişti. Burada Nazım’ın bir köpek tarafından ısırılma ve bir barakada saklanma   hikayesi olduğunu da söylemeliyim.  Kuduz olma ve yakalanma  korkuları içindedir. Gizlice İstanbul'a geri döner. TKP tarafından Moda’dan bir tekne ile boğaz dışına  çıkarılır ve Rusya'ya geçişi sağlanır.   

 İlginç bir nokta, Nazım’ın  babasının da bir köpek ısırığı  sonrasında   kuduz ve  tetanoz  aşıları   birlikte  yapıldığı için öldüğü  söylenir. Hikmet Bey, Süreyya Paşa  sineması müdürüdür. Halep eski valisinin oğlu ve Selanik Konsolosu  olduğunu da  hatırlayalım  babası  Hikmet Bey’in. Nazım,  babasının  ölümünden  Süreyya Paşa’yı sorumlu tutar ve aleyhinde yazdığı “Hiciv vadisinde bir tecrübe-i kalemiye” şiiri  nedeniye mahkum olur. 

1927 tevkifatından  sonra Vedat Nedim (Tör) ve Şevket Süreyya Türk inkılabının ideolojisini yapmak üzere TKP’den ayrılırlar. Bu arada Nazım  Rusya’dadır.  Türk Ceza Kanunu’nun  yürürlüğe girmesi ve cumhuriyetin 5 yılı (1928) münasebetiyle  çıkarılan aftan yararlanmak üzere Türkiye’ye gelmek  için Büyükelçiliğimize başvurur.   

Türk Büyükelçiliği pasaport ve vize taleplerine uzun süre yanıt vermeyince, pasaportsuz bir şekilde Hopa'dan İsmail Bilen ile birlikte Türkiye'ye giriş yaparlar.  köylülerin ihbarı üzerine  tutuklanırlar.  Nazım'ın buradan  Ankara’da nüfuz sahibi  bazı  tanıdıklara    ve arkadaşı Vala’ya çektiği, “Vatanıma döndüm bana tavassut eder misiniz?”  babında   telgrafları vardır. 

Hopa'da tutukluların  vapurla ve mevcutlu olarak İstanbul’a gönderilmelerine karar  verilir.   Süreç, Nazım ve Bilen’in  (Marat İsmail) Galata Köprüsü'nden zincirli olarak ahalinin içinden geçirilerek  Sultanahmet cezaevine götürülmeleri ile son bulur. Çıkarılan  af kanunu  bu vakada belirleyici olur.  1928'de  cumhuriyet yargısı kendilerini sadece Pasaport Kanununa muhalefetten mahkum eder.  Zaten de yeterince mahpus  kaldıklarından tahliye edilirler. Böylece Nazım’ın Türkiye’de 1951’e kadar  sürecek yeni  dönemi  başlayacaktır. 

Özetle, 1928 itibarıyla Türk komünistleri tedip edilmiş, sessizleşmişti.  Bir kısmı Kemalizme  katılmış kadrolardan oluşuyordu  Bu  tarihten sonra çeşitli yollarla Sovyetlere gidenler oldu. Nazım Kemalist kadrolara katılma teklifini reddederek Zekeriya Sertel'in  Resimli Ay    mecmuasında ve  sonra İhsan İpekçi’nin film  şirketinde çalışmaya başladı.

 İlk şiirlerini bu dönemde yayınlanmaya başlayacak ve kamuoyunda büyük ilgi uyandıracaktır. Nail Vahdeti (Çakırhan), Sabahattin Ali ve  Emin Türker (Eliçin)  ile bu ortamda tanışmıştır. Bu arada Sovyetlerde  Stalin-Troçki arasındaki çatışmanın  erken dönemi bitmiş,   Troçki Alma-Ataya sürgüne gönderilmişti.

GENEL DEĞERLENDİRME

Görüldüğü üzere, Türk komünistlerinin kadro kaynağı çoğu Fransa veya Almanya'da eğitim görmüş simalardan oluşuyordu.   Bu  kadrolar, sınıfsal olarak  Osmanlı elit  ailelerine mensup ya da   hükümet bursu ile yurtdışına gönderilmiş başarılı, zeki, ülkelerine bağlı genç insanlardı. 

Milli Kurtuluş hareketini bolşevikleştirme girişimleri Ankara İstiklal Mahkemesi kararları ve Kemalist önderliğin güç kazanması ile sönümlendi. Sovyetler, Türk Hükümetinin  uyguladığı  komünist  kadrolara  yönelik siyaseti görmezden geldiler. 

1927 tevkifatına kadar TKP-esas itibariyle-  İstanbul merkezli  çoğu Moskova Şark Emekçileri Üniversitesinde eğitim görmüş;  Kominten kararlarıyla Türkiye'ye gönderilmiş partizanlardan oluşuyordu.  1927'den sonra bu kadrolar dağıldı.

 Bazıları Kemalist devrimin sol kanadı olma işine giriştiler.  İsmail Hüsrev Tökin, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge  Kadro Dergisinin  yazarları  oldular.  (1932-1934)   Diğerleri de Sovyet Rusya'ya geçtiler. TKP bundan sonra SBKP’nin yörüngesinde Berlin, Leipzig ve Moskova'dan yönetilen bağımlı bir partiye dönüştü.

 1924 sonrası iktidar mücadelesi (Lenin’in ölümünden  sonra) Stalin tarafından kazanıldıktan sonra büyük temizlik operasyonlarından nasibini alan Türk komünistleri de oldu:  Örneğin Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih. 

Bu arada, Türk   komünistlerinin Stalin  karşısında   iktidar mücadelesini  kaybeden Troçki’ye ilişkin tutumuna gelince,   Kızıl ordu  kurucusu sürgün olarak -1929’da-Türkiye'ye geldiğinde ona yakın olabilecek hiçbir Türk komünisti bulunmuyordu.

Troçki'nin   İstanbul'a gelişinin çok erken döneminde Tokatlıyan Otelinde yaptığı basın toplantısında   Vala Nurettin Bey, KUTV’deki  öğrencilik yıllarından  kalan  bir sempatiyle kendisine Rusça soru sorunca,  burada  kimse Rusça bilmiyor, sorunuzu Fransızca, İngilizce veya Almanca sorun diye azarlanmıştı.   Bu dönemde Nazım’ın  Stalin Rusyasını  ve Sovyet demokrasisini öven bir broşür yayınlamakla meşgul  olduğunu da  hatırlatalım. 

Türk  komünistlerinin durumu  Türk-Sovyet  ilişkilerinden bağımsız  düşünülemez.  TBMM  Hükümeti  ile Bolşevikler arasındaki  tereddütler giderildikten sonra  Ali Fuat Paşa Moskova’ya büyükelçi olarak  gönderildi. Bu çok önemli bir aşamaydı.  Ruslar da Angarski, Frunze ve Aralov’u Ankara’ya  sırasıyla  gönderdiler.  Erken cumhuriyet döneminde Rusların Ankara’daki büyükelçisi Yakov Zaharoviç Suritz idi. 

Üç  somut olay Türk Sovyet ilişkilerinin  içeriğini izah etmek için  yeterlidir.  Birincisi,  Troçki’nin   başka bir ülkeye değil Türkiye’ye gönderilmesidir. İkincisi   ise,  Suritz’ten sonra,  Stalin’in Ankara’ya büyükelçi olarak  Lev Karahan’ı göndermiş olmasıdır. Karahan Sovyet  Devriminin önemli  bir ismidir.  Stalin’in  Dışişleri  Halk komiser  yardımcısı  ve Doğu işleri  sorumlusu olduğunu  unutmayalım. Sonuncusu ise,  Sovyetlerin Cumhuriyet’in 10. Yıl  kutlamalarına  Mareşal Voroşilov  başkanlığında   büyük bir heyete  katılmaları ve şeref  locasında  misafir edilmeleridir. Son olarak, Stalin’in -Voroşilov ile-Türkiye Cumhurbaşkanına   üzeri zümrüt, elmas ve pırlanta ile kaplı bir kılıç hediye gönderdiğini biliyoruz. Kılıç’ın kabzasının bir tarafında T.C,  öbür tarafında orak çekiç armalarının bulunması  iki  devletin  dostane ilişkilerine  işaret eder. Böyle bir ortamda, TKP’nin,  Rusya’nın  himayesi  altındaki  çok sayıda  partiden sadece  biri olduğu daha iyi anlaşılabilir.