Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
44,6049
Dolar
Arrow
39,1053
İngiliz Sterlini
Arrow
52,9201
Altın
Arrow
4170,0000
BIST
Arrow
9.019

Eğitimcisi sahte olan toplumun gerçeği de kararır

Bir toplumun ışığı, öğretmenidir. Öğretmeni ışıldamıyorsa, millet de karanlıkta kalır. Bizde öyle öğretmenler, akademisyenler, rektörler var ki... Sadece ışığı söndürmüyorlar, binanın elektriğini kesip üstüne de sayacı söküp gidiyorlar. Şimdi gelin, üç örnekle bu mumla bile aydınlanamayan akademik ortaçağ manzarasına birlikte bakalım.

YÖK'ün yüksek kadrolarına seçilmek artık Nobel alınca değil, "döner sermaye"yi döndürebilme kabiliyetine bakıyor anlaşılan. Karabük Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Kırışık, maaş konusunda kapitalizmin dahi babası Adam Smith’i bile mezarında ters döndürdü. Aylık 150 bin TL'lik akademik maaşıyla yetinmemiş, üniversite bünyesindeki her kurumdan bir “parça çorba” alarak kendisine 1.2 milyon TL'lik devasa bir akademik pastane kurmuş.

Yetmemiş; Safranbolu’da villada oturuyor, kirasını da üniversite ödüyor. Bir nevi akademik Airbnb! Seyahate giderken "bilimsel izdivaç" adına 250 Euro harcırah alıyor. Arabasını yeniliyor, ev satın alıyor, her seferinde “araştırma gezisiydi” diyor. Sormazlar mı hocam; bu neyin araştırması? Newton bile yerçekimini senin kadar gezerek bulmamıştı!

Gelelim ikinci vakaya: Kocaeli Üniversitesi'nden Prof. Abdulvahap Akıncı. Sosyal medyada yaptığı bir paylaşımla, yalnızca Mustafa Kemal Atatürk’e değil, bu ülkenin hafızasına da tükürmeye kalktı. 

Bilim insanı denince aklımıza hâlâ Einstein geliyor ama bizim ülkenin bazı üniversitelerinde görevli “profesör” titrini taşıyan zatlar sayesinde artık bilim insanlarına da saygımız kalmadı.

Buyurun size, Atatürk’ü ilaç metaforuyla anan bir eczacının insanlık dolu paylaşımına, "günde üç doz Atatürk mü vereceksin?" diye höyküren bir akademik mucize: Kocaeli Üniversitesi’nde profesör unvanıyla görev yapan Abdulvahap Akıncı!

Bir eczacı, duvarına Atatürk’ün fotoğrafını asıyor, altına da yazıyor: “En iyi ilaç: Atatürk.” Bu cümleyle bile bir milletin hafızasına moral olurken, bizim profesör buna içerliyor. Üstelik içerlemekle kalmıyor, “Adam gelecek kanser ilacı isteyecek, sen bir tutam Atatürk mü vereceksin?” diye, sosyal medya çukurunda var gücüyle tepiniyor. Hani şu, hakaret ve saygısızlık barajını yıkıp geçmiş cümleleri burada aynen aktarmaya bile dilim varmıyor ama ar damarı çatlamış olana söylenecek ne kalır?

Ey Abdulvahap hoca(!), sizin zihninizin reçetesi kimde? Çünkü bu derece cehalet, artık sadece ilimle değil, rehabilitasyonla bile zor düzelir. Eczacı Atatürk yazmış diye çıldıran bu kafa, bırakın bilim üretmeyi, üniversitenin kapısından içeri güvenlikle alınmalı ancak. Ve hâlâ hakkında ciddi bir yaptırım uygulanmadıysa, o üniversitenin kapısında da “bilim yuvası” tabelası fazla iddialı durur.

Bazıları için Atatürk, hâlâ en büyük antibiyotiktir: cehalete, yobazlığa ve hadsizlik mikroplarına karşı. O yüzden millet hâlâ “bir tutam Atatürk” derken siz o tutamı bile çok görüyorsanız, sizdeki hastalık artık sadece akademik değil, milli bir bağışıklık sorunudur!

Cehaleti bilimle süsleyip topluma sunmak, bugün akademinin yeni popüler alanı olmuş durumda. Atatürk’ü hedef alan bu sözde akademisyenler, bilimin onuruna da, mesleğin etik ilkelerine de düşman. Cübbesi var ama içi boş; bilgisi var ama vicdanı yok.

Ve son perde: Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettiren YÖK raporunun baş yazarı Prof. Dr. Metin Dağdeviren’in, uluslararası bir dergide yayımlanan makalesi, “usulsüzlük” sebebiyle geri çekildi. Dergi, pişmanlıkla geri çekti, ama bizim akademisyen hala savunmada. Sanki Einstein ile aynı listede yer almış gibi “ben dünyanın en etkili bilim insanlarından biriyim” diyor. Oysa makalesi bildiğin yapay zeka çorbası! 

Şimdi sormak gerek:

Kirasını devlete ödetip villada yaşayan, döner sermayeyi ay sonu fişi sanan, Atatürk’e hakaretle prim yapan, sahte makalelerle gerçek insanların geleceğini karalayan bu akademisyenler hangi gençliğe örnek olabilir?

Bu eğitimciler, çocuklarımızı aydınlatmak yerine kendi cebini dolduruyorsa, diplomanın da, kürsünün de, bilimsel yayınların da bir hükmü kalır mı?

Rektörlük artık bir ilim makamı değil, ihalelik bir pozisyon mu?

Bir ülke eğitimiyle yükselir. Ama biz, eğitimden değil, “eğitilmiş çıkarcılardan” dertliyiz. Bu hızla gidersek, diploma yerine tapu senedi verilir, laboratuvar yerine döviz kasası kurulur, sınıflar da “para sayma odası” olur.

Velhasıl sevgili okur,

Bir toplumun öğretmeni buysa, geleceği "geçmiş olsun"dan ibarettir.