Tarih bilimine ilişkin pek çok söz vardır. “Tarih ideolojilerin savaş alanıdır”, “Tarih sosyal bilimlerin matematiğidir”, “Tarih ulusların tarlasıdır” gibi… İbni Haldun’a göre de tarih bütün bilimlerin anasıdır…
Güçlü bir tarih bilgisine sahip olmak, tarih bilinci için gerek şarttır. Fakat yeter şart değildir. Fazlası gerekir. İktisattan coğrafyaya, toplumbilimden felsefeye, siyasetten hukuka dek. Kavramsal bilinç, ideolojik berraklık, politik tutarlılık önemlidir.
Tarih; belirleyici, şekillendirici, yönlendiricidir. Siyaseti etkiler öncelikle. Milleti yönlendiren temel unsurlardandır. Milliyetçilik anlayışını da şekillendirir. Bazı toplumların milliyetçiliğinin ırk temelli, bazılarının kültür temelli, bazılarının ekonomi temelli olmasının, tarihsel şartlarla doğrudan ilgisi vardır.
Milliyetçilik kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilir. Farklılaşır. İdeolojik, politik, kültürel, düşünsel temelli olabilir. Bunlar farklı olmakla birlikte, aralarında güçlü bir etkileşim de vardır. Birbirlerini besler, birbirlerinden beslenirler.
Kimileri milliyetçiliğe ilişkin bu yaklaşımlardan birini benimser, kimileri hepsini. Katı şekilde sahiplenen de vardır, daha esnek biçimde sahip çıkan da. Bu milliyetçilikler arasında daha laik olanı da vardır, daha dini, daha muhafazakâr tonlara sahip olanı da. Milliyetçiliği ideolojik olarak daha katı yorumlayanı da vardır, daha popüler tonlarla, daha kültürel motiflerle benimseyeni de. Sağ milliyetçilik vardır, sol milliyetçilik (ulusalcılık) vardır.
Gelişmiş, sanayileşmiş, kapitalist, emperyalist ülkelerdeki milliyetçilik; sömürgecidir Doğası gereği emperyalisttir. Üstelik bu ülkelerde faşist partiler güçlüdür. Azgelişmiş, gelişmekte olan, sömürge – yarı sömürge durumuna düşmüş, işgal görmüş ülkelerdeki milliyetçilik ise halkın ezici çoğunluğu yoksul ve mazlum olduğundan antiemperyalisttir, ulusal kurtuluş, milli bağımsızlık yanlısıdır.
O nedenle tüm milliyetçilikleri aynı kefeye koymak yanlıştır, yanıltıcıdır. Çünkü tarihsel, siyasal, toplumsal, iktisadi, kültürel, coğrafi koşullar, milleti de, milliyetçiliği de etkilerler. Ziya Gökalp’ten Yusuf Akçura’ya, İsmail Gaspıralı’dan Zeki Velidi Togan’a, Sadri Maksudi Arsal’dan Sultan Galiyef’e kadar çok zengin bir külliyat vardır siyasal ve düşünsel hayatımızda bu konuyla ilgili. İlaveten bu konularda çalışmış, halen de çalışan çok başarılı bilim insanları, uzmanlar, araştırmacılar, gazeteciler vardır.
Türk milliyetçiliğine gelince, öncesi olmakla beraber, özellikle de 1915’te Çanakkale Muharebelerinde, vatan savunmasında büyük bir bilinç sıçraması yaşamakla birlikte, asıl şekillendiği süreç, Kurtuluş Savaşı’dır. Kurtuluş Savaşı, haklı ve halklı bir savaştır. Destansı bir antiemperyalist savaştır. Kurtuluş Savaşı’yla birlikte anılan bazı çok önemli kavram ve kurumların Kuvayı Milliye, Hâkimiyeti Milliye, İrade-i Milliye, Müdafaa-i Hukuk, İstiklal-i Tam olduğu düşünüldüğünde, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik konusundaki duyarlılık daha iyi anlaşılır.
Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk; önce milleti, sonra meclisi, sonra da orduyu savaşa hazırlamıştır. Savaş, topyekûn bir savaş olduğundan, yani millet tüm imkân ve kabiliyetiyle, bütün gücüyle savaştığından, aynı zamanda bir varlık – yokluk savaşıdır. O nedenle Mustafa Kemal Paşa, Türk Milleti’ne ilişkin şu tanımı yapacaktır birkaç yıl sonra: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”.
Kurtuluş Savaşı’nın ve Türk Devrimi’nin ürünü, eseri, sonucu, doruğu olan Cumhuriyet; hem bir devlet kurmuş hem bir ulus yaratmıştır. Savaş ve devrim aynı anda yapıldığından, iç içe geçtiğinden, millet ve devlet arasındaki bağın da güçlü olması doğaldır. Kurtuluş Savaşı’nda Türk halkı, savaş meydanlarında milletleşirken devletleşmiş, devletleşirken de milletleşmiştir. Cumhuriyet kuruculuğunda ortaklaşan Türk milletinin milliyetçiliği, yani Türk milliyetçiliği, o nedenle yurt milliyetçiliğidir. Antiemperyalist ve cumhuriyetçi bir milliyetçiliktir. Halkçı, devrimci bir milliyetçiliktir. Mazlum bir milletin, işgalci emperyalistlere karşı vatanını, bağımsızlığını, namusunu, emeğini savunan bir milletin milliyetçiliğidir.
Savaş ve devrimle kurulan Cumhuriyetin milliyetçilik anlayışının kendine özgü olması doğaldır. Kaldı ki her milliyetçilik anlayışı, kaçınılmaz biçimde millet tanımıyla doğrudan ilgilidir. Yineleyerek belirtmek gerekir ki, her milliyetçilik, kendi tarihsel, siyasal, toplumsal, iktisadi, sınıfsal, kültürel birikiminin, deneyiminin ürünüdür. Kendi yaşadıklarının, kendi gereksinimlerinin neticesidir. O nedenle Avrupa milliyetçiliğiyle Afrika milliyetçiliği, zengin – sanayileşmiş – kapitalist ülkenin milliyetçiliğiyle yoksul, ezilen, işgale uğramış ülkenin milliyetçiliği aynı değildir. Sadece milliyetçilikleri arasında fark yoktur, solculukları arasında da fark vardır. Bu da doğaldır.
O nedenle kimi liberallerin; ağızlarına emek, sömürü, sınıf, emperyalizm kavramını almayan kimi sosyalistlerin; her önlerine gelene faşist demeleri, her milliyetçiyi ırkçı olarak görmeleri yanlıştır. Çünkü faşizmin bir ekonomi politiği vardır. Belli ideolojik özellikleri vardır. İleri sermaye birikimi, gelişmiş bir kapitalist düzen gerekir. Üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerinde olsun, pazar, hammadde, ucuz emek gereksiniminde olsun, gelişmiş, gürbüz bir iç pazara sahip olmak, dış pazarlara da göz koymak gerekir.
Gelelim Cumhuriyete… Cumhuriyet; her gerçek cumhuriyet, doğası gereği katılımcıdır, eşitlikçidir, demokratiktir. Cumhuriyet ve demokrasiyi karşı karşıya getirmek, cumhuriyet sanki demokrasiyi içermiyormuş, hatta itiyormuş yönünde söylem tutturmak, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak gibisinden sözler etmek yanlıştır. Cumhuriyet azaltılarak, demokrasi çoğaltılamaz. Cumhuriyet ve demokrasi birbirinin zıttı, karşıtı, seçeneği olarak yansıtılamaz. Her gerçek cumhuriyet demokratiktir. Ama her demokrasi, cumhuriyet olmayabilir. Nitekim ABD, İngiltere, İsveç böyle ülkelerdir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün amaçladığı Cumhuriyet de, her gerçek cumhuriyet gibi eşitlik, özgürlük, katılımcılık, adalet, dayanışma ilkeleri üzerinde yükselir. Aydınlanmacıdır. Akıl ve bilimi esas alır. Ekonomik düzlemde kamucudur, toplumcudur, planlamacıdır. Altı okun ikisi, yani halkçılık ve devletçilik, ekonomik temelli oklardır. Atatürk’ün, “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demesi bundandır.
O yüzden, emperyalizmin, yanına etnik ayrılıkçıları, liberal numaracı cumhuriyetçileri ve siyasal İslamcıları alarak Cumhuriyete çullanması nasıl şaşırtıcı değilse, neo liberalizmin, post modernizmin, akıl, bilim ve ahlaka saldırırken en fazla Cumhuriyeti hedef alması da şaşırtıcı değildir.
Çok Okunanlar

İsmail Saymaz'ın hesabına geçen 8 milyon TL'nin kaynağı ne?

'Yargı mensuplarına çok kızdı' iddiasını bir kez daha gündeme getirdi

Asgari ücretliye yüzde 30 Sarayın danışmanlarına 10 kat zam!

İmamoğlu'nun diplomasını iptal ettiren isim ortaya çıktı

Şehitlere saygı yürüyüşü bile 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik' sayıldı ya!..

'Türkiye, Trump, Netanyahu mutabakatı': BOP eşbaşkanı vurgusu

Medyada itibar suikastları, Duydum, bir arkadaşım anlattı gazeteciliği ve Levent Gültekin'e öneriler

İmamoğlu’nun diplomasının iptali yargıya taşındı

AKP içinde gençlerin serbest bırakılması kavgası

Gazeteler CHP'nin 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitingini nasıl gördü?