Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,6648
Dolar
Arrow
33,9136
İngiliz Sterlini
Arrow
44,6300
Altın
Arrow
2790,0000
BIST
Arrow
9.685

Ulusaldan Küresele Bir Bayramın Düşündürdükleri

Geçtiğimiz hafta Büyük Zafer’in 102. yılını idrak ettik. Her ne kadar 30 Ağustos’u, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgale uğramış Anadolu’nun kurtuluş günü olarak kutlasak da kuşkusuz Türk ordusunun Yunan ordusunu mağlup etmesi tarihimiz açısından daha geniş bir anlama sahipti. Bir başka deyişle Zafer, aynı zamanda siyasiydi. İmparatorluktan ulus-devlete, monarşiden cumhuriyet rejimine giden yolda önemli bir mihenk taşıydı. Ve nihayetinde, sadece ülkenin değil Atatürk’ün siyasi geleceği için de bir dönüm noktası olmuştu. 30 Ağustos da dahil her millî bayramımızın bu denli tartışmalı geçmesi de bilhassa bu siyasal alt-metinle düşünüldüğünde anlam kazanıyor. 

Bu bağlamda geçtiğimiz hafta da istisnai olmadı. Bayram siyaset ve kamuoyu nezdinde sadece içteki siyasal dinamiklerle değil artık ondan çok da ayrı düşünülemeyen dış politikaya değen konularla da tartışıldı. Tartışmaların birçoğunun kendi içinde epeyce çelişkiyi de içinde barındırdığını söylemek gerek. Bu konuda kuşkusuz, birinciliği Diyanet’e vermek lazım. Neredeyse tüm Türkiye her ulusal günde Atatürk’ün Diyanet tarafından anılıp anılmayacağına kilitlenmiş vaziyette oluyor. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı, aslen bir Cumhuriyet kurumu. Antiklerik olduğu söylenegelen erken Cumhuriyet döneminde kurulmuş bu devlet kurumunun bugün 200 binin üzerinde personelinin ve birçok bakanlıktan daha büyük bütçesinin olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Tüm bunlar Diyanet’in, cumhuriyet rejimi ile ilgili fikrinin bu kadar bulanık olmasını ayrıca çelişkili kılıyor. Yapısal olarak büyük farklılıklar olmakla birlikte bugünün “ilmiyesi”nin imparatorluk dönemindekiyle olası sınıfsal ayrımları üzerine yapılmış ya da yapılacak mukayeseli bir çalışma da bu konuda daha anlamlı bazı yorumlar ortaya çıkarabilir. 

Bu bayramın bir başka tartışma konusu MSÜ’deki mezuniyet töreniydi. Öncelikle, Kara, Deniz ve Hava Harp Okulu’nun dönem birincilerinin hepsinin kadın olması ülkemiz adına hakikaten övünülecek bir durum. Gurur duydum. Diğer yandan mezuniyet törenindeki yemin ve slogan hadisesi büyükçe bir tartışma yarattı. Gençler, ki muhtemelen çoğu 2000 sonrası doğmuş bir kuşağın temsilcileri, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz dedikleri için bir kesim tarafından neredeyse darbeci ilan edildi. Burada sloganın toplumsal olarak nasıl kavrandığı bir yana koyuyorum. Geleneksel olarak Zafer Haftası’nda mezuniyet törenini gerçekleştiren ve içinden cumhuriyeti kuran Atatürk’ü çıkarmış bir kurumun öğrencilerinin sırf Atatürk’ü andığı için hoyratça eleştirilmesini bir hayli sorunlu buluyorum. Ama bu meselenin kanımca en çelişkili kısmı olayın kendisinden daha çok bu slogandan “biz bu filmi görmüştük” diyerek rahatsız olan bir vekilin, Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu parti listesinden meclise girmiş olmasıdır. Bu liste meselesinin, tartışılmaya devam etmesi gerektiği konusunda sanırım birçok kişi hemfikirdir. 

Gelelim, bu yazının çıkış noktasına. Aslında bu yazıyı yazma isteğim, hâlâ Twitter dediğim X’teki bir kutlama iletisinden sonra oluştu. O da NATO’nun İzmir’de konuşlu Müttefik Kara Komutanlığı’nın (LANDCOM) yazdığı tebrik mesajı, daha doğrusu o mesajda kullandığı görseldi. Cevabi yorumlara kapatılmıştı ancak Türk kullanıcıların tepkileri bir önceki iletinin – 20 Ağustos Macaristan Devlet Kuruluş Günü – altına dahi taşınca tebrik silinerek yeni bir görsel ile yeniden yayınlandı. Tahmin edileceği gibi bu yeni ileti de cevaplara kapalıydı. Aslında NATO’nun 30 Ağustos ile imtihanı, daha öncesine dayanıyor. 2022 yılında yine LANDCOM tarafından yazılan bir tebrik, Yunan Dışişleri’nin resmî şikâyeti sonrasında silinmiş ve bu kez de Türkiye’de tepkilere sebep olmuştu. Zaten Türkiye ve Yunanistan gibi ulusal devletlerini birbirlerine karşı savaşlarla kurmuş iki ülkenin ittifak içindeki ilişkilerini yönetmek, Kıbrıs meselesinin sürekli bir gerginlik ortamı yarattığı 1960’lardan sonra hem NATO hem de ABD açısından hep zorlu olmuştu. Bu konuda bir devamlılık olduğuna işaret etmek gerek.  

Söz konusu görsel, Afrin’de bir hastanenin önünde sıra oluşturmuş Suriyelileri ve nöbet tutan bir Türk askerini gösteriyordu. Türk kullanıcılar seçilen fotoğrafa NATO’nun – ve hâliyle ABD’nin- Türkiye’ye biçtiği demografik düzen üzerinden tepki gösterdi. Bilindiği üzere, geçici koruma altındaki Suriyeliler ve diğer düzensiz göçmen/sığınmacı gruplar bugün Türkiye’de en çok tartışılan konulardan bir tanesi. Sonuç olarak gelen tepkiler üzerine, üye devletlerin bayrakları önündeki bir Türk askerinin fotoğrafı kullanılarak yeni bir mesaj yayınlandı ancak tartışma sürdü. Birçok kişi, fotoğrafın bir halkla ilişkiler ya da kamu diplomasisi hatası olduğu konusunda hemfikir oldu. Ancak, tam da Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesinin ve dahası Suriye’deki Türk varlığının tartışıldığı günlerde böyle bir fotoğrafın bir kamu diplomasisi krizinin ötesinde olup olmadığını da sorgulamak gerek. Zira şu an ele aldığım vaka ile doğrudan bir bağlantı kurulamasa bile, Türkiye’nin değişmeye teşne Suriye politikası Türk dış politikasına etki eden uluslararası aktörlerin bölgesel denge hesaplarında bazı değişiklikler yaratacaktır. Bilindiği üzere ABD, Türkiye’nin Rusya’nın kolaylaştırıcılığıyla Suriye’deki politikasında değişime gitme düşüncesine pek de olumlu bakmadığını açıklamıştı. Washington’ın hesaplarında bu, Rusya ve İran’ın bölgede zaten ayan beyan bilinen etkisinin daha da artması anlamına geliyor. Ezcümle ABD, şu an için Türk askerinin Afrin’de nöbet tutmasını yeğleyen bir pozisyonda duruyor. 

Bu denklemin içinde önemli bir yere sahip olan Rusya’ya yine 30 Ağustos üzerinden baktığımızda ise bir başka sembolizm görüyoruz. Aynı gün, NATO’nun tepki uyandıran fotoğrafının aksine, Ruslar ulusal kurtuluş mücadelemiz sırasındaki Sovyet yardımlarını vurgulamayı tercih etmişti. Rusya birkaç senedir 30 Ağustos’u Sovyet General Kliment Voroşilov ve Mihail Frunze’nin görülebileceği Taksim Cumhuriyet Anıtı’nı da içeren birkaç fotoğrafla kutluyor. Son yıllarda çokça tartışılan ve bölgesel ve iktisadi meselelerde gerçekleşen Türk-Rus yakınlaşmasını yansıtır nitelikte bir iş doğrusu. Zaten bu yakınlaşmanın tarihsel dinamiklerini vurgulamak için ortaya konacak bir başka periyodik örnek bulmak da oldukça zor. Uluslararası sistem değişikliğinin ikili ilişkilere etkisi, bunun birçok Türk dış politikası uzmanı tarafından stratejik otonomi kavramına atıfla açıklanması ve dahası tüm bu dönüşümün tarihsel analojiyle ilişkisi ise eleştirel bir başka yazının teması olsun…