Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.550

Eğitimde sessiz devrimin maliyeti

Geçtiğimiz hafta Millî Eğitim Bakanı Sinop’ta bir okulun açılışını yaparken son yirmi yılda Türkiye’nin eğitim anlamında sessiz bir devrim gerçekleştirdiğini belirtti. Bu köşede çoğunlukla çalışma alanım olan Türk dış politikasının güncel ve tarihsel tartışmalarına dair bir şeyler yazma hedefindeyim. Ancak, yeni bir eğitim-öğretim yılını karşıladığımız bu günlerde, bakanın da sözleri üzerine düşünerek birkaç noktaya dikkat çekmek ve eğitimde gerçekleşen dönüşümün izdüşümünü yazmak istedim. 

Bana kalırsa Türkiye’de eğitimde gerçekleşen -ve pek de sessiz olmayan – dönüşümün en önemli dinamiklerinden bir tanesini eğitimin “özelleşmesi” oluşturuyor. Türkiye, geçtiğimiz on yıllarda, eğitim ve sağlık gibi ücretsiz ya da düşük ücretle devlet tarafından sunulan bazı kamu hizmetlerinde dikkat çekici bir özelleşme dalgası yaşadı. Piyasa merkezli bu süreç, Anayasa’nın 2. maddesindeki “sosyal devlet” ilkesinin aşınmasıyla da yakından ilişkili. Zira, devletin vatandaşına verdiği sosyo-ekonomik haklarla hem sosyal adaleti sağlama hem de talebi canlı tutarak ekonomiyi krizlerden koruma anlayışına dayanan bu mefhum küreselde de yerelde de piyasaya yenilmiş gibi görünüyor.

Bunun eğitime yansımasını Türkiye özellikle 2000’li yıllardan itibaren deneyimlemeye başladı. Eğitim artık “kamu hizmeti”nden daha ziyade bir “sektör” olarak anılır oldu. Durumu anlamak için çok fazla istatistiki bilgi vermeye de gerek yok. Sanıyorum, 2000’lerin başında özel okulların oranının yüzde iki civarında olmasına rağmen, 2023 itibarıyla bu oranın yüzde yirminin üzerine çıkmış olması, durumu özetler vaziyette. Eğitimin bir sektör olarak bu denli gelişmesinin ardında, devletin özel okullara vergi muafiyeti ya da indirimi gibi sağladığı bazı teşvikler de var. 

Ancak şunu da söylemek lazım, Türkiye’deki bu artışı sadece piyasalaşma ile aktarmak meseleyi oldukça eksik bırakır. Madem sektörel bir girişimden bahsediyoruz, bu arzın bir de talep kısmına bakmak gerekir. Ancak belirtmek gerekir ki çocukluğunda çoğunlukla mahalle mektebine gitmiş veliler bir gecede özel okul meftunu olmadı. Bu da eğitimde yaşanan bu sessiz devrimin diğer bileşeniyle yakından ilişkili: eğitimin çağdaş, laik ve bilimsel niteliğini giderek kaybetmesi. Önceki hükümette Millî Savunma Bakanlığı da yapan eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, yine geçtiğimiz hafta eğitimin amacının bilgi edinmek değil kişiye Allah’tan korkma kuldan utanma duygusu aşılamak olduğunu açıkladı. Bunun böyle olmadığı yerdeyse ateistin, deistin, LGBT’nin ve uyuşturucunun olacağını vurguladı.

Bu sözleri buraya taşımamın sebebi, sözlerin beklenmedik ve şaşırtıcı olması değil. Aksine bu sözler eğitimde yıllardır sistematik olarak gerçekleşen dönüşümü güzel ve güncel bir biçimde özetliyor. Zira, evrensel ve bilimsel eğitimin yerine konan milli/manevi değerler söylemi kendisini, bizim kuşağın “düz lise” dediği liselerin ortadan kalktığı imam hatipleşmede, din derslerinin sayısının/saatinin artışında, tek tipleştirici bir değerler eğitiminde, fen bilimlerinden katbekat fazla gerçekleşen din kültürü öğretmeni atamalarında ve en son milli ve manevi değerler manzumesi sıfatıyla ortaya konan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde gösterdi ve göstermeye de devam ediyor. Böyle bir ortamda, bilimsel eğitim ücretsiz bir kamu hizmetinden ziyade, ulaşmak için maddi bir bedel ödenmesi gereken bir ürün haline geldi. Öyle ki, örneğin orta sınıfların gözünde otuz sene evvel kolejler – üst düzey birkaç tanesi hariç –çok da matah olmayan ve kamu okullarına nispetle daha başarısız öğrencilerin gittiği kurumlardı. Bugün ise uğruna eve giren iki maaştan birinin feda edildiği yerlere dönüştüler. Tabii, bu işin bir başka tarafının nitelikli eğitimin yanı sıra bir yaşam tarzı satın almak olduğunu söylemek gerekir. Zira, özel okulların hepsinin nitelikli eğitim sunduğunu iddia etmek de pek akıllıca değil. (Bir parantez de çalışan anneler için açmak isterim. Devlet okullarının birçoğunun yarım gün olması, eşlerin her ikisinin de çalıştığı aileleri mecburi biçimde özel okul seçeneğine itiyor) Sonuç olarak eğitimdeki bu dönüşümün ailelere yüklediği bir maliyet var. Ki bu maliyet, içinde bulunduğumuz iktisadi koşullarda ciddi bir biçimde artmış durumda. 

Ama bundan çok daha önemli bir maliyetten de söz etmek gerekir: Türkiye’nin geleceği. Sonuç olarak ülkenin çocuk ve gençlerinden bahsediyoruz. Manevi değerlerin öne çıkarıldığı ve bilimsel niteliğin bu manevi değerlerle çelişmediği sürece müfredatta yer bulabildiği Türkiye eğitiminin uluslararası sıralamalardaki yeri, parçası olduğu OECD ülkelerinin altında görünüyor. Üstelik bahsettiğimiz sonuçlar sadece matematik, fen bilimleri değil, okuma becerisi gibi alanları da kapsıyor. Diğer yandan, nitelikli eğitim alanlarla, buna erişemeyenler arasındaki makas da giderek açılıyor. Bu, hem sosyo-ekonomik hem sosyo-kültürel ayrımlara ve aynı zamanda ayrışmalara da tekabül ediyor. İmam Hatip nesli gibi kavramlardan bugün daha çok bahsedilmesi veya sınav birincisi olan çoban çocuk hikâyelerinden daha az söz edilmesi bu durumun örneklerini oluşturuyor. 

Ekonomik kriz, eğitimdeki sorunları da fırsat eşitsizliğini de derinleştiriyor. Bu alanda birbirine taban tabana zıt birçok şeyden bahsetmeye başladığımızın herkes farkındadır sanıyorum. Bir tarafta, uluslararası bakalorya programlarını konuştuğumuz, Almanca eğitim veren liselerin sonrasında daha çok şey vadettiği için daha popüler hale geldiğini analiz ettiğimiz bir dünya var. Bu analizlerin çoğu hep “yurtdışına kapağı atma” hayaliyle son buluyor. Bunlar kesinlikle yersiz ya da haksız da değil. Diğer tarafta ise, artan (ilk)okullaşma oranlarına rağmen, özellikle orta okuldan sonra okulu bırakma oranlarının yükselişini gözlemliyoruz. Bu oranların artışını yoksulluk ve derinleşen yoksullukta eğitimin öğrenciye bir şey vadetmiyor oluşuyla ilişkilendirebiliriz. Zaten artan çocuk işçiliği oranları da buna işaret ediyor. Erkek çocukların okulu bırakıp iş gücüne katıldıkları yerde, bir de ne istihdamda ne de eğitimde olan kız çocukları var ki, sanırım bunu da “değerler” ile “asli görevler” ile açıklayacak olan çoktur. Bu da dönüşümün yüksek sosyal maliyeti olsa gerek…