Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6287
Dolar
Arrow
34,8925
İngiliz Sterlini
Arrow
44,3362
Altın
Arrow
3006,0000
BIST
Arrow
10.125

'Süleyman Soylu'nun adını vermezsen müebbet alırsın'

Günlerdir “suç örgütü lideri” olduğu iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan davasında yaşanan gizli tanık rezaleti konuşuluyor.

28’i tutuklu 61 sanıklı bu davanın 15-26 Nisan tarihleri arasında yapılan duruşmalarının tümünü izlediğim için en sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim; “çok önemli” denilen bir dosya bu kadar mı ele yüze bulaştırılır?.. Soruşturma, iddianame ve yargılama süreçleriyle bir iş bu kadar mı kötü yönetilir?!

Tabir-i caizse, önümüzdeki alt tarafı bir “mafya” davasıydı. Gerek operasyon ve soruşturma gerekse de iddianame aşamasında verilen bilgilere göre, bir “suç örgütü” çökertilmiş ve her davada olduğu gibi daha yargılama başlamadan hüküm kesilmişti.

Gizli tanığın ifşaatlarından sonra ortaya çıkan gerçek ne? Çok kez tanık olduğumuz üzere; demek ki, tümüyle polislerin getirdiği bilgilerle hazırlanan iddianameler Allah kelamı değilmiş!..

DAVADAN ÖNEMLİ NOTLAR

Ayhan Bora Kaplan’ın Esenboğa Havaalanı girişinde görkemli bir operasyonla yakalanmasıyla açılan dosyanın bu aşamaya geleceği, adeta yargılamanın başladığı ilk günden belliydi.

Nasıl belliydi; sırasıyla anlatalım.

Sanıklar da avukatlar da; iki numaralı sanık iken –valeler bile tutuklanmışken- tutuklanmayıp elektronik kelepçe adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılan, sonrasında yurtdışına kaçan/kaçırılan ve şimdilerde Emniyet’te yaşananları itiraf eden Serdar Sertçelik’in, davanın en önemli gizli tanığı olduğunu biliyordu. Örneğin Ayhan Bora Kaplan gizli tanık için, “Nasıl benim önüme ifade koydularsa ona da verdiler. Gizli tanık emniyete ne zaman gelmiş, ne kadar kalmış; bakılsın. Benim bildiğim, duyduğum; Savcı ifadesini almadı. Emniyette hazırlandı, Savcı’nın bilgisayarına yüklendi, orada imzalandı.” iddiasında bulununca Mahkeme Başkanı, bunları nereden bildiğini sordu. Kaplan’ın, “Biliyor, duyuyoruz.” cevabı üzerine Başkan, “‘Savcı suç işledi.’ diyorsun.” yorumunu yaptı. Kaplan da, “Araştırılıp bakılsın.” karşılığını verdi.

Bir başka sanık; polislerin kendisini de gizli tanık yapmak istediğini, önce kabul ettiğini, ancak kendisini kurtarmak için 40 kişiyi yakması istenince bunu reddettiğini anlatırken, “Bu gizli tanıkla aynı anda sorgudaydım. Polisler onu telefonla ünlü bir gazeteciyle görüştürdü. Bana, ‘Seni de görüştürelim.’ teklifinde bulundular, ama kabul etmedim.” iddiasında bulundu.

Ezcümle Ergenekon’daki “Osmanım” vak’ası gibi. Hem sanık hem gizli tanık ve de firari bir figürle karşı karşıyaydık!..

Başka?

İlk günden sanık avukatları, Savcılığın yıllar önce kovuşturmaya yer yok kararı verdiği dosyalar üzerinden davanın açıldığını vurguladı… O dosyalardaki telefon konuşma tapelerin imha edilmiş olması gerekirken imha edilmeyip yeniden çözümü yaptırılarak delil olarak kullanıldığını, bunun da hukuka aykırı olduğunu anlattı. Hatta bir avukat, mahkemenin bu yanlıştan dönmesini isterken, “Aksi halde gün gelir, 17/25 Aralık tapeleri de sorulur.” uyarısında bulundu.

Ancak çok temel noktalardaki bu itirazlara Mahkeme’nin cevabı; “Nihai kararla birlikte değerlendiririz.” oldu.

Başka?

Tüm sanıklar ifadelerinin baskı altında, hatta işkenceyle alındığını öne sürdü. Örneğin Bora Kaplan, sorgudaki mülakatlarda Süleyman Soylu ve bazı emniyetçiler hakkında bilgi vermesinin istendiğini, önüne 40-50 kişilik liste konduğunu, bunu imzalamayınca tehdit edildiğini söyleyip o polislerden bazılarının duruşma salonunda olduğunu belirtti… Bir başka sanık da, “İfademi alan polis arkada oturuyor. Az bir şey vicdanı, merhameti, Allah inancı varsa, ‘Senin ifaden okutturuldu.’ desin.” diye konuştu.

Manzara şuydu: soruşturmayı yapıp ifadeleri alan KOM’un polisleri duruşma salonunda oturuyor ve harıl harıl not alıyordu. Avukatlar, bu polislerin salonda bulunmasının adil yargılama ve savunma hakkını ihlal ettiğini, müvekkillerde tedirginlik yarattığını, ayrıca soruşturma süreciyle ilgili olarak ileride tanık olarak dinlenme ihtimallerinin bulunduğunu belirterek kimlik tespiti yapıldıktan sonra salondan çıkarılmalarını istedi.

Ancak Mahkeme, “Soruşturma evresinde tespit edilmiş delilleri değiştirme ihtimali olmaması, duruşmaların aleniyeti ilkesi ve polislerin dışarı çıkarılması için somut bir sebep bulunmaması” gerekçeleriyle bu talebi reddetti.

Başka?

Dosyadaki en önemli müştekisinin 8 ayrı ifadesi olduğu, daha önceki ifadelerinde olmayan isimlerin yeni ifadelerine eklendiği ve bu kişinin dolandırıcılıktan beş, yaralamadan bir sabıkası olduğu ortaya kondu.

DAVA EYLÜL’DE BİTİRILECEKTİ

Duruşmalar bu minvalde giderken; Savcı’nın sanıklara tek bir soru sormadığını, Mahkeme Başkanı’nın da uzun uzun telefon tapelerini okuyup bunlara ilişkin soru yönelttiğini, ayrıca davayı en geç Eylül’de bitirmek üzere bir program yaptığını kaydederek davanın son gününe gelelim.

Mahkeme Başkanı 8 sanığın tahliyesine karar verildiğini açıklarken, gizli tanıklardan “M7’nin beyanlarının doğruluğu konusunda Emniyetin çalışma yapıp 1 klasör evrak hazırladığını, bunun dosyaya geldiğini, avukatların inceleyebileceğini” söyledi. Ardından da Savcılığın, “M7”nin kontrol tedbirlerine uymadığı için dinlenmek üzere duruşmada hazır edilemeyeceği yönünde yazı gönderdiğini kaydedip, “Soruşturma aşamasındaki beyanlarıyla yetineceğiz.” dedi.

İşte “M7” denilen ve firar ettiği bildirilen bu gizli tanık, şimdi yurtdışından konuşarak davanın sorgulanmasına yol açan Serdar Sertçelik’ten başkası değildi. O duruşmada Mahkeme Başkanı’nın şöyle önemli bir açıklaması daha oldu:

Emniyet Tanık Koruma Şube Müdürlüğü, diğer gizli tanık “Ü5”in kimliğinin deşifre edilmesi girişiminde bulunulduğu uyarısı yapmış, Mahkeme de bunun üzerine onu celse arasında dinlemişti. Başkan, bunu anlattıktan sonra isteyen avukatlara o ifade alma görüntülerinin verilmesinin, soruları varsa bunları yazılı olarak bildirmeleri halinde gizli tanığın celse arasında yine dinlenmesinin kararlaştırıldığını söyledi.

Bu yapılan, kelimenin tam anlamıyla hukuk skandalıydı. Evet, bir gizli tanığın kimliğinin deşifre olma ihtimali varsa celse arasında dinlenmesi normaldi. Ancak öncesinde avukatlara bilgi verilip sorularının alınması ve bunların da yöneltilmesi gerekirken, adeta kendileri pişirip kendileri yemiş, sonrasında ise bu hatanın telafisi için olsa gerek, ikinci kez dinleme yöntemi bulunmuştu. Oysa bir gizli tanığın ikinci kez dinlenmesi görülmüş şey değildi. Bu da oldu!..

Hasılı; o günlerde duruşmalarda yaşananlar da gizli tanıklarla ilgili bu gelişmeler de kimsenin ilgisini çekmedi.

Ta ki, gizli tanık Serdar Sertçelik yurtdışından konuşmaya başlayana kadar!..

Sonrasında olanları biliyorsunuz; Sertçelik’in iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatıp Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne mülkiye müfettişleri gönderdi. Ardından soruşturmanın selameti açısından Ankara İl Emniyet Müdür Yardımcısı, KOM Şube Müdürü ve Müdür Yardımcısı görevlerinden uzaklaştırıldı. Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın polisler hakkında resen soruşturma başlattığı bildirildi. Eski AKP Milletvekili Şamil Tayyar’ın bildirdiğine göre MİT devreye girmiş, ayrıca Erdoğan da süreci yakından takip ediyormuş.

Dosyayı Emniyet hazırlamış… Flaş operasyonlar yapılmış… Savcı, iddianame yazmış ve bu iddianame üzerinde kamuoyunda hüküm oluşturulmuş… Mahkeme yargılamaya başlamış… Gelinen nokta bu… Böylesi bir silsilede -anlaşılan o ki- dosyadaki eksiklikler, çelişkiler, yanlışlar, gariplikler nasıl olduysa hiç kimsenin dikkatini çekmemiş!..

BORA KAPLAN’A SADECE SİYASILER DEĞİL ADİL ÖKSÜZ DE SORULDU

Serdar Sertçelik’in anlattıklarından sonra Ankara’nın ve siyasetin niye böylesine karıştığına gelmeden önce bazı notlar daha aktaralım.

Öncelikle Sertçelik’in iddia ettiği, “Süleyman Soylu, Hasan Doğan, Bekir Bozdağ, Abdülhamit Gül, Fahrettin Koca, Mücahit Aslan, Yüksel Kocaman” gibi isimlerin Bora Kaplan’ın ifadesine de konulmak istendiğini öğrendik.

Dahası; Kaplan’a, 15 Temmuz’un önemli ismi Adil Öksüz’ün nasıl firar ettiği bile sorulmuş.

Kaplan’ın ikinci bir ifadesi daha var; “Ek ifade vermek istedi” denilen, gerçekte ise suç örgütü liderliğinden tutuklandıktan sonra geçtiğimiz Mart ayında ikinci kez, “kara para aklama” suçlamasıyla tutuklanmasına ilişkin ifade. Suç örgütü liderliği soruşturmasını yapan ve açılan soruşturmadan sonra görevlerinden uzaklaştırılan polislerin de arasında olduğu bir grup polis, kara para suçlamasıyla ilgili ifadesini almak üzere Kaplan’ın cezaevinde olduğu İzmir’e gitti.

Bu ifadeye ilişkin iddia şu; polisler, “Süleyman Soylu ve Sadık Soylu’nun adını söyle. Senin için iyi olur. Yoksa müebbet alırsın.” demiş.

KİM KİME OPERASYON ÇEKİYOR?

Davanın önemi ve ilgi çekmesinin sebebi; operasyonunun Süleyman Soylu’yu köşeye sıkıştırmak için yapıldığının öne sürülmesi, beraberinde 15 Temmuz darbe teşebbüsünde TRT’nin önüne giden Bora Kaplan’ın elindeki kalaşnikofları nereden bulduğunun sorgulanacak olmasıydı.

Ama son gelişmelerden sonra operasyon yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya döneminde göreve getirilen Ankara Emniyet Müdürlüğü ekibine yöneldi.

Beraberinde de kulislerde; geçen yıl gündeme gelen ve Soylu’nun sert bir şekilde yalanladığı, “Soylu, Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı’nı engellemek için hakkında ‘FETÖ dosyası’ hazırlayıp Erdoğan’a sundu.” iddiası yeniden konuşulmaya başlandı.

O değişim sürecine ilişkin başka detayları da aktaralım. Bilindiği gibi, Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP, Soylu’nun görevde kalmasını istiyordu, ama Erdoğan Yerlikaya’yı atadı. Bu değişiklikle birlikte Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Soylu ile arası açık olan Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan’ın getirilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. İddia o ki, MHP’nin rezervi sonucu bu atama gerçekleşmedi ve Genel Müdürlüğe Eskişehir Valisi Erol Ayyıldız atandı. Ayyıldız da Eskişehir’de birlikte çalıştığı, sonra Konya Emniyet Müdürü olan Engin Dinç’i Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne getirdi. Dinç’in en önemli özelliği ise 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olmasıydı.

Sadede gelirsek; Bora Kaplan operasyonunu alây-ı vâlâ ile duyuran, iddianame üzerinden hüküm veren ve yargılama süreciyle hiç ilgilenmeyen iktidar medyası mensupları, şimdi, “Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’nde görevden uzaklaştırılan üst düzey isimlerin AKP’ye 17/25 Aralık benzeri bir emniyet kumpası kurmak istediğini, ana hedefin Erdoğan olduğunu”,

“FETÖ vari gizlik tanık kullanılarak, AK Parti döneminde kirli bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıktığını göstermenin amaçlandığını ve FETÖ’nün fiziken uzakta olsa da aklının hâlâ devletin kılcal damarlarını kemirmeye devam ettiğini” yazıp çiziyor.

Öyleyse, yine bu yazarlardan birisinin ifadesiyle, “Ört ki, ölem”!..

Söylendiği gibi, “FETÖ işi” midir, AKP içindeki veya polisteki ekipler arası savaş mıdır, topyekûn “AKP ve Erdoğan’a operasyon” mudur, bilinmez; ama “Bu kadar AKP’linin ismi geçene kadar nerelerdeydiniz?” deyip şunları sormakla yetinelim:

O polisleri kim/kimler göreve getirdi?.. Soruşturmayı yaparken kimden, kimlerden emir aldılar?.. Bu kadar hukuksuzluğu kime, kimlere güvenerek yaptılar?.. Onca temizliğe rağmen Emniyette hâlâ “FETÖ” varsa sorumlusu kimlerdir?.. Ve dahi yargı ayağının şu tabloda hiç mi sorumluluğu yok ki, fatura sadece polislere kesiliyor?

Son bir not:

Hukuk fakültelerinde “Bir iddianame nasıl yazılmaz?” dersi olarak okutulması gereken Sinan Ateş suikastı davasının da Bora Kaplan davasına bakan Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’ne düşmesi bir tesadüf müdür?!

Müyesser YILDIZ

12 Mayıs 2024