1990’lı ve 2000’li yıllar ülkemizde özelleştirme kavramının sıkça tartışıldığı yıllardı. Kısaca KİT olarak bilinen kamu iktisadi teşebbüslerinin verimli olmadıkları ve zarar ettikleri gerekçesiyle hızlı bir şekilde özelleştirildikleri bir dönem yaşandı.
KİT’lerin işletmesi kamu tarafından yapılmakta ve mülkiyeti de en nihayetinde tüm yurttaşlara aitti.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren devlet tarafından kurulan fabrikalar ve işletmeler ekonomik bağımsızlığımızı sağlamamız amacıyla hayata geçirilmiş projelerdi. Atatürk tarafından birer kale olarak adlandırılan bu fabrikalar ile dışa bağımlılığı azaltmak, üretmek, halkı doyurmak, giydirmek amaçlanmıştı.
Üzerinde çok konuşulması gereken Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası bunların en güzel örneklerindendir.
Bugün hala bu nitelikte olan, mülkiyeti kamunun olan işletmeler mevcut olsa da sayıları azalmıştır.
İşletmelerin verimsiz olmaları, rekabetçi olamadıkları veya gereğinden fazla çalışan istihdam edilmesi gerekçeleri öne sürülmüş olsa da aslında doğru bir yönetimle bu sorunlar bertaraf edilebilirlerdi. Ancak tercih edilmedi. Kötü örnekler öne sürülerek asıl amaç perde gerisinde tutulmaya çalışıldı. Kamunun yarattığı ve düzgün yönetilirse son derece kârlı olabilecek değerlerin el değiştirmesi amaçlandı.
Mülkiyeti kamuya ait bu işletmelerden telekomünikasyon şirketi sadece taşınmaz malları fiyatına satıldı. Petrol rafinerisi özelleştirilirken özelleştirme bedeli olarak işletmenin 6 aylık kârı ve 2 senelik cirosu tutarında bedel ödenmişti.
Özelleştirmelerden bahsederken Mümtaz Soysal’ı ve verdiği mücadeleyi anmamak olmaz.
İstenilse gayet verimli şekilde çalıştırılabilecek bu işletmelerin neredeyse yok pahasına elden çıkartılmaları yalnızca iktisadi olarak yanlış bir karar değildi. Petrol rafinerisi, telekomünikasyon şirketi ve altyapısı, liman işletmeciliği, maden işletmeciliği gibi alanlar aynı zamanda ulusal güvenlik konusu.
Serbest ticaret ve özel mülkiyetin kutsandığı ABD’de yukarıda saydığım alanlarda örneğin Çin Halk Cumhuriyeti kaynaklı bir sermaye sahibinin mülkiyet edinmesi çok olası değildir.
İsminin önünde gösterişli unvanlar bulunan kişileri ekranlara çıkarıp dünyadan da örnekler verdirerek kamunun neden çeşitli alanlarda faaliyet göstermemesini, özel mülkiyetin bu alanlarda nasıl katma değer yarattığını anlattırabilirsiniz.
Ancak, gerçek değişmeyecektir.
Yapılan iş aslında servet transferidir. Kamuya ait bir değeri özel mülkiyete teslim etmektir.
Konu sadece hepimize ait olan değerlerin el değiştirmesi veya ulusal güvenlikten ibaret değil.
Halk sağlığı da tehdit altında.
2004 yılında özelleştirilen Tekel’in alkollü içecekler bölümünü 292 milyon ABD Doları karşılığı satın alanlar, birkaç sene sonra 810 milyon ABD Doları karşılığı yabancı sermayeli bir ortaklığa satmışlardı.
Açık şekilde görüleceği üzere alkollü içecek pazarı bundan neredeyse 20 sene önce de kârlı bir alandı. Bugün de artan nüfus, gelir düzeyinin yükselmesi ve sair nedenlerden ötürü alkollü içeceklere olan talep azalmamaktadır. Alkollü içeceklerin üzerindeki ağır vergi yükü hazine için düzenli ve peşin alınan bir vergi niteliğinde olsa da alım gücü her gün düşen yurttaş için bu ürünlere ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
Yakın zamanda sıkça duyduğumuz sahte alkollü içecek tüketimi kaynaklı zehirlenme ve ölüm vakalarının arkasındaki neden alkollü içkilerin yüksek fiyatlarıdır.
Devlet elbette alkol tüketimini teşvik etmeyecektir, ancak alkollü içkiler üzerindeki yüksek vergilerin yol açtığı sağlık sorunlarını da göz önünde bulundurarak düzenleme yapmalıdır. Düşük alkollü içeceklerin vergi oranlarını düşürmek, çeşitli içki kategorilerinde nispeten ucuz fiyatlı ürünler piyasaya sürmek gibi seçenekler düşünülebilir.
Mevzuat değişikliği ile alınabilecek önlemler, sağlanacak kolaylıklar olsa bile yine de uygulama üretim tesisi sahibi özel kişinin takdirine kalmaktadır. Özel mülkiyete tabi bir işletmede yegâne amaç kârlılık olacak, halk sağlığı hedefler arasında olmayacaktır.
Oysa ki kamunun sahibi olduğu alkollü içki üretim araçlarıyla üretimi planlayarak;
*Alkol bağımlılığı ile mücadele,
*Hazinenin en verimli şekilde gelir ve vergi elde etmesi,
*Halk sağlığının korunması,
dengeli bir şekilde sağlanabilirdi.
Özelleştirilen bir kömür ocağında yetersiz iş güvenliği sonucu yaşanan kazalar veya devletin alkollü içecek üretiminden tamamen çekilmesi de halk sağlığı sorunu yaratmaktadır.
Tacir olmak, kâr zarar hesabı yapmak elbet önemlidir, ancak kamunun ortak yararı ve halk sağlığı piyasanın vicdanına bırakılmayacak konulardır.
Romalı senatör Cato’nun ilgili veya ilgisiz her konuşmasını “Kartaca yıkılmalıdır” ile bitirmesi gibi tekrar etmekte fayda var; hayatta her şey siyasidir.
Çok Okunanlar

Ferhat Göçer'den çarpıcı Volkan Konak açıklaması: 'Defalarca uyardım...'

Bir kare fotoğrafın faturası...

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan olağanüstü kurultay açıklaması! Aday olacak mı?

Gelinim Mutfakta 1 Nisan Salı puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

Reyting sonuçları açıklandı! 31 Mart Pazartesi günü en çok izlenen yapım ne oldu

Allah Sayıştay'dan razı olsun, iyi ki var

İmamoğlu'nun tutuklanması seçim sonuçlarını etkiledi

Volkan Konak'ın ölmeden önceki ana ait yeni görüntü ortaya çıktı!

Bir yaş günü düşünceleri

Sırrı Süreyya Önder Volkan Konak'ın nasihatını tutacağını söyledi!