Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışmasının nedeni neydi?

SENCER DİVİTÇİOĞLU’NUN ATÜT TEZİ  NASIL ORTAYA ÇIKTI? 

ATÜT önce, 1960’lar Avrupa’sında  -özellikle Fransa’da- akademik çevrelerde gündeme gelmişti. Bu  yaklaşım  Marksizme yeni bir yorum getirme düşüncesiydi. Amaç,  Doğu  toplumlarının   işleyişini  Marksist  terminoloji içinde  kavramsallaştırmaktı. 

Türkiye’de ise,   ilk  yazıyı   yayınlayan Selahattin Hilav oldu. Onu Sencer Divitçioğlu’nun yayınları takip etti.  İdris Küçükömer  meseleye kendi perspektifinden  girdi.  Öteden beri  Cumhuriyete eleştiren bakan  Kemal Tahir de    “Kerim   Devlet”  kavramı ile   ATÜT çevresinde merkezi  bir işlev gördü. Bu simaların  çevirmen- felsefeci,  iktisat teorisi-iktisat tarihçisi  akademisyenler olduklarına  dikkat çekmek isterim. 

Divitçioğlu’nun  ATÜT tezi  toplumların ilkel komünal,  köleci,  feodal,  burjuva toplumu   evrim çizgisinden geçerek  sosyalizme ulaşacakları tezine  aykırı düşüyordu.  Sencer Divitçioğlu’nun  ATÜT tezi  sadece MDD’cilerden değil akademiden   de  tepki aldı.  

Asıl mesele şuydu ki,  Sencer Divitçioğlu’nun  Osmanlı toplum  ve ATÜT  tezi MDD’nin  (Milli Demokratik Devrim)   devrim stratejisi ile  tezat oluşturuyordu. 

ATÜT’e ilişkin  yayınlar  şöyle   bir gelişim seyri izledi. Selahattin Hilav,  ATÜT  Nedir? başlıklı  kısa yazısında (1966)  yaklaşımını  Marks’a    dönüş  olarak yorumluyordu. Onu Sencer Divitçioğlu’nun Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az gelişmiş ülkeler   başlıklı risalesi  takip etti. 

Sencer Divitçioğlu çalışmalarını  geliştirerek    bir  kitaba dönüştürdü.  Kitabının adı Asya  Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu idi.  (1967)  Kitapta, Osmanlı  toplumunu   bir çeşit askeri feodalite olarak gören sol entelektüellere karşı bir  meydan okuma  vardı. 

ATÜT tezinde,  Osmanlı  toplumu ile   devlet (politik toplum)  arasında feodalitede  olmayan bir  bağın varlığından  söz ediliyordu.  Batı  akademik  çevrelerinde buna Şark Despotizmi  deniyordu.   Divitçioğlu  bunun  yerine Ceberrut Devlet  kavramını  kullandı. 

Bu çalışma-aynı zamanda-  Sencer Hoca’nın  reddedilecek  profesörlük  takdim tezi  olacaktı. Divitçioğlu,  kitabında Osmanlıda  toprak mülkiyeti, üretim ilişkileri,  devlet ve  halk ayrımları ile konuyu incelemişti.  İktisat Fakültesine   profesörlük takdim tezi olarak  sunduğu   kitabı “Marksist   tarih  bilimi  ile Osmanlı  toplumu  incelenemez” gerekçesiyle reddedildi.   

(Sencer Divitçioğlu’nun Asya Üretim Tarzı kitabının ilk baskısı)  

ATÜT le ilgili  önemli   referans da  Attila Tokatlı’nın Maurice Godelier’n  Asya Tipi  üretim tarzı kavramı   ve Marksist  şemalara göre  toplumların evrimi (1974)   çevirisi  idi.  

Bu yazımı   hazırlarken iki yeni   kaynaktan  yararlandığımı   belirtmek  isterim:  Halil  Akkurt’un  “Türkiye Solunda Osmanlı Toplum Yapısı Tartışmaları (1960-1980) ”  başlıklı kitabı ile   Fatih Damlıbağ’ın    “ATÜT tartışmalarının 1960’lı yıllarda Türk düşünce  dünyasına etkileri”  adını taşıyan  makalesi.     

  MARKS’IN ATÜT YAZILARINDAN LENİN VE STALİN’E  

Asya tipi üretim  tarzı   kavramı ilk kez Marks’ın   New York Tribune gazetesinde yayınladığı  (1853) bir makalede geçmiş daha sonra  Engelsle   bu  bağlamda yazışmaları olmuştu.  Marks’tan  önce Adam Smith  ve John Stuart Mill de   Doğu toplumlarında toprakta özel mülkiyetin olmadığı bir iktisadi düzenden   söz etmişlerdi. 

Lenin  erken dönem yazılarında kavrama   yer vermekle birlikte  1905   Devriminden  sonra  Rusya’da Asyagil durgunluğun  tasfiye olduğu  kanaatindeydi.  1917 Bolşevik Devriminden sonra  Batı Avrupa  değişim /dönüşüm modelinin Rusya için de geçerli olduğu   bir  yaklaşımı benimsedi.  ATÜT’ü  analizlerinde  kullanmadı. 

Troçki ve sol muhalefetin  tasfiyesi, Stalin’in her alanda  hegemonyasını pekiştirmesi demekti.  Buna sosyalizm kuramı da dahildi. 1931   Komünist Partisi Kongresinden   sonra Stalin’in  tarihi materyalizm  risalesi  kutsal kitap işlevi görmeye  başladı. Sovyet  ideologları ATÜT kavramını hiç ele almadılar. Hatta  resmi ideoloji  dışı bir sapma olarak  değerlendirdiler. 

 GÜLTEN KAZGAN VE MİHAİL BAKUNİN NE DİYORDU? 

Asya Tipi Üretim tarzı   kollektif sömürünün olduğu  iktisadi bir düzendir. Bu konuda Gülten Kazgan  ATÜT devleti ile sosyalist devlet  arasında şöyle  bir korelasyon kurmuştu. Gülten Hoca şöyle diyordu: burjuvazinin olmadığı/ gelişmediği/ sosyo-ekonomik dönüşümün farklı  bir evrim çizgisi izlediği Doğu toplumlarında sosyalist devrim  despot bir sınıfın  iktidarı  ele geçirmesiyle sonuçlanabilir. Despot bürokratik iktidar  sosyalist kollektif mülkiyet rejimi  üzerine oturabilir. 

Bu konuda Bakunin 1873 yayınladığı  “Devletçilik  ve Anarşizm” başlıklı   kitabında  devlet  sosyalizminin eninde sonunda  ayrıcalıklı  bir sınıfın- işçi sınıfı dahil - bütün toplum üzerinde  despot bir yönetime dönüşeceğini  savunmuştu. 

Bakunin , bu  sözleriyle, sosyalist düzende bütün üretim araçlarının  devlet  mülkiyetinde olmasının   ATÜT  benzeri  bir hegemonyanın  doğması sonucunu vereceğini ön görmüştü. 

SOL AÇISINDAN  ATÜT  KAVRAMININ  SİYASİ  ÖNEMİ  

ATÜT ,  sosyalist devrim  stratejisi açısından  önem taşıdığından gündeme  geldi ve  tartışıldı. Feodal   bir geçmişimiz var mıydı?   Yoksa başka bir evrim çizgisini takip  ederek   mi  XX. yüzyıla  ulaşmıştık?   Mesele  buradaydı. 

Bu tarihlerde  azgelişmişlik, feodalite, geri  bıraktırılmışlık, Türk  sermaye sınıfının  kompardor burjuva  sınıfı olduğu gibi konular tartışılıyordu.  Türk  solu içinde baskın grup, parlamentarizmi cici demokrasi  olarak  gören MDDcilerdi. (Yön ve Devrim) Bu fraksiyon  TİP’i iki  yönüyle beğenmiyordu. Burjuva legalizmi ve Sovyet  Rusya tarafgirliği.  Benzer şerhler PDM (Parlamento dışı  muhalefet) için  de geçerliydi. 

Doğan Avcıoğlu ile  Sencer Divitçioğlu arasında  Yön sayfalarında  bir   tartışma başladı. Tartışma uzun   sürmeyecekti.   MDD-taktik nedenlerle-    tartışmayı    sürdürmemeyi   doğru bulmuş olmalı. 

Avcıoğlu , Sencer Hocayı  iki  yönden  tenkit etmişti.   Dış  dinamikler ve ATÜT’ün   bozulması meselesi. 

Divitçioğlu yazısında  ATÜT geçmişi olan toplumlarda (bu Türkiye  demek oluyordu)   sosyalist sistemden farklı  olarak işçi sınıfına dayanmayan bir sistemle  sınıfsız toplum  hedefine  ulaşılabileceğini vurguluyordu. 

KEMAL TAHİR’İN   KERİM DEVLETİ 

Kemal Tahir,  TDK roman ödülünü  kazanan  Devlet Ana  romanında ele aldığı  toplumsal düzenin  ATÜT olduğunu  düşünüyordu.  Tahir,   bu düzeni Kerim Devlet olarak tanımlıyordu.   Roman  Osmanlının  kuruluş devrindeki  gelişmelerini ele almıştı. Sencer  Hoca’nın   tarımsal  artığın  merkeze  aktarımını  şemalar ve  matematik formüllerle ele  aldığı ATÜT  Kemal Tahir’e göre, romanda  ele aldığı Kerim Devletti. 

Romancı Kemal Tahir’in etrafında   bir Tahiriler Fan Kulubünün  varlığından  söz edebiliriz. Bu grubunun içinde Sabahattin Selek, Tahir Alangu, İsmet Bozdağ, Sencer Divitçioğlu, Kevork Acemoğlu, Orhan Apaydın  gibi  aydınların yanısıra  Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi   yönetmenler, Bülent Ecevit ve İsmail Cem gibi  sempatizanlar  da vardı.   

Kemal Tahir’in   Tahirilerden  beklentisi Kerim Devlet soyutlamasına  uygun  ürünler vermeleriydi.  Ürünleri   tatmin edici bulmayınca  öfkeleniyordu.  

Kerim Devletin devletle halk arasında  bir sentez olduğu  varsayımıyla sömürünün Anadoluda  yerleşmediğini düşünüyor ve ATÜT’le özdeşleştiriyordu. Oysa  ki  Sencer  Hoca  o fikirde  değildi.  ATÜT farklı  olduğumuzu gösteriyordu ama sınıfsız  toplumu  değil.  ATÜT  Doğuya has  sınıflı bir toplumdu.  

 Kemal Tahir,   Divitçioğlu’nun kavramsal  modelini  tatmin edici  bulmamış olmalı ki, Sencer Hoca’yı  Kandilli’deki  evinde basmış, bu kitapta Kerim Devlet  nerede  diye azarlamıştı. Sonra da pek az görüşür olmuşlardı. 

İDRİS KÜÇÜKÖMER’İN ASYAGİL TOPLUMU 

Bu  sorunsal  ile  bağlantılı  önemli  bir isim İdris Küçükömer’dir.  İdris Hoca’nın  Türkiye’nin  toplumsal   yapısına ilişkin en erken/sarsıcı kitabı  “Düzenin Yabancılaşması  Batılılaşmadır”  Burada  hoca,   Türkiye’nin   sınıf dinamiklerini tersine çeviriyordu. Küçükömer kitabında bir sivil ve siyasal toplum modeli kuruyordu. Bu kitap   benim  için de  epey sarsıcı olmuştu.  Küçükömer’in sivil toplumun  dinamik/sol  güçleri olarak tanımladığı  kesimlerin günümüzde karşı devrim  güçleri olduğunu hemen belirteyim. 

İdris Hoca, Divitçioğlu  terminolojisinde tashih yaparak Asyagil Üretim biçimi  kavramını  benimsiyor ve Nomadik ve hidrolik   diye   ikiye  ayırıyordu.  Başlangıçta  Osmanlı  Asyagil nomadik (göçebe)  toplumdu.  

İdris Hoca’ya göre, nomadik (konar  göçerler) Türk  aşiretleriyle Bizanstan kalma    yerleşikler  ve küçük üreticiler  karşılıklı   bağımlılık  ilişkisi içinde   Asyagil toplumun temel  karakteristiğini oluşturuyorlardı. 

Burada Kılıçarslan ve Osman Bey’in  yerleşik yaşamdan  kaçınan göçebe  önderler olduklarına dikkat  çekmek isterim.   Bu olguyu   İbni  Haldun  ile     kavramsallaştırmak   istersek-  her ikisi de-  göçebenin asabiyesini (ruhunu)  devam ettirmek istiyorlardı.      Anadolu’da  XVI  Yüzyılda bile  nüfusun   önemli bir kısmını   konar göçer aşiretler  oluşturduklarını  da hatırlatmak isterim. 

Küçükömer şöyle diyordu:  “ Nomadik  (konar  göçer)   yerleşikle savaşında üstünlüğünü sürdürdüğü sürece oturak olmaktan kaçar” Küçük üretim biçimi,  göçebe  üretim biçimiyle eklemlenir. Ve  düzen  varlığını   yeniden üretir.  Küçükömer, Asyagil    toplumun  dinamiğini-esas  itibariyle-  böyle görmüştü. Buraya  kadar İdris Hocayla aynı görüşteyim. 

(İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması  kitabının ilk baskısı) 

OSMANLI ATÜT’Ü NASIL İŞLİYORDU?

Yüzeysel bir   bakış, Osmanlı  toplumsal düzeni hakkında   feodalizm  yargısına ulaşmamıza neden olabilir.  Oysa ki Avrupa feodalitesi ile önemli farkı Osmanlı tımarının  bir özel mülkiyet biçimi olmamasıdır. Mülk  devletindir. Arazi   ilke olarak  miri arazidir. Reaya sürekli kiracıdır. Toprağı kullanma hakkı vardır. Bir çeşit intifa hakkı. 

Sultan Süleyman Kanunnamesine göre “  raiyyet oğlu  raiyyettir.”  Reayanın toprağı kullanma hakkı oğluna geçer; ama,  satamaz. Hediye edemez. Başkasına devredemez. 

Tımarlı  sipahi ise bir kamu görevlisidir. Miri arazinin  ayni vergilendirilmesinden  sorumludur. Elde ettiği artığı nakde çevirerek yaşamını idame ettirir.  Devlete  karşı yükümlülüğü savaş halinde  tımarın  geliri ile mütenasip sayıda   süvari-sipahi ile sefere katılmaktadır. Tımar verildiği gibi alınabilir de. Mülk sultanındır. 

Osmanlı   köylüsü serf  veya  köle değildir. Hür köylüdür. Kapıkulu  sınıfının  tabi olduğu  siyaseten   katl  ve müsadere  rejminin   dışındadır. Sipahinin  vergi tahsilatı  dışında  adli bir yetkisi  yoktur. 

Köylü, devlet-i ebed müddet  ve nizamı alem için tarımsal  üretimin  vergilendirilmesi  meşru olarak  görür.   Vergilendirilme haktır. Şeriata  uygundur. Ticaret   hayatı da mülkün  bereketini arttırmak  için  elzemdir.  Osmanlı tarım, ticaret ve zanaatı  hayatını   bu zeminde meşrulaştırır. 

Şurası  doğrudur: Osmanlı henüz   sınıflaşmanın  keskin olmadığı  bir göçebe aşiretten doğmuştu. Ama sonradan bir sınıf   devleti   oldu. Kurulan  düzen  Avrupa  feodalitesinden  farklıydı; ama, düzenin yeniden  üretimi  sömürüye dayanıyordu.   

Özellikle   beylikler tamamen tasfiye edildikten sonra  Osmanlı’nın  Anadolu’da kurduğu  düzenin Kerim devletle bir ilgisi yok.  Hatta  düzenin  mali bunalıma  düştüğü  büyük kaçgunluktan (Celali isyanları)   sonra Osmanlı için    Ceberrut Devlet demek  daha doğru kanımca. 

ATÜT TARTIŞMASI NASIL BİTTİ ?

ATÜT   tartışması  Osmanlı  toplumsal  düzeni ile  ilgili   bir tartışma gibi görünse de aslında  sosyalist devrim tartışmasıdır.  Meseleyi kısaca  şöyle ortaya  koymak mümkündür:   

1960’lar  sonunda Türkiye’nin  yapısal niteliğine ilişkin farklı  düşünce odakları  mevcuttu.  

Bunlardan  birine göre, Türkiye Batıda  görülen   burjuva devrimleri  çağını yaşamadan  küçük burjuva  sınıfının   öncülüğünde   bir demokratik  devrim gerçekleştirmişti. Bu  aynı zamanda Kemalist milli  devletin  kuruluşuna denk düşüyordu. 

Türkiye  Lozan’da bağımsızlığını kazanmıştı  ama İkinci Dünya Savaşından sonra emperyalizmin ağına   yine  düşmüştü.   Komprador burjuvazi  emperyalizmi  temsil ediyordu. Bu nedenle önce  eksik  kalan (Kemalistlerin  tamamlayamadığı)  devrimi Milli Demokratik devrim ile tamamlamak gerekliydi. Sosyalist devrim  onu  takip edecekti. 

Asya  Tipi Üretim tarzı polemiği ise Batıdan solcu düşünce adamları   tarafından  getirildi. Hilav, Tokatlı, Divitçioğlu gibi.

(Sencer Divitçioğlu ve İdris Küçükömer ) 

Divitçioğlu’nun  ATÜT  risalesi ve kitabı gerçekte   sömürünün  bulunduğu bir  devletle örtüşüyordu.  ATÜT’de  Kemal Tahir’in  bulmak istediği  Kerim Devlet  yoktu. 

İdris Küçükömer ise, başka bir yoldan sınıf dinamiklerini tahlil etti.  İdris Hoca’nın nomatik toplum /yerleşikler eklemlenmesine tamamen iştirak ederim.  

İtirazım  Türkiye’nin   ilerici sınıf dinamiklerini (sivil toplum  tartışması)  tersine çevirmiş olmasıdır.  Buna itirazım var.  Burada Küçükömer, Divitçioğlu’dan uzaklaşarak Kemal Tahir’e yaklaşır. 

Milli Demokratik Devrim  (MDD)  tezini  benimseyenler  ise genel olarak ATÜT çevresinin düşüncelerini  fantezi olarak  görmüşlerdi. Zinde güçler tezi  havada  kalacağı için. 

Neticede, ATÜT   düşüncesi, akademide Marksist  olduğu gerekçesiyle aforoz edildi.  Solun  diğer unsurları  (PDM, MDD, TİP)  tarafından da  dışlandı.  

Kavramı   samimi bilimsel gerekçelerle  analiz eden Sencer Divitçioğlu 12 Mart  ara rejiminde sıkıyönetim tarafından  üniversiteden uzaklaştırıldı. 

Düşüncenin  tam karşısında  yer alan MDD’ciler (bunu 9 Martçılar olarak okuyabiliriz)  ise ara rejim hükümetleri  tarafından  tutuklandılar. Yargılandılar. 

Ara rejimden sonra Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş  Tarihi  ve Türklerin  Tarihini  yazma  işine yoğunlaştı. Divitçioğlu ise   yargı kararıyla  profesörlüğe yükseltildi. Akademik ilgi alanını Orta Asya tarihine ve Gök Türklere kadar genişletti.  

İdris Küçükömer Hoca’nın sivil toplum argümanı ise  İkinci  cumhuriyetçiler  ve  İslamcılar  tarafından  Kemalizmi yıkmak için epey kullanıldıktan sonra   rafa  kaldırıldı. Hocanın sivil toplum dinamiklerinin karşı devrimin  ufunetle mayalandığı   gerici güçler olduğu anlaşıldı.