SENCER DİVİTÇİOĞLU’NUN ATÜT TEZİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?
ATÜT önce, 1960’lar Avrupa’sında -özellikle Fransa’da- akademik çevrelerde gündeme gelmişti. Bu yaklaşım Marksizme yeni bir yorum getirme düşüncesiydi. Amaç, Doğu toplumlarının işleyişini Marksist terminoloji içinde kavramsallaştırmaktı.
Türkiye’de ise, ilk yazıyı yayınlayan Selahattin Hilav oldu. Onu Sencer Divitçioğlu’nun yayınları takip etti. İdris Küçükömer meseleye kendi perspektifinden girdi. Öteden beri Cumhuriyete eleştiren bakan Kemal Tahir de “Kerim Devlet” kavramı ile ATÜT çevresinde merkezi bir işlev gördü. Bu simaların çevirmen- felsefeci, iktisat teorisi-iktisat tarihçisi akademisyenler olduklarına dikkat çekmek isterim.
Divitçioğlu’nun ATÜT tezi toplumların ilkel komünal, köleci, feodal, burjuva toplumu evrim çizgisinden geçerek sosyalizme ulaşacakları tezine aykırı düşüyordu. Sencer Divitçioğlu’nun ATÜT tezi sadece MDD’cilerden değil akademiden de tepki aldı.
Asıl mesele şuydu ki, Sencer Divitçioğlu’nun Osmanlı toplum ve ATÜT tezi MDD’nin (Milli Demokratik Devrim) devrim stratejisi ile tezat oluşturuyordu.
ATÜT’e ilişkin yayınlar şöyle bir gelişim seyri izledi. Selahattin Hilav, ATÜT Nedir? başlıklı kısa yazısında (1966) yaklaşımını Marks’a dönüş olarak yorumluyordu. Onu Sencer Divitçioğlu’nun Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az gelişmiş ülkeler başlıklı risalesi takip etti.
Sencer Divitçioğlu çalışmalarını geliştirerek bir kitaba dönüştürdü. Kitabının adı Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu idi. (1967) Kitapta, Osmanlı toplumunu bir çeşit askeri feodalite olarak gören sol entelektüellere karşı bir meydan okuma vardı.
ATÜT tezinde, Osmanlı toplumu ile devlet (politik toplum) arasında feodalitede olmayan bir bağın varlığından söz ediliyordu. Batı akademik çevrelerinde buna Şark Despotizmi deniyordu. Divitçioğlu bunun yerine Ceberrut Devlet kavramını kullandı.
Bu çalışma-aynı zamanda- Sencer Hoca’nın reddedilecek profesörlük takdim tezi olacaktı. Divitçioğlu, kitabında Osmanlıda toprak mülkiyeti, üretim ilişkileri, devlet ve halk ayrımları ile konuyu incelemişti. İktisat Fakültesine profesörlük takdim tezi olarak sunduğu kitabı “Marksist tarih bilimi ile Osmanlı toplumu incelenemez” gerekçesiyle reddedildi.
(Sencer Divitçioğlu’nun
Asya Üretim Tarzı kitabının ilk baskısı)
ATÜT le ilgili önemli referans da Attila Tokatlı’nın Maurice Godelier’n Asya Tipi üretim tarzı kavramı ve Marksist şemalara göre toplumların evrimi (1974) çevirisi idi.
Bu yazımı hazırlarken iki yeni kaynaktan yararlandığımı belirtmek isterim: Halil Akkurt’un “Türkiye Solunda Osmanlı Toplum Yapısı Tartışmaları (1960-1980) ” başlıklı kitabı ile Fatih Damlıbağ’ın “ATÜT tartışmalarının 1960’lı yıllarda Türk düşünce dünyasına etkileri” adını taşıyan makalesi.
MARKS’IN ATÜT YAZILARINDAN LENİN VE STALİN’E
Asya tipi üretim tarzı kavramı ilk kez Marks’ın New York Tribune gazetesinde yayınladığı (1853) bir makalede geçmiş daha sonra Engelsle bu bağlamda yazışmaları olmuştu. Marks’tan önce Adam Smith ve John Stuart Mill de Doğu toplumlarında toprakta özel mülkiyetin olmadığı bir iktisadi düzenden söz etmişlerdi.
Lenin erken dönem yazılarında kavrama yer vermekle birlikte 1905 Devriminden sonra Rusya’da Asyagil durgunluğun tasfiye olduğu kanaatindeydi. 1917 Bolşevik Devriminden sonra Batı Avrupa değişim /dönüşüm modelinin Rusya için de geçerli olduğu bir yaklaşımı benimsedi. ATÜT’ü analizlerinde kullanmadı.
Troçki ve sol muhalefetin tasfiyesi, Stalin’in her alanda hegemonyasını pekiştirmesi demekti. Buna sosyalizm kuramı da dahildi. 1931 Komünist Partisi Kongresinden sonra Stalin’in tarihi materyalizm risalesi kutsal kitap işlevi görmeye başladı. Sovyet ideologları ATÜT kavramını hiç ele almadılar. Hatta resmi ideoloji dışı bir sapma olarak değerlendirdiler.
GÜLTEN KAZGAN VE MİHAİL BAKUNİN NE DİYORDU?
Asya Tipi Üretim tarzı kollektif sömürünün olduğu iktisadi bir düzendir. Bu konuda Gülten Kazgan ATÜT devleti ile sosyalist devlet arasında şöyle bir korelasyon kurmuştu. Gülten Hoca şöyle diyordu: burjuvazinin olmadığı/ gelişmediği/ sosyo-ekonomik dönüşümün farklı bir evrim çizgisi izlediği Doğu toplumlarında sosyalist devrim despot bir sınıfın iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanabilir. Despot bürokratik iktidar sosyalist kollektif mülkiyet rejimi üzerine oturabilir.
Bu konuda Bakunin 1873 yayınladığı “Devletçilik ve Anarşizm” başlıklı kitabında devlet sosyalizminin eninde sonunda ayrıcalıklı bir sınıfın- işçi sınıfı dahil - bütün toplum üzerinde despot bir yönetime dönüşeceğini savunmuştu.
Bakunin , bu sözleriyle, sosyalist düzende bütün üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasının ATÜT benzeri bir hegemonyanın doğması sonucunu vereceğini ön görmüştü.
SOL AÇISINDAN ATÜT KAVRAMININ SİYASİ ÖNEMİ
ATÜT , sosyalist devrim stratejisi açısından önem taşıdığından gündeme geldi ve tartışıldı. Feodal bir geçmişimiz var mıydı? Yoksa başka bir evrim çizgisini takip ederek mi XX. yüzyıla ulaşmıştık? Mesele buradaydı.
Bu tarihlerde azgelişmişlik, feodalite, geri bıraktırılmışlık, Türk sermaye sınıfının kompardor burjuva sınıfı olduğu gibi konular tartışılıyordu. Türk solu içinde baskın grup, parlamentarizmi cici demokrasi olarak gören MDDcilerdi. (Yön ve Devrim) Bu fraksiyon TİP’i iki yönüyle beğenmiyordu. Burjuva legalizmi ve Sovyet Rusya tarafgirliği. Benzer şerhler PDM (Parlamento dışı muhalefet) için de geçerliydi.
Doğan Avcıoğlu ile Sencer Divitçioğlu arasında Yön sayfalarında bir tartışma başladı. Tartışma uzun sürmeyecekti. MDD-taktik nedenlerle- tartışmayı sürdürmemeyi doğru bulmuş olmalı.
Avcıoğlu , Sencer Hocayı iki yönden tenkit etmişti. Dış dinamikler ve ATÜT’ün bozulması meselesi.
Divitçioğlu yazısında ATÜT geçmişi olan toplumlarda (bu Türkiye demek oluyordu) sosyalist sistemden farklı olarak işçi sınıfına dayanmayan bir sistemle sınıfsız toplum hedefine ulaşılabileceğini vurguluyordu.
KEMAL TAHİR’İN KERİM DEVLETİ
Kemal Tahir, TDK roman ödülünü kazanan Devlet Ana romanında ele aldığı toplumsal düzenin ATÜT olduğunu düşünüyordu. Tahir, bu düzeni Kerim Devlet olarak tanımlıyordu. Roman Osmanlının kuruluş devrindeki gelişmelerini ele almıştı. Sencer Hoca’nın tarımsal artığın merkeze aktarımını şemalar ve matematik formüllerle ele aldığı ATÜT Kemal Tahir’e göre, romanda ele aldığı Kerim Devletti.
Romancı Kemal Tahir’in etrafında bir Tahiriler Fan Kulubünün varlığından söz edebiliriz. Bu grubunun içinde Sabahattin Selek, Tahir Alangu, İsmet Bozdağ, Sencer Divitçioğlu, Kevork Acemoğlu, Orhan Apaydın gibi aydınların yanısıra Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi yönetmenler, Bülent Ecevit ve İsmail Cem gibi sempatizanlar da vardı.
Kemal Tahir’in Tahirilerden beklentisi Kerim Devlet soyutlamasına uygun ürünler vermeleriydi. Ürünleri tatmin edici bulmayınca öfkeleniyordu.
Kerim Devletin devletle halk arasında bir sentez olduğu varsayımıyla sömürünün Anadoluda yerleşmediğini düşünüyor ve ATÜT’le özdeşleştiriyordu. Oysa ki Sencer Hoca o fikirde değildi. ATÜT farklı olduğumuzu gösteriyordu ama sınıfsız toplumu değil. ATÜT Doğuya has sınıflı bir toplumdu.
Kemal Tahir, Divitçioğlu’nun kavramsal modelini tatmin edici bulmamış olmalı ki, Sencer Hoca’yı Kandilli’deki evinde basmış, bu kitapta Kerim Devlet nerede diye azarlamıştı. Sonra da pek az görüşür olmuşlardı.
İDRİS KÜÇÜKÖMER’İN ASYAGİL TOPLUMU
Bu sorunsal ile bağlantılı önemli bir isim İdris Küçükömer’dir. İdris Hoca’nın Türkiye’nin toplumsal yapısına ilişkin en erken/sarsıcı kitabı “Düzenin Yabancılaşması Batılılaşmadır” Burada hoca, Türkiye’nin sınıf dinamiklerini tersine çeviriyordu. Küçükömer kitabında bir sivil ve siyasal toplum modeli kuruyordu. Bu kitap benim için de epey sarsıcı olmuştu. Küçükömer’in sivil toplumun dinamik/sol güçleri olarak tanımladığı kesimlerin günümüzde karşı devrim güçleri olduğunu hemen belirteyim.
İdris Hoca, Divitçioğlu terminolojisinde tashih yaparak Asyagil Üretim biçimi kavramını benimsiyor ve Nomadik ve hidrolik diye ikiye ayırıyordu. Başlangıçta Osmanlı Asyagil nomadik (göçebe) toplumdu.
İdris Hoca’ya göre, nomadik (konar göçerler) Türk aşiretleriyle Bizanstan kalma yerleşikler ve küçük üreticiler karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde Asyagil toplumun temel karakteristiğini oluşturuyorlardı.
Burada Kılıçarslan ve Osman Bey’in yerleşik yaşamdan kaçınan göçebe önderler olduklarına dikkat çekmek isterim. Bu olguyu İbni Haldun ile kavramsallaştırmak istersek- her ikisi de- göçebenin asabiyesini (ruhunu) devam ettirmek istiyorlardı. Anadolu’da XVI Yüzyılda bile nüfusun önemli bir kısmını konar göçer aşiretler oluşturduklarını da hatırlatmak isterim.
Küçükömer şöyle diyordu: “ Nomadik (konar göçer) yerleşikle savaşında üstünlüğünü sürdürdüğü sürece oturak olmaktan kaçar” Küçük üretim biçimi, göçebe üretim biçimiyle eklemlenir. Ve düzen varlığını yeniden üretir. Küçükömer, Asyagil toplumun dinamiğini-esas itibariyle- böyle görmüştü. Buraya kadar İdris Hocayla aynı görüşteyim.
(İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması kitabının ilk baskısı)
OSMANLI ATÜT’Ü NASIL İŞLİYORDU?
Yüzeysel bir bakış, Osmanlı toplumsal düzeni hakkında feodalizm yargısına ulaşmamıza neden olabilir. Oysa ki Avrupa feodalitesi ile önemli farkı Osmanlı tımarının bir özel mülkiyet biçimi olmamasıdır. Mülk devletindir. Arazi ilke olarak miri arazidir. Reaya sürekli kiracıdır. Toprağı kullanma hakkı vardır. Bir çeşit intifa hakkı.
Sultan Süleyman Kanunnamesine göre “ raiyyet oğlu raiyyettir.” Reayanın toprağı kullanma hakkı oğluna geçer; ama, satamaz. Hediye edemez. Başkasına devredemez.
Tımarlı sipahi ise bir kamu görevlisidir. Miri arazinin ayni vergilendirilmesinden sorumludur. Elde ettiği artığı nakde çevirerek yaşamını idame ettirir. Devlete karşı yükümlülüğü savaş halinde tımarın geliri ile mütenasip sayıda süvari-sipahi ile sefere katılmaktadır. Tımar verildiği gibi alınabilir de. Mülk sultanındır.
Osmanlı köylüsü serf veya köle değildir. Hür köylüdür. Kapıkulu sınıfının tabi olduğu siyaseten katl ve müsadere rejminin dışındadır. Sipahinin vergi tahsilatı dışında adli bir yetkisi yoktur.
Köylü, devlet-i ebed müddet ve nizamı alem için tarımsal üretimin vergilendirilmesi meşru olarak görür. Vergilendirilme haktır. Şeriata uygundur. Ticaret hayatı da mülkün bereketini arttırmak için elzemdir. Osmanlı tarım, ticaret ve zanaatı hayatını bu zeminde meşrulaştırır.
Şurası doğrudur: Osmanlı henüz sınıflaşmanın keskin olmadığı bir göçebe aşiretten doğmuştu. Ama sonradan bir sınıf devleti oldu. Kurulan düzen Avrupa feodalitesinden farklıydı; ama, düzenin yeniden üretimi sömürüye dayanıyordu.
Özellikle beylikler tamamen tasfiye edildikten sonra Osmanlı’nın Anadolu’da kurduğu düzenin Kerim devletle bir ilgisi yok. Hatta düzenin mali bunalıma düştüğü büyük kaçgunluktan (Celali isyanları) sonra Osmanlı için Ceberrut Devlet demek daha doğru kanımca.
ATÜT TARTIŞMASI NASIL BİTTİ ?
ATÜT tartışması Osmanlı toplumsal düzeni ile ilgili bir tartışma gibi görünse de aslında sosyalist devrim tartışmasıdır. Meseleyi kısaca şöyle ortaya koymak mümkündür:
1960’lar sonunda Türkiye’nin yapısal niteliğine ilişkin farklı düşünce odakları mevcuttu.
Bunlardan birine göre, Türkiye Batıda görülen burjuva devrimleri çağını yaşamadan küçük burjuva sınıfının öncülüğünde bir demokratik devrim gerçekleştirmişti. Bu aynı zamanda Kemalist milli devletin kuruluşuna denk düşüyordu.
Türkiye Lozan’da bağımsızlığını kazanmıştı ama İkinci Dünya Savaşından sonra emperyalizmin ağına yine düşmüştü. Komprador burjuvazi emperyalizmi temsil ediyordu. Bu nedenle önce eksik kalan (Kemalistlerin tamamlayamadığı) devrimi Milli Demokratik devrim ile tamamlamak gerekliydi. Sosyalist devrim onu takip edecekti.
Asya Tipi Üretim tarzı polemiği ise Batıdan solcu düşünce adamları tarafından getirildi. Hilav, Tokatlı, Divitçioğlu gibi.
(Sencer Divitçioğlu ve İdris Küçükömer )
Divitçioğlu’nun ATÜT risalesi ve kitabı gerçekte sömürünün bulunduğu bir devletle örtüşüyordu. ATÜT’de Kemal Tahir’in bulmak istediği Kerim Devlet yoktu.
İdris Küçükömer ise, başka bir yoldan sınıf dinamiklerini tahlil etti. İdris Hoca’nın nomatik toplum /yerleşikler eklemlenmesine tamamen iştirak ederim.
İtirazım Türkiye’nin ilerici sınıf dinamiklerini (sivil toplum tartışması) tersine çevirmiş olmasıdır. Buna itirazım var. Burada Küçükömer, Divitçioğlu’dan uzaklaşarak Kemal Tahir’e yaklaşır.
Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini benimseyenler ise genel olarak ATÜT çevresinin düşüncelerini fantezi olarak görmüşlerdi. Zinde güçler tezi havada kalacağı için.
Neticede, ATÜT düşüncesi, akademide Marksist olduğu gerekçesiyle aforoz edildi. Solun diğer unsurları (PDM, MDD, TİP) tarafından da dışlandı.
Kavramı samimi bilimsel gerekçelerle analiz eden Sencer Divitçioğlu 12 Mart ara rejiminde sıkıyönetim tarafından üniversiteden uzaklaştırıldı.
Düşüncenin tam karşısında yer alan MDD’ciler (bunu 9 Martçılar olarak okuyabiliriz) ise ara rejim hükümetleri tarafından tutuklandılar. Yargılandılar.
Ara rejimden sonra Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi ve Türklerin Tarihini yazma işine yoğunlaştı. Divitçioğlu ise yargı kararıyla profesörlüğe yükseltildi. Akademik ilgi alanını Orta Asya tarihine ve Gök Türklere kadar genişletti.
İdris Küçükömer Hoca’nın sivil toplum argümanı ise İkinci cumhuriyetçiler ve İslamcılar tarafından Kemalizmi yıkmak için epey kullanıldıktan sonra rafa kaldırıldı. Hocanın sivil toplum dinamiklerinin karşı devrimin ufunetle mayalandığı gerici güçler olduğu anlaşıldı.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı